25 Ağustos 2015 günü Tuzla Piyade Okulu’nun da içinde olduğu Kartal Aydos Ormanları’nda bir yangın çıktı. Yangın güçlükle söndürüldü. 15 gün sonra 10 Eylül 2015 günü askerî bölge olan aynı yerde yeni bir orman yanığını daha çıkınca polis yangınların sabotaj olma ihtimalini araştırmaya başladı.
Bir süre sonra bu yangını çıkaran, marketlere, AK Parti ofislerine saldırılar düzenleyen bir grup PKK’lı gözaltına aldı.
Onlardan elde edilen bilgilerle PKK’nın İstanbul ve diğer bölgelerdeki raporlarını Diyarbakır’daki merkeze götüren bir ‘kurye’ye ulaşıldı.
Kurye izlendi ve 7 Ekim 2015 günü İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan Diyarbakır uçağına binmek üzereyken gözaltına alındı.
Gözaltına alınan kişi sınavda dereceyle girilen Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği’nde son sınıfta okuyan H.D.’ydi.
Eşbaşkanlıklarını Sabahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü’nün yürüttüğü yasal bir yapılanma Halkların Demokratik Kongresi Gençlik Meclisi üyesi olan H.D.'nin o güne kadar herhangi bir illegal faaliyeti yoktu. Polise göre kurye olarak bu yüzden seçilmişti. Üzerinden içinde taşıdığı raporların olduğu bir flash disk çıktığı basına yansıdı. Raporlar Diyarbakır’da bulunan Türkiye sorumlusu olan yeri ve adı belli birine gidiyordu.
Polis kaynaklarına göre o flash diskteki raporlardan biri PKK’nın Çukurova bölgesinden gelmişti ve raporda bir kadın militan “Gerekirse canlı bombalı saldırıya bile hazır olduğunu” bildiriyordu.
Buraya kadar olan kısmı medyaya yansıyan, benim bulabildiğim polisin iddiaları.
Şimdi bir de H.D.’nin avukatının ne dediğine bakalım:
“H.D’nin evi basıldı ve yasaklı olmayan kitaplarına el konuldu. Bunlar, Kültür Bakanlığı bandrolü taşıyan kitaplar. Bunun yanında birkaç dergiye el konuldu. Ayrıca telefonunda da birkaç müzik parçası buluyorlar ve bunları alıp indiriyorlar. Daha sonra ‘Sen bunları dinleyip bu kitapları da okuyorsan, o zaman örgüt üyesisin’ dediler. Youtube’da izlediği video ve dinlediği müzikleri göstererek, ‘Bu videolarda örgüt üyeleri var’ deyip, H.D.'yi bu gerekçeyle suçladılar.”
Bir önceki yazıda da örnekleri verilen avukat savunmalarını andıran “külliyen hiçbir şey yoktur” savunması bu.
Polis eziyet olsun diye bir üniversite öğrencisini, Youtube’da dinlediği müziklere bakarak evinde okulunda da değil, havaalanında gözaltına aldı demek.
Yine de şüpheci olmakta haklı sebeplerimiz var. Türkiye’de hukuksuz gözaltılar, kolayca örgüt üyeliğine bağlamalar bir gelenek. Geçmişte çok çok olmuştur, şimdi de olmaktadır.
Medyanın bir kısmı haberi polisin iddialarından, diğer kısmı ise avukatın açıklamalarından verdi.
Yine şüphenin olmadığı haberlerdi bunlar.
“Örneğin:
“HDK üyesi Boğaziçili, okuduğu kitaplar ve dinlediği şarkılar yüzünden tutuklandı!” http://www.diken.com.tr/hdk-uyesi-bogazicili-okudugu-kitaplar-ve-dinledigi-sarkilar-yuzunden-tutuklandi/”
Ama galiba insanları evlerinden çıkamaz hâle getirmeyi başaran terörle boğuşurken kimsenin şüphesiz, siyasi kaygılarla hakikatlere çarpıtma lüksü kalmadı artık.
Özellikle de her tarafta canlı bombaların patladığı, Sur’da, Cizre’de PKK’nın silahlı ‘direnişe’ geçtiği bir ülkede, dünyanın terörle mücadele ettiği, Türkiye’nin o terör odaklarına komşu olduğu bir zamanda, üstelik devleti terör eylemleri, canlı bombalarla ilgili istihbarat, zamanında engelleyeme üzerinden haklı olarak eleştirirken, bir üniversiteye düşen, üstelik Türkiye’nin açık ara en iyi üniversitesinin hocalarına düşen daha tedbirli, daha şüpheci davranmak olmalıydı.
Üzerlerinde o kadar öğrencinin sorumluluğu varken üstelik.
Hayır bu kez de olmadı. Partizanlık, devrimci dayanışma, sorgusuz kefil olma hepsine baskın geldi, bir önceki yazıda gazetecilerin yaptığını bu kez akademisyenler yaptı.
Aralarında çok ünlü, sahasının en iyisi, kolay kolay külyutmaz hocaların da olduğu 200’e yakın Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlisi “öğrencimize sahip çıkıyoruz” başlıklı bir bildiriyi imzaladılar. http://www.milliyet.com.tr/bogazici-universitesi-ogrencisine-gundem-2133242/
Bu da yetmedi. Açık ki Boğaziçi Üniversitesi’nden hocaların referansıyla Orta Doğu araştırmalarının en ünlü kurumlarından ABD’deki Middle East Studies Association’ın (MESA) http://mesana.org/committees/academic-freedom/intervention/letters-turkey.html#Turkey20151030Başkanı Prof. Dr. Beth Baron’a da H.D. için Başbakan Davutoğlu’na bir mektup dahi yazdırıldı…
(Mektubun yazılmasını kimin sağladığı konusunda bir tahminim var. Ama elimde bir bilgi yok o yüzden sadece şu linki şuraya bırakayım. http://www.jadaliyya.com/pages/about )
Onların bu bildiriyi yazdığı sırada, H.D.’nin avukatı olan az önce yukarıda savunmasını okuduğunuz Özgürlükçü Hukukçular Derneği’nden Hüseyin Boğatekin Balıkesir’de başka bir davada başka öğrencilerin hakkını savunmaktaydı. (Boğatekin ve derneğinin kurduğu PKK davalarında yargılanan öğrencilere destek veren bir hukuki destek ağı var.)
O öğrencilerden biri 6 ay sonra Ankara’da canlı bomba olarak kendini patlattı.
Yani, H.D.’nin masumiyetine dair etrafta dolaşan bütün bilgilerin kaynağı olan, MESA başkanının Başbakan Davutoğlu’na yazdığı mektupta bile adı geçen avukatın benzer argümanlarla savunduğu başka bir müvekkili beş ay sonra intihar bombacısı olarak Ankara’nın ortasında kendini patlattı.
Tabii ki bir avukat herkesi savunabilir. Birini savunduğu için suçlanamaz. Ama bu birine kefil olurken kafanıza şüphe bulutlarına neden olması gereken bir bilgidir. Özellikle de ortada aylar önce iftiraya uğramış öğrenci olarak mahkemede savunulmuş bir intihar bombacısı ve 37 masum insanın ölümü söz konusu ise.
Ama bu bile yazının başlığındaki Boğaziçi’nde Yaşayan Simonlarda bir şüpheye, kafa karışıklığına neden olmuş gözükmüyor.
Üstelik polise göre kurye olan öğrencilerinin taşıdığı raporlardan birinde bir kadının canlı bomba olma irade beyanı da yer alırken…
Üstelik daha 20 gün kadar önce canlı bombalı saldırıda kullanılacak şüphesiyle iki aracın içinde ve dışındaki otoparklarda yakalandığı bir üniversiteden bahsediyoruz.
İlk aracın yakalanma hikayesini Hürriyet’in haberinden okuyalım:
“Funda Kaya’ sahte kimlikli Sinem Oğuz’u takibe almıştı. Polisin tespitine göre, bombalı saldırı için kullanılacak olan ikiz plakalı Citroen marka otomobile düzenekler kuruldu, Diyarbakır’dan getirilecek patlayıcılar beklenmeye başlandı. Otomobil Sinem Oğuz'un Boğaziçi Üniversitesi’nde görevli bir tanıdığı aracılığıyla okulun otoparkına götürüldü.
Oğuz’a yardım eden üniversite görevlisi R.Ü. kayıplara karışırken Sinem Oğuz Diyarbakır’a gitti. PKK üyesi oldukları belirtilen Oğuz ile yanındaki H.A., Diyarbakır’da 27 Ocak’ta yakalanıp tutuklandı.”
İçerisinde bomba yerleştirilecek düzenek bulunan aracı Boğaziçi Üniversitesi’nde ‘misafir eden’ üniversite görevlisi R.Ü’nün adını baş harflerinden üniversitenin idari görevliler listesinde arayınca karşınıza muhtemelen üniversitenin bütün bilişim ağına hakim bir yöneticisi çıkıyor.
Polis kaynaklarına göre bombacı Sinem Oğuz ve yanındaki kişi Diyarbakır’a araca konacak bombaları almak için gitmişti. Peki yakalanmadan geri dönselerdi, Boğaziçi Üniversitesi’nde bekleyen aracın hedefi neresiydi? Yine polis kaynaklarına göre Taksim Meydanı’nın hemen arkasında duran çevik kuvvet noktası. Yani Taksim Meydanı! Yani hepimiz!
Eğer bu kadar bilgi bir devletin elinde olsaydı ama devlet “yok canım o yapmaz öyle şeyler” deseydi ve o adam ya da onun yardımıyla başka biri bir eylem yapsaydı o devlet kurumları ağır biçimde suçlanırdı ve bunun için çok haklı olunurdu.
Peki, milyonda bir doğru olma ihtimalini bile düşününce insanın tüylerinin diken diken edecek böyle bir vaka karşısında böylesine bir sorumluluğun altına bu kadar kolay imza atmak?
Canlı bombalar, terör konusunda devleti, istihbaratı eleştirmekte, daha fazla tedbir alınmasını istemekte hepimiz haklıyız.
Peki ya siyasi kavgaları, ideolojik hısımlıkları, devrimci dayanışmaları yüzünden terörün, canlı bombalara nefes alacak, hareket edecek alanlar açanlar, onlara kefil olanlar, gazetelerinde, mahkemelerde, üniversitelerde yollarını açanlar, propagandalarına hiç sorgusuz sualsiz inananlar, alet olanlar…
Eğer özgürlüklerimizi ve güvenliğimizi korumak istiyorsak hiçbirimizin özellikle de şimdi, Suruç, Ankara, Sultanahmet, Ankara, İstiklal diye giden bir liste önümüzde dururken Simon olma hakkı yok…