Cinayet en başta şahsi bir suçtur. Mesele ilk önce katille ilgilidir. Toplumsal infiale yol açan her cinayet üzerinden hemen kültürel ve kimliksel totolojilere varmak, meseleyi mevcut siyasi kavgaya odun olarak atmak aslında cinayet mahallindeki esas suç izlerini ve delilleri silmek, bir çeşit boş çuvalları dövmek anlamına geliyor çoğu kez.
Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde araştırma görevlisi olan 27 yaşındaki Ceren Damar Şenel’in, kopya çektiğini tespit ettiği bir hukuk fakültesi son sınıf öğrencisi tarafından hunharca öldürülmesi duyan herkesi derinden sarstı ve haklı olarak öfkelendirdi.
Ama bu öfkeyle girişilmiş bazı açıklama çabaları olayın esas vehametini görmekten çok uzaktaydı.
Herhalde bu listenin en tepesine her şiddet olayından sonra olduğu gibi suçlu olarak televizyondaki mafya ve şiddet dizilerini göstererek magazinleştirme ciddiyetsizliğini koymak gerek.
Nedense bu “televizyonda izleyip yapıyorlar” açıklaması bugün televizyonda en yoğun ve sansürsüz şiddet dizilerinin olduğu Netflix izleyenlerin neden suça meyilli hale gelmediği sorusuna cevap veremiyor.
Bir diğer ciddiyetsizlik örneği ise, böylesine bir güvenlik açığına ev sahipliği yapan Çankaya Üniversitesi’nin açıklamasıydı:
“Toplumların bu tarz şiddet eğilimlerinin, ancak Araştırma Görevlisi Ceren Damar ŞENEL gibi uzlaşma kültürünü yaygınlaştırmayı ilke edinmiş idealist eğitimcilerle çözülebileceğine inanıyoruz. Ülkemizdeki tüm paydaşlarla birlikte bu kültürün en kısa zamanda hayata geçirilmesine yönelik atılacak adımlarda Çankaya Üniversitesi olarak sorumluluk almayı görev biliyoruz”
Önümüzdeki yıl üniversiteyi tercih edecek öğrencilerin tedirgin olmaması için bir PR’cı elinden çıkmış gibi duran bu açıklama, bir üniversiteye silahın, bıçakların nasıl sokulabildiği, bir hukuk fakültesi dördüncü sınıf öğrencisinin nasıl böyle bir cinayet işleyebildiği gibi, böyle bir bu durumda ciddi bir üniversitenin üzerinde kara kara düşünmesi gereken esas mühim sorularının üzerinden atlayan, olayı yine anlamsız eğitim ve uzlaşma kelimelerine bağlayan bir gevezelik örneği.
Dört ay önce evlendiği eşine son görevini yerine getirirken kürsüye çıkıp büyük bir metanetle konuşan 28 yaşındaki diplomat Levent Şenel’in söylediklerini hatırlayalım:
“Arkadaşlar, bunu söylemek benim haddime düşmez ama iyi bir hukukçu, iyi bir mühendis, iyi bir doktor değil iyi bir insan olmaya çalışın. En önemlisi bu. İnsanları sevin ve hiçbir zaman kötülüğe kötülükle cevap vermeyin. Bu olayla da inşallah bu ülkede eğitim sistemindeki bazı yanlışlıklar ve pek çok konuda bir duyarlılık farkındalık oluşacaktır.”
Tam da yapmamız gereken bu. Bu cinayet Türkiye’de eğitim sistemi ve üniversite eğitimi hakkında daha da vahim sonuçları olabilecek bir yanlışlıklar dizisini görmeye çağırıyor herkesi.
Karşımızda 1997 doğumlu, Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi bir katil zanlısı var. Cinayetin ardından verdiği ilk ifadeden bir bölüm okuyalım:
“2014’de Kıbrıs’ta Hukuk Fakültesi kazandığını söyleyen Hasan İsmail H., "2015 yılında yatay geçişle Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne geldim. Tarafıma haksızlık yapıldı. 2. sınıftan başlamam gerekirken 1. sınıftan başlatıldım. Ben, derslerimin yoğun olması nedeniyle üniversiteye sınavdan sınava gidiyordum. Ders çalışmalarımı ise evde yapıyordum. O gün 3 sınavım vardı. Derslerimin yoğun olması nedeniyle sınava hazır değildim. Geçmem için kopya çekmem gerekiyordu. Bu nedenle sınavdan geçmek için kopya hazırladım. Ceren 2 yıldır rehber öğretmenimdi. Kopya çekerken yakaladı ve tutanak tuttu. Aynı hoca tarafından kopya çekmekten ikinci kez tutanak tutuldu. Daha önce ceza almıştım, 2. kez tutanak işleme konulması durumunda okuldan uzaklaştırılacaktım. Bu nedenle konuşmak için odasına gittim.”
Her tarafı vahim sözler bunlar. En vahim tarafından başlayalım.
Karşımızda eğer bu sınavda kopya çekerken yakalanmasaydı ve bütün bunlar yaşanmasaydı Hukuk Fakültesi’nden mezun olmaya bir adımı kalmış bir hukukçu adayı var.
24 yaşında hakimler, 28 Yaşındaki başsavcıların olduğu bir ülkede, belki bu yıl mezun olup sınavlara girecek, savcı, hakim olarak kürsüdeki yerini alacaktı.
Aslında esas mesele hukuk fakültesi son sınıfa kadar geliş hikayesinde.
2014 yılında Kıbrıs’ta bir hukuk fakültesine girmiş, bir yıl sonra oradan Çankaya Üniversitesi’ne Hukuk Fakültesi’ne geçmiş.
İnternetten ismini taradığınızda bu geçiş sırasında bazı eksik derslerini de Ankara’daki bir başka özel üniversitenin yaz okulunda tamamlandığını görüyorsunuz.
Sadece Kıbrıs’ta 10 üniversitede hukuk fakültesi varmış. Bu üniversitelerden bir kısmının adını ilk kez duymuş olabilirsiniz.
Bu hukuk fakültelerinin giriş puanları Türkiye’deki diğer devlet ve vakıf üniversitelerinin puanlarına göre düşük.
Bazılarının puanları öylesine düşük ki, hukuk fakültesine yeten o puanlarla Anadolu’daki bir devlet üniversitesinin iki yıllık bölümlerine ancak girilebilir.
Kıbrıs ve diğer Balkan ülkelerindeki üniversitelerde hukuk, tıp gibi Türkiye’de girmesi zor bölümlere girip, bir ya da iki yıl sonra oradan yüksek ortalamalarla Türkiye’deki vakıf üniversitelerine geçiş yapmak sistemin açıklarından biriydi.
YÖK, 2015-1016 eğitim yılında buna bir sıralama sınırı getirdi.
Ama bu örnekte geçiş 2015’de yapıldığı için bu sınırlamaya da takılmadan, çok düşük bir puanla girdiği hukuk fakültesinin son sınıfına kadar gelmiş bir öğrenci var karşımızda.
Yatay geçiş imkanlarıyla, okula gitmeyerek, özel üniversite yaz okullarında parayla derslerle açıklarını telafi ederek ve iki keresinde yakalandığı kopyayla ilerlediği sistemde önüne sadece genç bir idealist hoca çıkmış.
Ama mesele sadece sınavlarda alınan düşük puanlar ve formasyon eksikliği de değil.
Türkiye’de 39’u devlet üniversitelerinde, 45’i vakıf üniversitelerinde olmak üzere 84 hukuk fakültesi var.
Ama bu inanılmaz sayı bile sürekli yenileri açılan devlet ve vakıf üniversiteleriyle değişmiş olabilir.
Sadece 2018 yılında devlet üniversitelerindeki hukuk fakültelerine 9296 yeni öğrenci alınmış. Vakıf üniversitelerindeki hukuk fakültelerine ise 6662 yeni hukuk öğrencisi.
Yani sadece bu yıl 16 bin yeni öğrenci hukuk fakültelerine girmiş. Neredeyse her yıl bunun biraz daha altında öğrenci de hukuk fakültelerinden mezun oluyor.
Kıbrıs’ta düşük puanlı olanları kötü de yüksek puanlı olanları iyi mi? En iyi hukuk fakültelerinden İstanbul Hukuk’un 8 bin öğrencisi var. Ankara Hukuk’un ise 4 bin.
Bu öğrencilerin bir kısmı bu büyük kalabalıklar içinde aldıkları eğitimlerle hakimlik ve savcılık sınavlarına girdiler diyelim. Geri kalanı da stajlarını bitirip barolara kayıtlı avukat oldular.
Türkiye Barolar Birliği’nin verilerine göre Türkiye’deki avukat sayısı 2016’da 100 bini geçti. Türkiye’de her 841, İstanbul’da her 411 kişiye bir avukat düşüyor. Bu sayılar iki yıl öncenin sayıları.
Her yıl en az 12 binin üstünde yeni hukuk mezunu bu orduya katılıyor.
Herhangi bir kariyer sitesine baktığınızda iş için hukuk fakültesi mezunu arayan ilanlar bunun yüzde biri bile değil.
Peki bu insanlar ne yapacaklar?
Sadece her yıl binlercesi eklenen hukuk fakültesi mezunlarından bahsettik. Yine her yerde açılmış İktisadi ve İdari Bilimler Fakültelerinden mezun olan, Eğitim Fakülteleri’nden, Fen ve Edebiyat Fakültelerinden mezun olan artık rahatça yüzbinlerce üniversite mezunu ne yapacak?
Kamuda, okullarda ihtiyaç olan memur, öğretmen sayısı belli. Bugün bu fakülteler kapansa ve hiç mezun vermese bile bu mezunlara iş bulmak on yıllar sürebilir.
Her yıl böylesine bir belirsizlik içine atılmış yüzbinlerce genç insandan bahsediyoruz. Cumhuriyetin en değerli kazanımı olarak Türkiye’de sınıf atlamanın yolu para ya da soy olmadı. “Okumak” diye özetlenen sınıf atlama yolunun nihai sonu üniversite oldu. Üniversiteyi bitiren sınıf atladı. Bu yüzden herkes üniversiteye gitmek istiyor. Bu yüzden her yere plansız üniversiteler açıldı. Şimdi bu üniversiteler mezunlarını veriyorlar. Üniversite bitirmiş işsiz gençler ordusu her yıl artıyor. Bunlar diğer işsiz gençler gibi de değiller.
Sınıf atlama ümidiyle üniversiteye gitmiş ama sonuçta istediği yere gelememiş ya da ufukta bunun ışığını da görmeyen hayal kırıklığı içindeki yüzbinlerden, öfkeli ve ümitsiz bir genç insan kitlesinden bahsediyoruz.
İçlerinde bu tedirginliği, güvensizliği kaldırmayacak ruh halinde olanlar da var.
Yani karşımızda aslında o hukuk fakültesinde, son sınıfta olmaması gereken, çarpık sistemin oraya kadar taşıdığı, bunu kaldırabilecek formasyona sahip olmayan, yanlış yerde duran biri var.
Ceren Hoca, belki de onun bu pürüzsüz yanlış kariyer hikayesinde karşısına çıkan ve ona yanlış yerde durduğunu söyleyen ilk kişi oldu.
Ceren Hoca’nun ruhunu şad etmek istiyorsak, bir hukuk fakültesinde onun karşısına böyle birini öğrenci olarak çıkaran bu yanlış sistemi sorgulamalıyız. Bir katilden az kalsın bir hakim adayı dahi çıkarabilen sistemi…