O fotoğraf karesini herkes hatırlıyordur.
2015 yılında Avrupa’ya Suriyeli mülteci akını başladığında Danimarka’da çekilmişti.
Fotoğrafta sarışın yakışıklı bir Danimarkalı polis ve küçük bir mülteci kız bir otobanın ortasında oturmuş oyun oynarken görülüyordu. Fotoğraf yüzünden epey meşhur olup, çok sayıda da evlilik teklifi almış Danimarkalı polis, evlilik yüzüğünü verdiği küçük kızla “yüzük hangi elimde” oyunu oynarken, etraftaki Danimarkalı gazeteciler de fotoğraflarını çekmişti.
Fotoğraf, reklamsız, PR’sız milyonlarca mülteciyi sessiz sedasız kabul eden Türkiye’de haklı olarak “rol çalmak”, “ucuz şov” olarak görülmüş, ayrıntılarıyla pek ilgilenilmemişti.
Aslında fotoğraf karesi PR için başarıyla kullanılsa da ne polis mankendi, ne mülteci kız sahteydi, ne de olay kurmacaydı.
O günlerde Türkiye üzerinden Yunanistan’a geçen, oradan Balkanlar üzerinden Almanya gidebilen mültecilerden bir kısmı Köln’den trene binip Avrupa’nın en mülteci dostu ülkesi İsveç’in Malmö şehrine gitmeye çalışıyordu.
Mülteciler, Almanya-Danimarka sınırındaki Padborg’de parmak izlerinin alınması için trenden indiriliyor, böylece İsveç’e mülteci akını yavaşlatılmaya çalışılıyordu ama trenlerden inen binlerce mülteci bu kez de otobanlardan yürüyerek İsveç’e ulaşmaya çalışmaktaydı.
O mülteci ailelerden biri de Iraklı el Saedi ailesiydi.
Aile Musul’dan Türkiye’ye kaçmış. Kaçak olarak gemiyle Yunanistan’a geçmeyi başarmış, Balkanlar ve Macaristan üstünden Almanya’ya gelmiş, İsveç’e gitmek üzere trene binmiş ve Almanya-Danimarka sınırına kadar ulaşmıştı.
Meşhur fotoğraf karesindeki Nur, o sırada 6 yaşındaydı.
Daha sonra aile transit olarak geçtikleri Danimarka’dan gitmek istedikleri İsveç’e ulaştılar ve üç yıldır da Skelleftea şehrinin Boliden kasabasında bulunan bir sığınmacı kampında yaşamaktalar.
Ama BM standartlarında mülteci statüsünde olan, herkesin evlerinin olduğu, çocukların okula gidebildiği bir sığınmacı kampından bahsediyoruz. Artık dokuz yaşında olan Nur, üç yıldır burada okula gidiyor, artık İsveççeyi anadili gibi konuşabiliyor.
Şimdi de önceki gün bütün gün gazete internet sitelerinde, sosyal medyada hatta tv haberlerinde dönen haberi okuyalım:
“Üç yıldır tek bir mülteci kabul etmeyen Danimarka, reklam için kullandığı kızı da ülkesine gönderiyor. Danimarka, Birleşmiş Milletler kotası nedeniyle 2015-2018 yıllarında kabul etmesi gereken sığınmacıları almamak için kanun çıkarttı. Üç yıl önce Danimarkalı bir polis memurunun mülteci kızla oyun oynaması, dünya medyasının ilgi odağı olmuştu. Avrupa basınında büyük beğeni toplayan görüntünün devamında olanlar ise Avrupa'nın ikiyüzlü mülteci politikasını gün yüzüne çıkardı. Danimarka Avrupa'da mülteci şovunu en iyi yapan ülkelerden biri olarak takdir toplarken, iltica başvurusu kabul edilmeyen mülteci kız ve annesi İsveç'e gönderildi. İsveç'in Boliden kasabasında yaşam mücadelesi veren anne kızın kaderi burada da değişmedi. İsveç, anne kızın iltica talebini kabul etmedi. Bu nedenle anne ve kız Irak'a geri gönderilecek.”
Bir Türk gazetecilik klasiği olarak haberde haberin kaynağı, nereden alındığı, hatta haberin orijinalinde yer alan isimlerin hiçbiri yok. Ama bunun sebebi kötü gazetecilik değil, gerçeği daha rahat eğip bükebilmek.
Çünkü amaç haber değil, ideolojik bir “kötü batılılar”mesajı vermek. O yüzden de haberdeki cümlelerin neredeyse hepsi yanlış.
Kaynak verilmese de ‘haber’ bundan 20 gün önce İsveç’in en çok satan gazetesi Aftonbladet’te çıkmış bir röportaja dayanıyor. Gazete İsveç’in Boliden kasabasında yaşayan Nur ve ailesini bulup röportaj yapmış. Muhtemelen Türk medyasının kaynağı ise bu röportajı 4 Mart’ta haber yapan Alman Bildt gazetesi.
https://www.bild.de/news/ausland/fluechtlingskrise/fluechtlings-maedchen-noor-jetzt-in-schweden-54978610.bild.html
Olay Danimarka’da değil, İsveç’te geçiyor. Aile Danimarka’ya iltica talebinde bulunup reddedilmiş ve İsveç’e gönderilmiş değil. Üç yıl önce Danimarka’dan İsveç’e gitmişler zaten. Ve Irak’a geri gönderildikleri de doğru değil.
Nur ve ailesinin üç yıldır yaşadıkları İsveç’e yaptıkları iltica talepleri iki kere reddedilmiş, üçüncü iltica taleplerinin sonucunu da 1.5 yıldır bekliyorlar.
Haber aslında bu. Ama bu haliye “İkiyüzlü kötü Batılılar” mesajını vermediği için eğilip bükülmüş, aile Irak’a geri gönderilmiş, hem de o PR fotoğrafının çekildiği Danimarka’dan. Tabii başka ayrıntıların da üzerinden de uzun atlanmış.
Röportajda anne Saedi “Kızım altı yaşındayken İsveç’e geldi ve hemen okula başladı. İsveççeyi anadili gibi öğrendi ve buraya alıştı. Kızımın okulundaki bütün sığınmacı çocukların ilticası kabul edildi. Bir tek kızımın ve bizim ilticamız kabul edilmedi” derken, Nur da “İsveç’e alıştım. Her gün Irak’a geri gönderilme korkusuyla yaşıyorum. Üç yıl önce benimle oynayan Danimarkalı polis umarım bana yardım eder” demiş. Hatta haberi yapan İsveç gazetesi Aftonbladet ve Danimarka gazetesi Extra Bladet o polis memuruna da bu mesajı iletmişler.
İsveçli gazetecilere göre bu talebin iki kere reddedilmesinin sebebi AB hukuku. Mülteci meselesini düzenleyen Dublin Sözleşmesi’ne göre aile ilk Macaristan’a iltica ettiği ve parmak izi verdiği için oraya gönderilmesi söz konusu. Ama mülteci duyarlılığının pozitif anlamda güçlü olduğu İsveç’te gazetelerin haklarında benzer haberler yaptığı mültecilere hükümet iltica hakkı tanımış.
Yani aile Irak’a geri gönderilmedi. Sadece iki iltica başvuruları kabul edilmedi. Olayın fotoğrafın çekildiği Danimarka ile ise hiç bir alakası yok. Aile üç yıldır İsveç’te. Bir kampta ya da zor koşullarda da değiller, bir evde oturuyorlar, çocukları da okula gidiyor.
Haberin geri kalan cümleleri de sorunlu.
2016’da sert bir mülteci kanununu kabul etmesine rağmen Danimarka’nın üç yıldır hiç mülteci kabul etmediği doğru değil. Son üç yılda Danimarka 30 bin mülteciye sığınma hakkı vermiş. Türkiye ile geri iade anlaşması, İsveç’in açık kapı politikasını sertleştirmesi ve çıkan sert mülteci kanunundan sonra 2017 yılında iltica talebi kabul edilen sayısı yarı yarıya düşmüş. Ama bu rakam Türkiye’de de benzer oranlarda düştü zaten.
İsveç ise sadece son üç yılda 250 bine yakın mülteciye sığınma hakkı vermiş, bunun 90 bini Suriyeliler. 2015 yılında ilk altı ayda sınırlarına 163 bin mülteci gelince yaşanan şokla, ülke açık kapı politikasını biraz değiştirmiş.
Bu arada Türkiye’de az biliniyor ama son üç yılda Almanya 1 milyon 350 bin mülteci kabul etti. Bu rakam sadece 2015 yılında 890 bin. 2017 yılında ise 186 bin. Bu sığınmacıların büyük bir çoğunluğu da Suriyeliler.
Türkiye’nin 3 milyon mülteci rakamının yanında bu rakamlar küçük gelebilir. Türkiye, komşusu ve ortak bir tarihi ve kültürü paylaştığı milyonlarca Suriyeliye ev sahipliği yapmakla övünmekte haklı ve bütün dünya Türkiye’yi bu yüzden takdir ediyor. Mülteciler meselesinde Batı’yı eleştirmekte haklıyız.
Ama son üç yılda kültürel ve dini olarak kendilerine hiç benzemeyen 1 milyon 350 mülteciyi kabul eden, kamp ve barakanın çok üstünde bir barınma imkanı, çalışma izni, eğitim hakkı veren Almanya, sadece son üç yılda 250 bin mülteciye daha kapılarını açmış ve iyi koşullar sunmuş İsveç de takdiri hak ediyor.
Hem de bu ülkelerdeki iktidarlar mültecileri siyasi maliyetini de ödeme pahasına kabul ettiler. Avrupa’daki merkez sağ ve merkez sol iktidarlara bu mülteci dostu politikalar, ırkçı ya da popülist partilerin yükselmesi, oy kaybı olarak geri döndü. Almanya’da ırkçı parti Meclis’e girdi. Mültecilerin gemilerle sığındıkları İtalya’da son seçimlerin sonucunu bu mülteci meselesi belirledi.
Türkiye’de pek takip edilmedi ama 2015 yılında Avrupa’ya mülteci akını sırasında Almanya’da gazeteler, sanatçılar, zengin işadamları Merkel hükümetinin açık kapı politikasını destekleyen kampanyalar yaptılar. Hatta Bildt gazetesinin genel yayın yönetmeni gibi bazı ünlü isimler kendi evlerinde Suriyeli mültecileri misafir ettiler.
Evet Avrupa’da, Batı’da mülteci karşıtlığı yükseliyor, o yüzden hükümetler politikalarını sertleştiriyor.
Ama bu bütün Batılılar mülteci karşıtı, mülteci meselesinde ikiyüzlü ve Batılı ülkeler hiç mülteci kabul etmiyorlar demek değil.
Bu suçlamayı sadece Suriyeli mültecilere değil, on yıllardır milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının da yaşadığı, çalıştığı, hatta siyaset yapabildiği bu ülkelere karşı yapmak ise haksızlık.
Türk, Boşnak asıllı göçmenlerin bakan olarak kabinede yer aldığı İsveç, bir partinin genel başkanının Türk asıllı olduğu Almanya, 13 yaşında Hollanda’ya göçmüş bir Faslıyı Roterdam gibi bir şehre belediye başkanı seçen Hollanda, Pakistanlı bir Müslümanı Londra’ya Belediye başkanı seçen İngiltere’nin mültecilerle ilgili tecrübelerinden hala öğrenecek çok şey var.
Kilis’te ya da Antep’te günün birinde bir Suriyeli’nin belediye başkanı seçilip seçilemeyeceğini, İstanbul’un bir göçmen Hristiyan belediye başkanı olup olamayacağını düşünmekte fayda var.
Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Batı’da hem mültecilere dost olanlar, hem de mültecilere karşı olanlar var. Siyasetçiler arasında da halkta da.
Örneğin ABD’de Türkiye’de çok seveni olan Trump yönetimi sınıra duvar örüyor, seyahat yasakları getiriyor, mülteci karşıtı politikalar güdüyor ama son Oscar töreni neredeyse mültecilere saygı duruşu geçidiydi. Meksikalı, Latin kökenli isimlere ödüller gitti, ödül alanlar isim vermeden Trump’ın mülteci politikalarına karşı mesajlar verdiler, hatta bir ara aralarında Halep’ten attığı tweetlerle tanınan, Türkiye’ye de gelen Suriyeli küçük Bana’nın da olduğu mülteciler sahneye çıktı, mültecileri ve farklılıkları savunan şarkılar söylendi.
Hadi bunların hepsi film, makyaj. 2018 Kasım ara seçimlerinde Kaliforniya’da kongre için Demokratların en güçlü aday adaylarından biri olan Ammar Campa-Najjar, 1972 Münih Olimpiyatları sırasında 12 İsrailli sporcuyu öldüren Filistinli Kara Eylül örgütünün üyelerinden (bu yüzden Mossad tarafından öldürülmüştü) birinin torunu. Annesi Latin babası Filistinli. Büyük tartışmalara rağmen adaylık yolunda ilerliyor.
O yüzden iç siyasete dönük “kötü ve ikiyüzlü Batı” propagandası için uydurulmuş ya da abartılmış haberlerle düşmanlığı değil, bu ülkelerdeki mülteci dostu siyasetçilerle, kesimlerle dostlukları artırmakta fayda var.
Bütün Türkler ve Müslümanlar iyi, yardımsever, mülteci dostu olmadığı gibi bütün Batılılar da kötü, bencil ve mülteci düşmanı değil.
Keşke bu kadar basit bir düzlemde konuşmak zorunda kalmamış olsaydık…