Meclis-i Mebusan başkanlığı yapmış, İttihatçıların önde gelen isimlerden Halil Menteşe’nin anılarında anlatır:
“İstanbul’da, bir gün sabahleyin Yerebatan’da oturduğu eve gittim. Talât’ı telefon başında buldum. Halinde anormal bir vaziyet gördüm. Yüzü simsiyah, gözleri kançanağına dönmüş. “Aman Talâtçığım ne oldun? Pek anormal bir hal içinde görüyorum” dedim. “Sorma. Tahsin’den (Erzurum Valisi) Ermenilere dair birtakım telgraflar aldım, sinirlerim bozuldu. Sabaha kadar uyuyamadım. İnsan yüreğinin dayanacağı bir şey değil, fakat ben onlara yapmasaydım onlar benimkine yapacaktılar. Nitekim yapmaya da başlamışlardı. Millî mevcudiyet kavgası.”
Geçen hafta bu acı hatırayı hatırlatan bir olay yaşandı.
Esadçılıktan DHKP-C apolojizmine epey meşrebi geniş radikal lümpen bir muhalif çizgide salınan bir oyuncu, şöyle bir tweet attı:
“Hepiniz ağlayarak özür dileyeceksiniz. O gün geldiğinde; affedeni, acıyanı, yargılamaktan vazgeçeni de unutmayacağız! Yok öyle “torunlarla emeklilik, hepimiz kardeşiz, kavga istemiyoruz” falan. Her şey yeni başlıyor. Bu ülkeye, insanına yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz!”
Tweet, Soma’daki tekme olayı için gelen özürden sonra başlayan tartışmalara bir cevaptı. Ama herhalde “torunlarla emeklilik, kardeşiz, kavga istemiyoruz” atıflarının hedefinde de günlerdir meydanlarda buna benzer ifadelerle devr-i sabık yaratmama sözü veren Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce vardı.
Herkesin ağlayarak özür dilemek zorunda kaldığı, insanların yargılanıp yargılanmamasının birilerinin affetmesine, acımasına bağlı olduğu, kardeş olduğumuzu, kavga istemediğini söylemenin ayıp kaçtığı bir iktidar hayali kuran oyuncu, bu tweetinden dolayı “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmekten” gözaltına alındı. Daha sonra da serbest bırakıldı.
Anlaşılan birileri, Muharrem İnce’nin bile kesmediği marjinal bir pozisyonu temsil eden oyuncuyu, iktidar alternatifi olarak görüp, bu sözünü çok ciddiye aldılar. Sosyal medyayı sevmediği fikirdeki insanları gözüne kestirip, gözaltına aldırabildiği bir av alanı, elindeki iktidarı ve hukuki imkanları da siyasi hınç hissini tatmin için kullanmanın düşündürücü bir sonucu daha yaşanmış oldu.
Günün sonunda rövanşistlerin rövanş hisleri kamçılandı, düşmanlıklar ve karşılıklı korkular biraz daha arttı, makul insanların sesi marjinallerin sesi tarafından bastırıldı.
İktidarı destekleyenler, bu tweeti gün boyu dolaştırarak, muhaliflerin iktidara gelmesi halinde yapacakları konusunda kafası karışık iktidar yanlılarını ürkütmeyi başardılar. Muhalifler bu tweetteki iktidar, hukuk anlayışının aslında eleştirdikleri hukuk ve iktidar anlayışının başka bir çeşidi olduğunu görmek istemediler, acımadan yargılama hayaline tepki göstermenin, adil yargılanmaktan korkmak olduğunu iddia ettiler.
Tuhaf gözaltı ise 2002 yılında Steven Spielberg’in yönettiği başrolünde Tom Cruise’un oynadığı Minority Report (Azınlık Raporu) filmini hatırlattı.
2054 yılında geçen filmde polis, suçlar işlenmeden, suçluları niyet aşamasındayken yakalamaktaydı.
Burada da herhalde, iktidara gelince insanları yargılatmakla tehdit eden oyuncu, daha niyet aşamasındayken gözaltına alınarak ileride iktidara gelip insanları acımadan yargılatması ve ağlatarak özür diletmesi engellenmeye çalışılmış olmalı!
Haddini aşınca zıddına inkılap etmenin harika bir örneği, neredeyse rövanşist Inception filmi…
Aslında bu oyuncu ve onun gibi düşünenler, bu gözaltıyla hayallerini kurdukları, insanların acımadan yargılandığı iktidarın nasıl bir şey olduğunu deneme boyu olarak bir kere daha tecrübe etmiş oldular. Bu göz altıdan memnun olanlar ise bir tweetin kendilerine hatırlattığı gelecekte olma ihtimalinden ürküttükleri disütopyanın bugün başkaları için zaten geçerli olduğunu acaba fark ettiler mi?
Muhtemelen günün sonunda kimse bu deneyimden yargıyı sopa gibi kullanmanın, kanunları siyasi hıncına araç yapmanın ne kadar berbat bir iş olduğu hakkında yine bir ders çıkarmadı.
Halbuki bu toplumun rövanşın bitmeyen bir döngü olduğunu anlaması için daha neyi tecrübe etmesi gerekecek?
Yassıada Mahkemeleri’nde Menderes ve iki bakandan alınan rövanşın, bugünkü Türkiye siyasetine uzanan izleri, nasıl pek çok rövanşist uygulamayı meşrulaştırdığı, 12 Eylül rövanşizminin nasıl PKK’yı büyüttüğü, 28 Şubat, 27 Nisan rövanşizminin doğurduğu Ergenekon rövanşizminin sonunun nasıl kanlı bir darbeye kadar vardığı herkesin hafızalarında taze olmalı.
Türkiye’de dönemsel siyasi tasfiyelerin hepsinin demokrasiyi ve toplumsal barışı yaraladığı, bir sonraki tasfiye ve hukuksuz dönemin kapısını açtığını anlamak için daha ne yaşanmalı?
Daha da yakın tarihte, 7 haziran 2015 seçimlerinden sonra eline geçen iktidar fırsatını şımarık yargılama tehditleriyle harcayan muhalefetin, adil ve tarafsız bir yargı, herkes için adalet, herkesin kendini güvende hissedeceği bir toplum vaad etme dışında bir dile kaymasının siyaseten sonuçlarıyla ilgili hafızası da taze olmalı.
Sadece taktiksel olarak değil, bu tehditler yargı-siyaset ilişkilerinin geldiği bu aşamadan şikayetçi olanların şikayetinin, ilkesel değil, yargının başkalarının sopası olmasına dönük şikayetler olduğunu da düşündürür.
Ayrıca bu tavırlar “onlar bize yapmadan biz onlara yapmalıyız” fikrinin daha fazla taraftar bulmasına, şahin pozisyonların güçlenmesine ve makul seslerin kesilmesine, hukukun üstünlüğünü, özgürlükleri, insan haklarını savunanlara “esas büyük kavgayı göremeyen saflar” muamelesi çekilmesine, hukuksuzlukların toplumun daha geniş bir kesiminin gözünde meşruiyet kazanmasına da neden olur.
Türkiye’nin “Biz onlara yapmasak, onlar bize yapacaktı” döngüsünü kırmaktan başka şansı yok. Yoksa tarihte bu döngünün acı sonuçlarıyla ilgili mahcubiyet duymaya devam ederiz.