Yaşanan olaylar zamana yayıldığında bütünlüğü kavramak çoğu zaman belirli bir vaktin geçmesini ve çaba harcanmasını gerektirir. Oysa sıkışık bir zaman dilimi içinde art arda yaşandıklarında bir bütünlük duygusu elde edersiniz. Suriye’de de son bir hafta içinde yaşananlar karşımızdaki tabloyu bir anda netleştirdi.
Önce PYD ile Esat arasında, bütün hakimiyetin rejime devredilmesini ima eden beş maddelik anlaşma teklifini ve bunun PYD tarafından kabul edilmediğini öğrendik. Bu arada Esat yönetimi medya üzerinden Türkiye’nin Afrin harekatı kapsamında kimyasal silahlarla sivillere saldırdığını iddia etti. Ardından uluslararası haber ajansları rejim güçlerinin Afrin’e gireceğini duyurdu ama PYD bunu yalanladı. Rusya ise Türkiye’nin durumu sorgulamasını ‘anlaşmaya sadığız’ diye yanıtladı… Ancak yine de İran yanlısı Liva Bakir grubuna ait 20-50 araçlık bir konvoy Afrin yolundayken, güzergahın TSK tarafından bombalanması üzerine geri çekildi. Buna karşılık rejim güçlerinin Halep çevresinde PYD elindeki bölgede konuşlanmaya başladığı haberleri geldi… Aynı birkaç gün içinde Rusya Doğu Guta’ya ilişkin BM Güvenlik Konseyi’ndeki ateşkesi engelleyici bir hamle yaptı ve kapsamın bazı örgütleri kapsamaması yönünde uyardı…
***
Bütün bunlar olurken Lavrov tarafından söylenen iki cümle olayı bütünlük içinde anlamlandırma ve yorumlama imkanı verdi. Birinde Türkiye’ye rejimle konuşmayı, sorunları Esat ile çözmeyi tavsiye etti, diğerinde ise ateşkesin kesinlikle IŞİD, Nusra cephesi ve “bu örgütlerle işbirliği içindeki gruplara” yönelik operasyonları kapsamaması gerektiğini belirtti.
Aktör analizine Rusya ile başlarsak strateji açık: Rejimi Suriye’nin tek hakimi halini getirmek ve bu minvalde Sünni Arap toplumun siyasi örgütlenmelerini terörle ilişkilendirerek etkisiz kılmak. Barış için ABD’ye muhtaç olduğu için yeni bir gerilim ve çatışma istemiyor. Türkiye’nin ise nihayette kendi iradesiyle Esat ile anlaşacağını öngörüyor.
İran temel yaklaşımda Rusya’dan farklı değil, ama ABD’nin bölgede güçlü bir aktör olarak kalmasından çekiniyor. PYD’nin sadece ABD değil Rusya’nın da desteğine sahip olduğunu bildiği için ortadan yok olmayacağını, Türkiye’nin bu süreçte bir bataklığa çekildiğini, harekatın başarısız kalma durumunda da ABD’nin güçleneceğini söylüyor.
ABD Esat rejiminin dengelenmesi gerektiğini ve bunun ancak Kürtlerle mümkün olduğunu öne sürüyor. Sünni Arap grupların bir bölümünün şimdiden rejimle işbirliği içinde olmasını bir uyarı olarak alıyor. O nedenle PYD’nin askeri hakimiyetinin olduğu bölgelerde Sünni Arap çoğunluğun etkili olduğu bir yönetim yapılanması kotarmaya çalışıyor ve Türkiye’nin de bu modeli kabul etmesini istiyor.
Mesele şu ki farklı nedenlerle de olsa Rusya, İran ve ABD açısından Suriye’de kalıcı bir barışın yaratılabilmesi, Kürtlerin kimliksel değil, ama bölgesel bir federatif yapı içinde yer almaları ile mümkün. PYD’nin gücü ise son birkaç yılı kendi avantajına kullanabilmiş olmasından kaynaklanıyor. Aksi halde kimse ille de PYD kontrolünde bir özerk bölge oluşsun demiyor. Ancak Kürtleri bir bütün olarak denklemin dışında tutmak çözümsüzlüğü ima ediyor, çünkü Suriye’nin yeniden tümüyle Esat’a teslim edilmesi halinde çatışmaların tetikleneceği ve yeniden inşa konusunda Batı’dan destek alınamayacağı açık…
***
Bu tablo karşısında Türkiye’nin en akılcı stratejisi ne olurdu? Herhalde PYD’yi siyasi açıdan mahkum edebilmenin koşulu olarak diğer Kürtlerle yakın temas içinde olmak gerekirdi. Ancak Barzani kartı tamamen yanlış kullanıldığı gibi, Suriye’de de ‘PYD ile kim mücadele ederse bize makbul’ noktasına gelindi. Yani hem Kürtler kazanılamadı hem de Esat rejimine razı olundu.
İyi de, Türkiye ile birlikte davranan Sünni Araplar bu rejime karşı silahlanmıştı… Bunca yıkım ve ölümden sonra onlara yine Esat’ı sunmanın Sünniler açısından bir yenilgiyi ifade ettiği ve stratejik olduğu kadar ahlaki de bir mesele oluşturduğu açık değil mi?