İstanbul boğazı çok özel bir topoğrafik oluşumun sonucu olarak ortaya çıkmış, müstesna vadi şeklinde bir su yolu. İstanbul kenti zamanla bu vadiyi iki yanından sararak kuşatıp, kendini ikiye bölen geniş bir hatta dönüştürmüş. 20. Yüzyılın başına kadar, ancak denizden ulaşılan, vapur durağı [iskele] arası mesafelerle karşılıklı sıralanmış balıkçı kökenli köylerce iskân edilmişken son yüzyıllarında Osmanlı eliti, aradığı prestijli statüyü bu köylerarası sahil bantlarına dizilip yerleşerek yer haline getirmiş ve başlıbaşına bir mimari tipoloji oluşturmuş. Sedad Hakkı Eldem’in 2 ciltlik anıtsal eseri “BoğaziçiYalıları” bu karşılıklı iki bandın zincirleme rölevelerini içerir… Bu yalı bandının berisindeki Bağaz’a has koru peyzajına gömülmüş köşkler de o efsane peyzajın parçasıdır.
Bebek
Dolayısıyla 20.yüzyıl başında Boğaz’ın yapılı çevre peyzajı şöyleymiş: Belli aralıklarla iskeleler etrafında şekillenmiş, birer sahil camisi ve yeşiliyle vurgulanmış sahil köyleri. İskele-cami odaklı bu yerleşmelerin sırtlarındaki tepelere dik yokuşlarla tırmanan mahalleler ve köylerarası sahil bandına bahçe ve müştemilatlarıyla zincirleme sıralanmış yalılar. Tabii cami denmekle tüm köylerin Müslüman-Türk nüfuslu olduğu kastedilmiyor, nüfus bileşimine göre, kilise ve sinagoglar da bulunuyor.
19. yüzyıl sonu İstanbul’u: kırmızı(pembe) renkli imarlı alanların Boğaz kıyılarında konumlanmış parçaları Boğaz köylerinin dağılımını gösteriyor.
Dolmabahçe Sarayı arkasında Teşvikiye. Sağında Beşiktaş. Aralarında “Y”şeklinde Maçka’ya tırmanan Akaret evleri.
1950’lerde Prost planı uyarınca açılmış Barbaros bulvarı, O köylerden biri olup yakınına yalı saray Dolmabahçe’nin gelmesiyle ayrıcalık kazanmış Beşiktaş’ı ardındaki tepelerden kestirmeden aşırtıp en gerideki yüksek tepelerden Boğaz’ın ileri noktası Büyükdere’ye inen hayvan yoluna bağlamış.
Prost’ca korniş yolu diye adlandırılan bu yol zamanla günün Levent odaklı bulvarına dönüştü. Prost ertesi belirleyici imar hamlesi ilk çevreyolu ve köprü aracılığıyla Boğaz’ın üzerinden atlarken iki ayağı Beylerbeyi ve Ortaköy’ü Boğaz kıyısı odaklı olmaktan çıkarıp ardına doğru genişletirken sırt noktasında çevreyoluyla buluştuğu yerleri yakalarının yeni düğüm noktası ve merkezlerine dönüştürdü; Avrupa’da Levent-Ulus, Asya’da Altunizade yakalarının sırtlarındaki yeni merkezleri. Bu gelişme bir kere iki taraflı gerçekleştikten sonra sıçrayarak Boğaz boyunca sırtlara yayılıp Boğaz vadilerini karşılıklı kesintisiz iskân alanları haline getirdi. Yalı köyleri tamamen yok olmayıp, sahil yollarıyla birbirlerine bağlanırken suyla ilişkileri ikincilleşti.
Ortaköy iskele meydanı ve sahil bandı 1974.
Beylerbeyi
Kandilli
Kanlıca
Ortaköy
Emirgan
Sadece su üzerinden karşı yakayı gören manzara cazibesi değil, kuzey-güney koridoru hava akımı avantajıyla da İstanbul’un en gözde yeriydi zaten. İkinci çevreyolu, yalnız yeni köprü ayağı Hisar’ların sırtları Maslak ve Kavacık’ın yayılmasını değil, Doğu ve Batı uçlarında geliştirdiği yeni iskân alanlarının yayılma zorlamalarını da üzerine taşıyınca, Boğazın iki yakası sahil çigisinden sırt çizgilerine kadar imarlı alan basıncına maruz kalmış oldu.
İşte tam bu aralıkta yani iki çevre yolu inşası aralığında (1973-85) ilginç bir gelişme oldu. 12 Eylül yönetimi en isabetli yasağıyla Boğaz’ın iki yakasına, öngörünüm hizaları içinde yeni bina yapımını yasaklayan özel bir imar statüsü getirdi. Bugün hala Boğaz diye bir yerden bahsedebiliyorsak ve mesela böyle bir yazı yazılabiliyorsa bunu bu yasağa borçluyuz. Yoksa İstanbul’un iki yakasının ardalanından gelip, Levent-Maslak-Altunizade-Kavacık sızma noktalarından yayılan basınç İstanbul’u hava ve sıhhat kaynağı bu müstesna aralığın cazibesinden tamamen mahrum bırakacak güçteydi.
2.köprü, arkaplanda Levent-Maslak hattı.
İşin şu tarafı da yok değil. Bu iki taraflı yoğun yapılaşma, bölgeyi eski Boğazlıların ayrıcalığı olmaktan çıkarıp, üst-orta tabakalar için de ulaşılabilirlik vaadi taşıyordu, ama o yasağın freni olmasa zaten ulaşmanın da anlamı kalmayacaktı.
Tabii bu da her yasak gibi manasız sonuçlara yol açmadı değil: Yeni inşaat imkansız olup, inşaatın yegâne yolu mevcut binaların restorasyonu olunca, ortalık hayalet bina paftalarıyla doldu. Boş arazilerde define arar gibi eski temel izleri aranmaya başlandı. Tabii eski taklidi yeni taş temeller de yapılmadı değil, Sedad Eldem’in bahsettiğim kitapları yıkılmış eski müştemilatların kanıt kataloglarına dönüştü. Koruma kurulu da buralarda imar izni yetkisi elinden alınmış belediyelerin imar dairesi gibi çalışmaya zorlandı. Kurulda görev yapan meslektaşlar, önlerine konan proje dosyasındaki eski bina kanıtlarını ayıklayan dedektifler haline geldi.
Boğaz’ın bağlı olduğu Büyükşehir ile İlçe belediyelere bağlı köylerin belediyeleri arasındaki uyumsuzluklar müzminleşti. Köyiçlerinde olup eser statüsü taşımayan binaların tadilatı caydırıcı prosedürlerle imkansızlaşınca ayrı bir köhneleşme kaynağı yaratılmış oldu.
Öte yandan da sadece AKP iktidarı değil, yasak (1980) ertesi dönemin tamamı küreyle paralellik içindeki Türkiye’de de kendine has kurallarıyla gayrımenkul kapitalizminin hüküm sürdüğü zamanlardı ve spekülatif eğilimlerin en azgın zamanında böyle müstesna bir değer potansiyelden mahrum kalmak sermayenin içine sindirebileceği bir paradoks değildi. ANAP döneminden başlayarak bu yasağı delmenin, hatta tümüyle ortadan kaldırmanın yolları arandı hep.
Boğaz’dan her veçhesiyle bahsedince Kuzguncuk’u atlamak olmaz. Bir grup aydın, aralarında Cengiz Bektaş, Nevzat Sayın vd. mimarların bulunmasının da lojistik desteğiyle, sanki Boğaz’ın genelinde bütün bunlar olmuyormuşçasına, o Boğaz köyünün hala taze fiziki dokusuyla içiçe geçirdikleri yaşamlarını sürdürüyorlar.
Şimdi Boğaz, tehditkâr biçimde yeniden politikacıların ağzında. Köprüden önce son çıkış: Tamam mı devam mı? Kararının eşiğindeyiz yeniden… Havasından, suyundan, manzarasından yararlanarak birlikte yaşayacak mıyız? Yoksa değişim değeri yapıp satıp-savacak mıyız? Geri dönüşü olmayan bir son karar anı daha…
İlan edilen şehircilik şurasında dile gelmeyen komplocu gündem arayanlar maalesef haklı çıktı ve epeydir gündeme sokuşturulduğu şekliyle sağduyulu bir istikrarla yarım yüzyıldır sürdürülmüş Boğaz’ın istisnai doğal yapısıyla örtüşen istisnai hukuki statüsünün hedef alındığı anlaşıldı. Şimdilik uğursuz bir temenni olarak gündeme gelenin sonra fiiliyat olmasına çok tanık olduk.
Tabii, 7’den-70’e, lümpenden-aydına en yaygın mutabakat konusu Arap düşmanlığı da boş durmayıp en gözde maddi varlığımıza siper ediyor hemen kendini : “Bari Arap’a yar olmasın!” sesleri en klişe imgeleriyle dolaştı piyasada hemen.