Balkon konuşmasında partinin genel başkanı altını çizerek söyledi. Parti sözcüsü de basın toplantısında özellikle vurguladı… AKP ‘dersimizi aldık’ dedi. Sadece Haziran’la ilgili değil, Kasım seçimindeki olağanüstü başarı ile ilgili de aynı kanaati belirttiler. “Biz öğrenen bir partiyiz” dediler. Topluma ‘gözüm kulağım sende’ dediler… Muhalefet partileri de aynı saatler ve günlerde açıklamalar yaparak değerlendirmelerini kamuoyuna sundular. İktidarın tutumu başarısız kalmalarının temel nedeni olarak sunuldu.
Burada epeyce sakat bir durum var. Düşünün ki yüzde elli oy almış olan parti ‘hatalar yaptık’ tespitinden hareketle özeleştiriye yönelirken, apaçık bir yenilginin altında kalmış olanlar hala kendi dışlarından bahane arayabiliyorlar. Sadece bu bile AKP’nin bu ülkede iktidarı hak eden tek siyasi hareket olduğunun ve mümkünse bu iktidarı paylaşmamasında yarar olduğunun kanıtı.
Pedagojinin basit eğitimsel ilkelerinden biri çocuğun belirli bir erken yaştan itibaren kendisine objektif bakmasının sağlanmasıdır. Eğer istemediği bir durum ortaya çıkmışsa, hayatı reddetmemesi, başkalarıyla diyalog kurabilmesi, onları da anlaması ve ikna edebileceği yollar bulması telkin edilir. Bunu yaparken çocuk başkalarının da kendisinden nasıl etkilendiğini, hareketlerinin ne anlama geldiğini dışarıdan bir gözle değerlendirme yoluna girer. Olgunlaşma anlamında ‘büyümek’ esas olarak zaten budur…
Bu yaklaşımı Türkiye siyasetine taşırsak, söyleyebileceğimiz ilk şey bizdeki muhalefet partilerinin henüz ‘çocukluk’ dönemini aşamamış olmaları. Siyaset onlara istedikleri oyuncakları tahsis eden bir oyunmuş gibi davranıyorlar. CHP ve MHP için Cumhuriyet’in başından bu yana gelen bir zihni vesayet hali var. Sanki onların ‘tepesinde’ bulunan fiziksel ya da manevi bir güç siyasetin nasıl ‘oynanacağını’ belirliyor ve onlara da uygun oyuncaklar ‘takdir’ ediyor. CHP için fiziksel olan asker/yargı bürokrasisi, manevi unsur ise Kemalizm/Mustafa Kemal oldu. MHP açısından fiziksel unsur ‘derin devlette’, maneviyat ise Turancılıktan beslenen bir milliyetçilikte arandı. HDP için ise aynı işlevi fiziksel olarak PKK, manevi olarak ise sol ideoloji görüyor.
Her üç muhalefet partisi de kendi kişiliğini, bırakın ortaya koymayı, henüz arama cesaretine bile sahip değil. Bir seçim başarısızlığından sonra ‘bazı hatalarımız oldu, sorumluluk bizimdir, bir daha yapmamaya çalışacağız’ diyebilmek için gereken içsel enerji ve özgüvenin çok uzağındalar. Bu durumu beklenmeyen bir yenilgi karşısında savrulma, çaresiz hissetme veya insani olarak görülebilecek bir kaçış ihtiyacı olarak değerlendirmek zor. Çünkü sonuç alınmadan da aynı tavrı sergilediler… Diğer bir deyişle sonucu az çok öngördükleri halde kendilerini düzeltme çabası içine girmektense, suçu başkalarına atmanın zeminini oluşturmaya çalıştılar.
CHP başkanı doğru işler yapacağı kesin olan partisine toplumsal teveccühün olmamasından yakındı. MHP başkanı ‘saraya’ yüklenmenin kendi partisine bir makbul siyasi duruş getireceğini sandı. Leninist sol siyasetin takipçisi HDP başkanı ise oportünizme sığındı. Savaşın AKP tarafından çıkarıldığı için siyasi sonucun kendi lehlerine olacağı teziyle son güne kadar gelip, yenilince savaşın iktidara yaradığını söyleyebildi. Sonradan medya baskısı altında olduklarını iddia edebilmek için televizyonlara bile çıkılmadı…