Hukuk, kuşkusuz farklı yorumlara, tartışmalara alan bırakan bir sektör. Fakat önümüze konulan karardaki gerekçeler hukuk normlarının hatalı bir yorumundan kaynaklanmıyor kanımca. Kamuya açık bir soruşturmada kendilerine nasıl olup da bu gerekçeleri yazabildikleri sorulsa, bu 7 üyenin verebilecekleri tatmin edici bir cevap bulmaları mümkün değil.
Hukuk tekniğine tamamen yabancı olanların da anlayabileceği bir “yanlışlıktan” bahsediyoruz.
Anlatayım izninizle…
Önce, “en teknik” sayılabilecek konuya dokunarak geçeyim: Hukukta gerekçeli karar, kısa kararda gösterilen sebepten farklı olamaz, onu aşamaz, çeşitlenemez… Kısa kararda 7 üye iptal nedeni olarak “sandık kurulu başkanlarının kamu görevlisi olmaması” nı göstermişlerdi. Gerekçede bize, sandık kurulu başkanlarının kamu görevlisi olmamasının seçmen iradesini hangi yollarla sakatladığını göstermeleri ve eğer sandık kurulu başkanları kamu görevlisi olsaydı seçim sonuçlarının farklı çıkacağına nasıl ikna olduklarını anlatmaları gerekirdi. Kendilerinin de gerekçeli kararda yazdıkları gibi tek başına sandık kurulu başkanlarının kamu görevlisi olmaması iptal nedeni değildir. Buna biraz aşağıda döneceğim. Şimdi konumuz kısa karara sadık kalma mecburiyeti.
Kararda 108 sandığın oy sayım çizelgelerinde usulsüzlük olduğu belirtiliyor. Peki bu 108 sandığın kaç tanesinin başkanı (kısa kararın bağlayıcı gerekçesi olan) kamu görevlisi değil? Söylüyorum; 2 tanesi. Yani, YSK kısa kararına göre sandık kurulu başkanının usulsüz seçildiği bu iki sandığın seçim sonuçlarına müessir olup olmadığını belirtip gerekçeli kararı bitirmesi gerekir. Çünkü kısa kararında oy sayım çizelgeleriyle ilgili bir neden göstermemiş. Bu sonradan icat ediliyor…
Aslında hukuk tartışması açısından bu yazı burada bitebilir…
Ama konumuz hukuk değil fark edileceği gibi..
Devam edelim. Bu 108 sandıktan 18 tanesinde oy sayım çizelgeleri hiç çıkmamış, kalan 90 tanesinde ise çizelge var fakat altında imzalar yok. Peki bunun bir önemi var mı? Hayır yok. Neden yok? Çünkü bütün bu sandıklarda tüm partilerin üyelerinin de imzaladığı oy sayım tutanakları mevcut ve bu bilgiler sisteme girilmiş. Asıl bağlayıcı belge okunan her oydan sonra üzerine çarpılar atılan çizelgeler değil; bütün kurul üyelerinin bu çarpıları sayarak hangi adayın kaç oy aldığını tespit edip yazarak altını imzaladıkları tutanaklar. Bunlar ıslak imzalı olarak her partide mevcut. Bu 108 sandıkta AKP’li MHP’li üyelerin de imzası var ve herhangi bir itiraz şerhi yok.
O halde yeniden soralım. O çizelgelerin olmaması veya imza eksiği bulunması eldeki ıslak imzalı oy sayım tutanaklarını neden geçersiz saymanıza yol açıyor? O sandıklardaki tutanaklarda her adayın kaç oy aldığı yazmıyor mu? Altında o sayımda bulunmuş AKP’li, MHP’li ve 2’si hariç 116 sandıktaki kamu görevlisi başkanın imzaları yok mu? Bu sorulara bu 7 üyenin verebileceği bir cevap var mı? Seçimin her aşamasında taraflar denetim imkanlarıyla donatılmışlardır ve itiraz hakları mevcuttur. Oylar sayılmış tutanağa yazılmış altı imzalanmışsa sonuç bellidir. Bu çocuk oyunu değildir. Varsa o imzanı sakatlayan somut bir gerekçe ve delil onu sunar ve itiraz edersin. Yoksa, sadece ” başkan kamudan değildi” ya da “çizelgeler imzasız veya yok” diyerek imzalanmış belgeleri hükümsüz kılamazsın. Bırakalım yüksek sıfatlı yargıçları sıradan insanlar da bunun böyle olması gerektiğini bilir. Hepimiz biliriz ki imza çok ciddi bir kanıttır ve onun geçersizliğini ileri sürmek kuvvetli inandırıcı delil gerektirir.
Zaten tam da bu nedenle bu 7 üye, sandık kurulu başkanlarının kamu görevlisi olmamasının da, sayım çizelgelerindeki eksikliklerin de tek başına iptal nedeni olamayacağını yazmak zorunda kalmışlar. Diyeceksiniz ki; peki o halde neden iptal kararı veriyorlar?
Evet; zaten kararın sıradan bir hukuk yorumu farklılığı olmadığını; bütünüyle siyasi nitelik taşıdığını ele veren de bu sorunun yazılı gerekçede bir cevabının bulunmaması. Bu iki gerekçenin ikisi de tek başına iptal nedeni değil ama bir araya gelince iptal nedeni…
Memlekette her şey gibi, halkın çoğunluğunun bidon kafalı olduğuna inananlar da yer değiştirdi.
Aynı soruları tekrar tekrar soralım…
Bu iki neden bir araya gelince ne olmuş da tek tek iptali gerektirmezken artık seçim sonuçlarına tesir eden bir irade sakatlanmasına yol açmış? Öncelikle şunu hatırlatayım bir daha: hem çizelge usulsüzlüğü hem de sandık başkanının kamudan olmaması durumu sadece 2 (yazıyla iki) sandıkta gerçekleşmiş. Oyların tamamını Binali beye yazsan 700 eder. Ama ben yine de soruyorum; bu iki sandık da dahil, çizelgede imza yoksa ve başkan kamu görevlisi değilse ne gibi durumlar olmuş da seçmen iradesi ya da sayım sonuçları sakatlanmış? Neden bu sandıklardaki “ıslak imzalı oy sayım tutanaklarına” inanmıyoruz? Zamanında ilgili parti temsilcileri de altını imzalayıp hiç itirazda bulunmadığı bu tutanaklarını geçersiz saymanızın sebebi nedir?
Hadi imzalanmış tutanaklar orada dururken delilsiz itirazın dinlenemeyeceğini de bırakalım bir tarafa. Yani demek istiyorum ki, hukuk mukuk dinlemeyelim gözü karartalım ve o 108 sandıkla ilgili ıslak imzaları görmezden gelelim. Peki o halde soru şu: Neden bu 108 sandığı yeniden saymıyorsunuz da bütün seçimi yeniliyorsunuz?
(İzninizle paranteze layık gördüğüm şu bilgiyi de paylaşayım: Bu 108 sandıktan Binali Yıldırım’a çıkan oy miktarı, İmamoğlu’na verilenden daha fazla! “Hani bilmiyoruz ama mutlaka bir şey oldu” diyorlardı ya! Ardından Cumhurbaşkanı kendinden emin “cevap basit, çalmışlar” dedi ya! Ahmak çıktı galiba bu oy hırsızları. Yanlış adaydan çalmışlar gibi sanki)
Bir de dolgu maddesi olarak kısıtlıların da oy kullandığı gibi açıklamalara yer verilmiş kararda-ki gerçekten üzerinde durmaya değmez. Kuru gürültü maksatlı olduğu o kadar bağırıyor ki! AKP’nin on binlerce olduğunu iddia ettiği kısıtlı olup da oy kullanan seçmen sayısının 700 civarında olduğu tespit edilmiş…
Karara muhalif ve gerçek bir yargıcın şerh gerekçesinde belirttiği gibi bu karar halkın yönetime katılma hakkının de engellenmesi anlamına geliyor. Yarattığı sonuç bu.
Bu sıradan bir olay değildir; yargı kurumlarının, hukukun işlerliğinin ne durumda olduğunu da gösterir niteliktedir. Bizim gibilerin bütün uyarılarına rağmen,” vesayet sistemini aşıyoruz” diye alkış toplamaya çalışılan yeni rejimin, tek adam anayasasının, ülkeyi taşıdığı noktaya da işaret etmektedir. Her şeyden önemlisi de, “halk devrimi yapıyoruz; milli iradeyi egemen kılıyoruz” seslerinin, o yücelttikleri irade farklı tecelli ettiğinde nasıl bir kimlik sergilediklerini ortaya çıkartan bir örnek oluşturmaktadır.
Uyuyan uyanır; uyuyor taklidi yapan “vesayetten kurtulduk” şarkısına devam eder…