[1 Ağustos 2015] Üniversite öğrencisisiniz. İnsan ve toplum bilimlerinin şu veya bu alanında lisans yapmayı seçmişsiniz; tercihan Tarih, ama Antropoloji, Sosyoloji veya Kültürel Etütler de olabilir. Üç yılda üç seminer aldınız; daha önce verdiğimiz ödevleri (tabii yüksek öğrenime özgü uyarlamalarıyla) başarıyla tamamladınız; son sınıfa geldiniz. Şimdi sıra, 30-40 sayfalık bir bitirme tezinde. Dolayısıyla sizin için tabii daha zor, daha ciddî ve ağır bir konu seçmiş bulunuyoruz.
Şimdi lütfen, yukarıda, başlık resmi yerinde göreceğiniz tweet’i dikkatle inceleyin. Bunu, son kuşakların üstün beyinlerinden Ayşe Hür yazmış; bir diğer üstün beyin olarak Aslı Aydıntaşbaş da retweet’lemiş. Ne iyi etmiş; bu sayede, etrafımızı saran zifirî karanlıklarda çok nadir çakan dahiyane bir gerçek şimşeği, eskilerin deyimiyle barika-i hakikat, muttasıl akıp giden zamanın derinliklerinde kaybolmaktan kurtulup ebediyete kazanılmış. Ne ki, bundan sonra işler karışmış. Aslı Aydıntaşbaş’ın retweet’i maalesef kötü kişilerin eline geçmiş ve kötü amaçlara âlet edilmiş. Sabah gazetesi bunu almış; 25 Temmuz’da Ayşe Hür hocamıza saldırmak, akademik güvenilirliğini karalamak için malzeme olarak kullanmış. Bu tezvirata karşı, sağa sola savrulan parçaları ihtimamla toplayıp birbirine ekleyerek doğruları restore etmek ve bu arada, tarihçi geçinen amatör cahil cühela takımına biraz olsun metodoloji ve historiyografi öğretmek, sizin sorumluluğunuz.
Görmüş olacağınız gibi, Ayşe Hür şöyle diyor tweet’inde: HDP’ye 120 kez saldır. Diyarbakır’da 4 kişiyi öldür, 400’ni yarala. 32 sosyalisti öldür. 3 polisin intikamı için Kandil’i bombala. Ne kadar adil! Şimdi buraya yazarken bile, hem Hür’ün parlak sezgisi ve üslûbunun vurucu, perküsyonlu, cazgırlığı değil cazı andıran müzikalitesine hayran oluyor, hem de bir kere daha sinirimden tir tir titriyorum — kıskançlıklarından olacak — buna kusur bulanlara.
(1) Ayşe Hür, seçim kampanyası boyunca HDP’ye gelen bütün saldırıların hükümet ve/ya AKP’den geldiğini; Diyarbakır mitingini de gene AKP’nin bombaladığını; nihayet Suruç intihar saldırısının da AKP’nin işi olduğunu, kesin ve tartışılmaz bir gerçeklik sayıyor ve bütün argümanını buna dayandırıyor. Böylece, Selâhattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve bütün Kandil PKK/HPG önderliği gibi diğer dürüstlük ve doğruluk timsalleriyle aynı noktada buluşuyor. Fakat şimdi birtakım münafıklar çıkıp bu iddianın en ufak bir kanıtı olmadığını; mevcut bütün kanıtların aksi yöne ve başka odaklara işaret ettiğini söyleyebilir. Tezinizin 6-7 sayfalık Giriş bölümünü sırf bu tesbitlere hasredin. Tek tek olay veya olgular için fazla teferrüata girmeksizin “büyük tablo”yu öne çıkarın (bu yöntemin Yalçın Küçük, Soner Yalçın veya Ayhan Aktar gibi diğer ünlü pratisyenlerine de başvurabilirsiniz); (i) AKP iktidarının esasen faşist bir diktatörlük olduğunu; (ii) dolayısıyla her zaman ve her durumda Kürtlere düşman olduğunu; (iii) buna karşılık Kürtlerin ise hep mağdur ve gene mağdur olduğunu; (iv) yani AKP’nin tabiatı gereği bunları yapmış olacağını ve bizim de bunu böyle kabul etmemiz gerektiğini; (v) kaldı ki, burada zalimin sözüyle mazlumun sözünün karşı karşıya geldiğini ve hangisine inanacağımızın da belli olduğunu, zira Bayık’lardan, Hozat’lardan, Demirtaş’lardan ve hele Yüksekdağ’lardan asla şüphe edilemeyeceğini… münkirlerin aklı şaşa misali, sabırla bir kere daha açıklayın.
(2) Tezinizin takriben 15 sayfa olması gereken ikinci bölümünde, asıl önemli metodoloji meselelerine girin. 19. ve erken 20. yüzyıl tarihçiliğinin pozitivizmi ve ampirisizmi aşırıya götürmesiyle başlayın. Buna karşı, net bir postmodern tavır alın. (a) Esasen nesnel gerçek diye bir şey olamıyacağını; tarihçiliğin gerçeği aramaya kalkışamayacağını; hattâ bu açıdan, herhangi bir anda gerçeği tam yakalayamasak bile ona giderek daha fazla yaklaşmaya çalışmak gibi, bütün tarihçileri bu kadarcık olsun bağlayan bir meslek etiğinin dahi söz konusu edilemiyeceğini; tam da bu yüzden, artık tarihçilik diye bir şeyin değil, sadece sübjektivitelerinde alabildiğine özgür tek tek tarihçilerin kaldığını; tarih ile edebiyatın farksızlaştığı ve özdeşleştiğini, gerekirse gene Ayşe Hür’ün geçmiş bazı yazılarından da yararlanarak savunun. Objektifliği ve olgulara dayanmayı geçin bir kalem; asıl yaratıcılığa ve kurguculuğa bakın.
(b) Bir adım ötede, aktivizm ile gözlem ve bilim arasındaki ilişkiye de eğilin. Bu ikisi arasında ayırım gözeten, sözümona tarafsız burjuva tavrını çürütün. Tarihin edebiyat gibi siyasetten ve siyasi mücadeleden de farksızlığının altını çizin. Objektiflik maskesi altındaki seçkincilik, gericilik ve hâkim sınıf yandaşlığı tavrına, ancak tam zıddı bir mağdurlar ve ezilenler yandaşlığıyla karşılık verilebileceğin savunun. E. H. Carr’ın katkısını, tarihçileri olası önyargılarına duyarlı ve özeleştirel kılmaktan, tarihçilerin önyargıları olmasını doğallaştırma ve normalleştirmeye, tarihçileri önyargıları konusunda rahatlatmaya dönüştürün. Tarihçinin tabii ki bir tarafı ve bir teorisi olacak; herşeyi ona göre yorumlayacaktır. Tarihin bir “fayda”sı olmalı; bu fayda da, asla ufuk genişliği, kültür birikimi, titiz eleştirellik ve gerçeğe hep daha fazla yakınlaşma gibi ne idüğü belirsiz ölçütlere göre değil, belirli bir anda çarpışan taraflardan hangisine yaradığına göre belirlenmelidir. Sorun toplumsal ve tarihsel bakımdan haksız ve yanlış tarafa ya da teoriye koz vermemekte; buna karşılık makro planda haklı ve doğru taraf ve teoriyi ayakta tutmaktır. Kısacası, gerçek kaygısının yerini yüzde yüz fayda ve yarar kaygısı almalı; tarihçi, olanca aktivizmini dolu dizgin bilim alanına taşımalı ve gerçeğin değil şu veya bu pozisyonun militanı olmalıdır. — Bu ilkeler açısından, Ayşe Hür’ün tavrının neden ham ve hödük bir eylemcilik değil, tam da olması gerektiği gibi, tarihçiliği kısırlıktan kurtarıp renklendiren olgun bir yaratıcılık anlamına geldiğini anlatın. Bu tavrı (i) 20. yüzyıl başlarının Leninist-Stalinist Sovyet tarihçileriyle; (ii) 1960’lar ve 70’lerin Althusserci-strüktüralist teorisizmiyle; (iii) Hayden White ve Alan Munslow’larla karşılaştırın. Ayşe Hür’ün aslında hepsini “aşmış” olabileceğini, ama her nasılsa (tabii erkek) akademik profesyonellerce hep ezilip hakkının yendiğini de, ek bir boyut olarak okuyucularınıza hatırlatın.
(3) Tezinizin gene aşağı yukarı 15 sayfa olabilecek üçüncü bölümünde, “intikam” ve “adalet” kavramlarına Ayşe Hür’ün getirdiği yeni ve derin kavrayış üzerinde durun. Suruç’un ardından polis avına başlamakla ve özellikle de ilk iki polisi “Suruç’a misilleme” diye uykularında, susturucuyla öldürmekle PKK’nın asla intikam duygusuyla değil adalet düşüncesiyle harekete geldiğini; buna karşılık üç polisin öldürülmesi karşısında devletin Kandil’i bombalamaya girişmesinin, devletin devlet olmasından değil sırf intikam duygusundan kaynaklandığını ispatlayın.
Argümanınızın devamında, bütün barometre ve termometrelerin yerini alacak yepyeni bir iustitiometre (adaletölçer) cihazı tasarlayın. Eski logaritmik cetveller gibi düşünün. Bir kenarında (dılında), AKP’nin olabilecek bütün suç ve günahları yer alsın. Gerçek mi, hayalî diye bakmayın; Selâhattin Demirtaş’ın da (“AKP = IŞİD” bağlamında) açıkladığı gibi, böyle bir algı olması, bunun gerçek olması demektir. Onun için koyun hepsini bir araya; diğer kenarına ise, PKK’nın öldürdüğü (BBC üslûbuyla) söylenen veya iddia edilen polis ve askerleri yerleştirin. Arada, mazumlar ile zalimler arasındaki simetriyi gözeterek, meselâ 1’e 10 gibi bir ilişki kurun (yani AKP’nin bir “intikam” günahı, diyelim ki PKK’nın on cinayetini, pardon eylemini “âdil” kılsın). Bu karşılıklı eliminasyondan sonra da arta kalan PKK cinayetleri, pardon eylemleri varsa (habire dilim sürçüyor allah kahretsin), kaç tanesinden sonra devletin ne surette harekete geçmesinin “âdil” sayılabileceğini, 25- 50 – 75 – 100’lük çentikler halinde belirtin. Bu ölçekte Çözüm Sürecinin durdurulması 25-50 dolayında; ateşkesin sonlandırılması 75-100’de; Kandil’in bombalanması ise en az 500’lerde yer alsın.
(4) AKP’ye yakın, yandaş, yalaka ve Kürt düşmanı çevrelerde sık sık, “ahlâksızlığa karşı çıkamama ahlâksızlığı”ndan söz edilir oldu. Bu zavallı Beyaz Cüceler (bkz Stalin), bununla bir kısım liberal-sol aydınların PKK’ya karşı çıkamaması ve PKK’ya karşı çıkamayan HDP’yi eleştirememesini kastediyorlar. Gene bu karşı-devrimci emperyalist ajanlarına bakılırsa, Ayşe Hür’ün tweet’i de üç polisin öldürülmesini mazur gösterdiği için aynı ahlâksızlık kategorisine girermiş. Tezinizin Sonuç bölümünde, Sovyet, pardon PKK/KCK düzenini yıkmaya kalkışan bu namussuz hainlere, asıl Ayşe Hür’e saldırmaya cüret eden Sabah gazetesinin ve dolayısıyla tabii kendilerinin ahlâksız olduğunu hatırlatın.
(5) Ek (Appendix). İnternette biraz gezinirseniz, son bir iki yılda Ayşe Hür’ün birdenbire her yerde Prof. Dr. diye tanıtılmaya başladığını göreceksiniz. Bunu birkaç açıdan inceleyin ve dikkatli bir değerlendirmeye tâbi tutun. (a) Belki hatırlarsınız; Beyaz Türklük bundan bir süre önce kendine başka bir kahraman bulmuş, Muazzez İlmiye Çığ diye fantezist bir amatörü de, Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi döneminden kalma bütün saçmalıkları, hattâ Noeli Türklerin icat ettiğine dair masallarıyla birlikte, doktorası dahi yokken, hattâ ne Hititolog ne Sümerolog sadece bir kütüphane memuruyken, Prof. Dr. diye göklere çıkarmaya koyulmuştu. Şimdi acaba Ayşe Hür’e aynı muamele yapılıyor olması, onu da hafızalarda Muazzez İlmiye Çığ’a yanaştırarak kötülemenin olağanüstü sinsi bir yöntemi olabilir mi? (b) Tersine, Ayşe Hür’e yakıştırılan Prof. Dr. sıfatı, hocamızın olağanüstü ilmini takdirden kaynaklanıyor, yani “aslında profesör olmalı”yı ifade ediyor olabilir mi? (c) Bu ikinci şıkkın geçerli olması halinde, hangi güzide üniversitemizde Kürsü Başkanı, Ana Bilim Dalı Başkanı ve/ya Bölüm Başkanı olarak göreve başlamasını önerirdiniz?
Lütfen işin kolayına kaçmayıp parti okulları dışında bir veya birkaç alternatif bulun; açıklayın ve tartışın.