Ana SayfaYazarlarCanan Kaftancıoğlu ile Şevki Yılmaz arasında nasıl bir benzerlik var?

Canan Kaftancıoğlu ile Şevki Yılmaz arasında nasıl bir benzerlik var?

 

CHP’nin İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, perşembe günü Ekrem İmamoğlu ile birlikte İl Seçim Kurulu’ndan mazbatayı almak için gittiği Çağlayan Adliye’sindeydi dün yine. Ama bu kez 37. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan bir davanın sanığı olarak oradaydı.

 

Kaftancıoğlu, en eskisi yedi, en yenisi üç yıl öncesine ait olan tweetleri nedeniyle,  “Cumhurbaşkanına hakaret, Türkiye Cumhuriyeti devletini alenen aşağılama, halkı kin ve düşmanlığı tahrik etmek ve terör örgütü propagandası yapmak” suçlarından 17 yıl hapis istemiyle yargılanıyor.

 

Tweetlerin tamamı Kaftancıoğlu’nun 2018’de CHP İstanbul il başkanı olmadığı zamanlara ait.

 

Şayet CHP il başkanı olmasaydı herhalde eski tweetlerini karıştırıp böyle bir soruşturma açmak hiçbir savcının aklına da gelmezdi.

 

Kaftancıoğlu, “İşkence Olgularının Adli Tıp Değerlendirmesi” teziyle ihtisasını yapmış bir tıp doktoru.

 

Adı önce fail-i meçhul cinayetlere kurban gitmiş isimlerin ailelerinin kurduğu Toplumsal Bellek Platformu’nun sözcüsü olarak duyulmuştu.

 

O platformun sözcülüğünü yapmasının sebebi, 1980 yılının Nisan ayında, 45 yaşındayken, evinin ve küçük kızının gözleri önünde öldürülen yazar, halk kültürü araştırmacısı (“Evreşe Yolları”, “Yüksek Yüksek Tepelere” türkülerinin derlemecisi), İstanbul radyosu yapımcılarından Ümit Kaftancıoğlu’nun gelini olması.

 

Türkiye İşçi Partili, sosyalist bir isim olan Ümit Kaftancıoğlu’nu öldürdüğü iddia edilen dört kişi, darbe sonrasında MHP İstanbul Davası’nda yargılanıp ceza almış ama dört yıl sonra bırakılmıştı.

 

Aile yıllarca gerçek faillerin bulunup cezalandırılması için uğraşmış ama bir sonuç alamamıştı.

 

Yani sert ve acı bir Türkiye hikayesi içinden gelen, böyle siyasallaşmış bir isimden bahsediyoruz.

 

Siyasal çizgisi ve yazdıklarına bakınca da aslında Ekrem İmamoğlu gibi klasik CHP çizgisinden gelmeyen, CHP’nin daha solunda duran bir isim Kaftancıoğlu.

 

Hrant Dink anmasında “Katil devlet hesap verecek” diye bağırıldığını yazdığı, Taksim’deki “1915 Ermeni Soykırımı anmasını” duyurduğu, Gezi olayları sırasında Erdoğan aleyhine atılan “belalı” sloganları alıntıladığı, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını eleştirdiği, “Aptalca politikalar yüzünden ölen masum insanlara şehit diyerek ölümü kutsamaktan vazgeçin artık”  gibi standart CHP’li bir siyasetçiden de beklenmeyecek epey soldan tweetler yüzünden yargılanıyor.

 

Normal bir demokraside ifade özgürlüğü içinde ama ülke siyaset ortalamasının üzerinde görüşlerden bahsediyoruz. Sadece muhafazakarlar için değil, Kemalistler ve milliyetçiler için de.

 

Kaftancıoğlu bir basın toplantısı düzenleyerek tweetlerin bir kısmına sahip çıkmış ve neden attığını anlatmış Erdoğan’la ilgili bazı tweetler için özür dilemiş ama özellikle CHP’lilerin de pek hoş bakmayacağı içinde “Ermeni Soykırımı” gibi ibarelerin geçtiği bazı tweetler içinse montaj demişti.

 

Zaten Kemalist gazeteler de Kaftancıoğlu’nun “montaj tweetler” yüzünden yargılandığını yazdılar.

 

Bu tweetler, AK Parti tarafından 31 Mart ve 23 Haziran seçim kampanyasında “CHP’nin marjinal zihniyetinin”, “asla değişmeyeceğinin”, “İslam düşman”lığının, “bizden” olmamasının delili olarak sürekli dolaştırıldı.

 

Hatta eşinin yediği domuz pirzolası ile ilgili attığı bir tweet, Erdoğan tarafından bile seçim kampanyasında kullanıldı.

Kaftancıoğlu’nun, henüz kurumsal ve siyasi sorumluluk taşımadığı, solcu bir aktivist olarak rahatça yazdığı günlerden kalma sosyal medya arşivini kazıyarak çıkarılan eski tweetleri hala, Eyüp Sultan’da şükür namazı kılan, camide Yasin okuyan, makamında göreve duayla başlayan İmamoğlu’nun imajının  ve CHP’nin muhafazakarlara açılma siyasetinin takiyye ve aldatmaca olduğuna delil yapılıyor.

 

İşte biz bu filmi daha önce görmüştük dedirten kısmı da zaten tam olarak burası.

1994 yerel seçimlerinin hemen ardı.

Refah Partisi, aralarında  İstanbul ve Ankara’nın da olduğu 28 ilde belediye başkanlıklarını kazanmış.

Kimsenin beklemediği bu sonuç karşısında şaşkınlığı geçenler, korku senaryoları üretmeye başlamış.

“Refahlı başkanlar içkiyi yasaklayacak, belediye otobüslerini haremlik-selamlık yapacak…”

 

Erdoğan, Gökçek başta olmak üzere yeni seçilen başkanlar üst üste röportajlar vererek bu korkuları bastırmaya çalışıyor, Refah Partililer kimsenin hayat tarzına karışmayacaklarının güvencesini veriyor.  Hatta Erdoğan bu korkuları gidermek için seçim kampanyası sırasında içkili lokantalara bile girerek oy istemişti.

 

Ama yılların önyargılarını ve korkularını gidermek o kadar kolay olmuyor. Üstelik bir yıl önce Sivas’ta 33 kişinin yakıldığı, bir kaç yıl içinde peş peşe Kemalist laik aydınların öldürüldüğü bir ülkenin ağır havasında…

 

İşte seçimlerden bir ay sonra laik kesim o korkularını haklı çıkartacak malzemeyi, Erdoğan ve Gökçek’ten olmasa da Rize’nin yeni Belediye Başkanı’nda buldu.

 

Televizyonlar, Milli Görüş’ün hatiplerinden olan Şevki Yılmaz’ın eski konuşma arşivini keşfettiler.

Her gün televizyon haberlerinde o konuşmalardan biri patlatılıyordu.

 

En meşhuru, 1992 yılında Hac sırasında Arafat’ta ettirdiği yeminin videosuydu:

“Bundan böyle sana savaş açan sağcılık, solculuk, Kemalizm, kapitalizm, laiklik ve bütün şeytani düzenleri boykot ederek, seninle bizim aramıza İslam’dan başka, Kuran’dan başka hiçbir nizamı sokmamak için canımızla malımıza senin dinin uğruna nöbete koşuyoruz, geliyoruz.”

 

Şevki Yılmaz üst üste röportajlar vererek, kendini anlatmaya çalıştı, Atatürk’le, laiklikle sorunu olmadığını söyledi, kasetlere montaj dedi. Ama derdini anlatamadı, DGM’de yargılandı.  Hapis cezası almaktan ise ancak milletvekili seçilip, dokunulmazlık kazanınca kurtuldu. Sonra 28 Şubat günlerinde arşivi bir kere daha açıldı.

 

1991 Viyana, 1994 Sivas konuşmaları her akşam televizyonlarda dolaştırıldı.

 

30 Ağustos törenlerine “ben deyyus değilim, ben pez..nk değilim” diyerek katılmadığını, “Atatürk heykeli karşısında saygı duruşunda durmanın geri zekalılık olduğunu” söylüyor, Özal’a “papaz” diyordu. Tekrar DGM’de yargılandı,  bir süre yurtdışına çıkarak ceza almaktan kurtuldu.

 

1994 yerel seçimleri, ardından 1995 genel seçimlerinde yerelde ve Ankara’da iktidara gelen Refah Partisi’nin sistemle uyum, daha geniş kesimlere ulaşma çabalarının karşısına sürekli bu arşivler karıştırılarak çıkarılmış kasetler çıkarıldı. Halbuki muhalefet günlerinin konforunda edilmiş o sözler, iktidar sorumluluğu omuzlara çökünce geçmişte kalmıştı.

 

Parti, sürekli takiyye yapmakla, samimi olmamak suçlandı. Şevki Yılmaz’ın kasetleri Refah Partisi kapatma davasının delilleri arasına girdi.

 

Sırtında yumurta küfesi taşımayan bir hatibin eski konuşmaları, siyasetin normalleşmesinin, güven sorunlarının aşılmasının önüne geçti. O kasetler, toplumsal kutuplaşma ateşine kömür olarak atıldı.

 

O kasetlerde söylenen hiç bir şey de olmadı. Ne Refahlı belediyeler içkiyi yasakladı, otobüslerde haremlik selamlık uygulaması başlattı ne de Refah-Yol iktidarında kimsenin hayat tarzına karışıldı.

 

Laiklerin samimiyetine bir türlü inanmadığı bu normalleşme ve merkeze açılma çabası dört yıl sonra partinin içinden AK Parti’yi doğurdu, Şevki Yılmaz da Arafat’ta üzerine yeminler ettirdiği İslamcı Milli Görüş yerine yeni muhafazakar- demokrat partinin tarafını seçti.

 

Arşivler bir kere de 2002 genel seçimlerine doğru giderken açıldı. Yine siyaset bir değişimin arifesindeyken…

 

Bu kez hedef, değiştiğini, Milli Görüş gömleğini çıkardığını söyleyen, farklı kesimlere açılan yeni kurulmuş AK Parti’nin genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dı.

 

Erdoğan’ın 10 yıl önce Refah Partisi’nin genç İstanbul İl Başkanı iken 1992 yılında Rize’de ve 1994 yılında Ümraniye’de yaptığı ateşli konuşmalar arşivlerden televizyonlara servis edilmişti:

“Demokrasi amaç değil araçtır.”

 

“Hem laik hem Müslüman olunmaz. İkisi bir arada ters mıknatıslanma yapar. Laiklik tabii elden gidecek. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Koskoca bir yalan. Egemenlik Allah’ındır.”

 

“Her televizyon zehir kusuyor, pislik kusuyor. TV ekranlarından mankenlerin vücutlarını teşhir etmek suretiyle adeta devlet her eve bir kerhane kurmuş durumda.”

 

Özellikle 1992 yılında yaptığı konuşmada söylediği şu sözler, asker düşmanlığına, bölücülüğüne delil olarak gösterildi, hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde dava açılmasına neden oldu:

“20 yaşındaki yavru Güneydoğu’ya gönderiliyor. Daha silah tutmasını bile bilmiyor. Ve bu yavrumuz her gün yüzlerce mermi atanların karşısına dikiliyor. Bunun adı bu ülkeyi korumak değildir. Bunun adı, ana kucağından alınan mazlum yavruları teröristin kucağına atmak intihar cellatlığından başka bir şey değildir.”

 

10 yıl öncesine ait eski kasetlerindeki sözleri yüzünden “Anayasal düzeni değiştirmeye kalkışmadan” yargılanan Erdoğan, üç saat ifade verdiği DGM savcısı tarafından tutuklanmaya sevk edilmiş, neyse ki mahkeme tarafından serbest bırakılmıştı. Ardından mahkeme bu sözleri ifade özgürlüğü içinde değerlendirilerek hakkında beraat kararı verdi.

 

Erdoğan, ortaya çıkan kasetleri için “Bunlar o günün koşulları altında söylenmiş sözlerdir. Şimdi doğru olduğunu iddia etmiyorum. Ben de değiştim” demişti.

 

O günlerde laik siyasetçiler ve medya ise bu beyana itimat etmediler. Gün aşırı bu kasetlerdeki konuşmaları dolaşımda tuttular, Erdoğan ve AK Parti’ye asla güvenilmemesi gerektiğini, takiyye yaptıklarını, Avrupa Birliği reformları vaatlerinin aldatmaca olduğunu söyleyerek kendi kitlelerini korkuyla bir arada tutmaya çalıştılar.

 

Ama yapamadılar. Toplum bu eski kasetlerde söylenenlere değil, son olarak edilmiş sözlere inanmayı tercih etti. Ve 2002 seçimlerinde AK Parti tek başına iktidara geldi.

 

20 yıl sonra eski kasetlerden, eski tweetlere geldik.

Ama ortada teknoloji dışında değişen pek bir şey yok.

 

Birbirine güvensiz insanların yaşadığı bir toplumda, geçmiş hala geleceğe karşı bir silah olarak kullanılıyor, safları sıkı tutmak için korkular besleniyor, değişim ihtimali yok sayılarak ezeli ve ebedi kavga diri tutulmaya çalışılıyor.

 

Düşmanlığın ezeli ve ebedi olduğunu düşünen, neredeyse karşıt fikirlerde asla değişmez ontolojik bir kötülük bulanlar garantici, kapalı cemaatler içinde de her zaman gideri olan bir tavır bu.

 

Değişime şans tanımak ise riskli. Değişimin sürme riskini de almak demek bu. Ama siyaset de niyet okuyarak yapılamıyor,  insanların beyanına, sözlerine inanmadan yol alınamıyor. Eğer kavganın ezeli ve ebedi olduğunu düşünmüyorsan, toplumsal uzlaşma, normalleşme için bu riski alıp değişime kredi açmak zorundasın.

 

O zaman, Erdoğan’ın 1991’de 30’lı yaşlardaki sözlerini değil, 2002’deki sözlerine, Canan Kaftancıoğlu’nun yedi yıl önceki tweetlerine değil, en son fotomontajla başörtüsü takılan fotoğrafı için “Beni böyle aşağılayamazsınız. Yakıştı” diye yazdığı tweetine bakmayı seçmelisin.

 

Yani değişim emek, teşvik, cesaretlendirmek, risk almak isterken, kavganın sürmesi için bunların hiçbirine ihtiyaç yok.

 

ETA barış süreci için çekilen FIN adlı belgeselde bir ETA militanı barış görüşmelerine nasıl ikna olduğunu anlatırken “Çatışmayı on yıllarca daha sürdürebilecek kadar acı, malzeme vardı ama ben çocuğuma bu öç duygusunu miras bırakmak istemedim” demişti.

 

IRA-İngiltere arasında imzalanan Hayırlı Cuma anlaşmasının mimarlarından Britanya hükümetinin baş müzakerecisi Jonathan Powell da uzlaşmaya en çok, itibarlarını çatışmaya borçlu olanların direndiğini anlatmıştı.

 

Anlaşılıyor ki Türkiye’nin önünde açılan yeni dönemde mücadele laik-dindar gibi klasik kamplar arasında geçmeyecek. Esas kırılma her kesimdeki makul insanlarla eski, tanıdık, bildik kavgaların sürmesini isteyen şahinler arasında olacak.

 

Bütün partiler yeni dönemde bu iç çatışmaları yaşayacak.

 

Kendi kabuğundan çıkabilen, geçmişin esiri olmayan, yüzünü geleceğe çevirebilen, mahalle kapılarını tutup, her negatif örnekten totolojilere vararak eski ezeli ve ebedi kavganın sürdüğünü ispatlamaya çalışan muhafızları aşabilenler büyük kitlelerle buluşmayı başaracak.

 

Geçmişin, eskide kalmış sözlerin, acı tecrübelerin mahkumu olanlar ise içlerine doğru büzüşüp, küçülecek.

 

Canan Kaftancıoğlu ile Şevki Yılmaz tecrübeleri arasında işte böyle kritik bir benzerlik var…

 

 

- Advertisment -