Batı medyası son üç yıldır, bu köşeden de bazı örneklerini aktardığım gibi, Erdoğan karşıtlığı üstünden Türkiye hakkında sürekli yanlış bilgilendirme yapıyor. Gezi olayları öncesi başlayan bu dezenformasyon bombardımanı, Amerikan askeri okullarının müfredatında bulunan, ayrıca istihbaratçılarla diplomatlara da öğretilen “algı yönetimi” (perception management) askeri doktrininin teknikleriyle birebir örtüşüyor. Bu dönemde Batı ülkelerinin ana akım medyasına bakıldığında Türkiye hakkında yalan ve yanıltıcı haberlerin tıpatıp aynı içerik ve argümanlarla yapıldığı görülüyor.
Batı medyasını birkaç dilde izleyenlerin, daha önce algı yönetimi dersi görmemiş olsalar da bu anormalliği fark etmemeleri mümkün değil. The New York Times ya da Washington Post’ta yayımlanan haber analizlerin aynısını İngiliz The Guardian, Fransız Le Monde ve Le Figaro, İspanyol El País ve El Mundo gibi eğilimleri çok farklı gazetelerden okuyan, tek bir merkezden koordine edilen bir propaganda mekanizmasının varlığını eninde sonunda görüyor. Bir değil, iki değil yıllar boyunca sürekli aynı şey oluyorsa, bunu tesadüflerle açıklamak absürt olacağından algı yönetiminin ne olduğunu araştırıyor ve ana hatlarıyla öğreniyorsunuz.
Erdoğan karşıtlığı üzerinden Türkiye’yi karalamaya yönelik bir algı yönetimi varsa -ki olduğu açıkça görülüyor- bunun merkezinin başta ABD olmak üzere Batı’da olduğu açık. Başka türlü yukarıda sözünü ettiğim anormalliği mantıklı olarak açıklayabilmek mümkün değil. Kaldı ki medya üzerinden yürütülen bu algı yönetimi, ABD ve Avrupa ülkelerinin hepimizin iyi bildiği Türkiye aleyhine resmi söylemleri ve politikalarıyla da örtüşüyor.
Müttefikimiz bildiğimiz ülkelerden kaynaklanan bu dostlukla bağdaşmayan tutum Batı yanlısı olagelenlerimizin gözünde bile tek kelimeyle ihanet anlamı taşıyor. Taşıyor çünkü dostlukları yalanlar üzerine inşa etmek de dostların ihanetini gördükten sonra o dostluğu onarmak da hiç kolay değil. O bakımdan Türk-Amerikan ilişkilerinin de AB’nin büyük ülkeleriyle bağların da artık kolay, kolay eskisi kadar sıkı olmayacağı son derece açık.
Türkiye’de komplo teorileri mi yeşeriyor?
Le Monde ’da önceki gün “İstanbul’da komplo teorileri yeşeriyor” (A Istanbul, les théories du complot fleurissent) başlıklı bir yazı yayımlandı. Yazıda algı yönetimini yıllardır maharetle yürüten Marie Jégo’nun değil de gazetenin Reina saldırısı ertesinde özel olarak yolladığı (envoyé spécial) Louis İmbert’in imzası var. Yazının başlıkta öne çıkardığı konu da “suçlanan CİA” alt başlığını taşıyor.
İmbert bu bölümde, Sabah gazetesinin, Reina saldırısının arkasında “Erdoğan’ın komplo teorisi retoriği” olarak nitelediği ABD ve Batı tarafından planlandığına ilişkin haberinden söz ediyor. “AK Parti’ye yakın gazetecilerin” kendisine CIA’in bu saldırıyı Washington’u oyun dışında bırakan Türk-Rus anlaşması sonucu Suriye’de ilan edilen ateşkesi bozmak için düzenlediğini anlattıklarını söylüyor. Elimde somut kanıtlar olmadığı için böyle bir iddiada bulunamam ama Türkiye’ye algı operasyonunu orkestre eden bir ülke gizli servisinin, şu veya bu gerekçeyle bu saldırının arkasında bulunması tabii ki mümkün.
İmbert Türkiye’nin Rusya ile anlaşmasını “ittifak” değiştirmek ve ABD’ye “hakaret” olarak niteliyor. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’yi “Daech teröristlerini” ve “PKK’ya bağlı PYD’nin Suriyeli Kürt savaşçılarını” (Erdoğan’ın terörist olarak nitelediği PYD’ye terörist demeye dili varmıyor anlaşılan) desteklemekle suçladığını hatırlatıyor.
İmbert cenazelerden bir bölümünün kalktığı Gaziosmanpaşa Camiinde karşılaştığı bir kişiyle (Taner Gelebi) de sohbet ediyor. Onun kendisine Türkiye’nin Daesh, PKK ve FETÖ’ye karşı verdiği üç savaşın hedefinin de “Türkiye’yi kaosa sokmak” olduğunu söylediğini aktarıyor.
Türkiye’de başta ABD olmak üzere Batı’nın suçlanmasını “komploculuk” olarak niteleyen sadece Le Monde değil. Örneğin L’Express dergisi de konuyla ilgili haberinde “İstanbul saldırısından sonra, kin ve komploculuk zamanı” (Après l'attentat d'Istanbul, l'heure de la haine et du complotisme) başlığını kullanıyor. Haberin alt başlıklarından biri Le Monde’unki ile birebir aynı: “Suçlanan CIA”.
Reina saldırısıyla ilgili olarak CIA ya da ABD’nin suçlanmasını gündeme getiren sadece Fransız medyası değil kuşkusuz. Örneğin İspanyol La Vanguardia da konuyla ilgili haberinde “Türkiye’de tüm komplo teorileri ABD’yi işaret ediyor” (En Turquía, todas las teorías de la conspiración apuntan a EE. UU) başlığını kullanıyor. Amerikan NYT’nin, Türkiye’de aşağı yukarı her krizde ABD’nin eli görülüyor (In Turkey, U.S. Hand Is Seen in Nearly Every Crisis) başlıklı haberi daha ayrıntılı. Gazete, 15 Temmuz kalkışması ve Karlov cinayetinde olduğu gibi Reina saldırısının arkasında da ABD’nin olduğuna ilişkin iddialara yer veriyor. Ama NYT, bu vesileyle, “birçok eleştirmene atfen” Erdoğan’ın “otoriterliği ve paranoyası” ve “liderliğinin teröre karşı birliktelik yerine bölünmeye yol açtığı” gibi Erdoğan karşıtı siyasi görüşleri öne çıkarmayı da ihmal etmiyor.
Sonuç olarak Batı medyasının ABD’ye, derin devletine ve CIA’ye yönelik eleştirilere yer vermesi Türkiye’ye yönelik algı operasyonunun sonlandığı anlamına gelmiyor. Bu iddiaları tümden “komplo teorisi” kategorisinde değerlendirmesi aslında operasyonun devam ettiğini gösteriyor. Nitekim yakın tarihte geriye doğru gittiğimizde, Gezi’den, hatta öncesinden bu yana Türkiye’de patlak veren her krizin ardından bu tür başlıkların atılmış olduğu görülüyor.
Bu başlıklardan en çoğuna ABD’nin parmağının en belirgin olduğu 15 Temmuz ertesinde rastlanıyor. İlginçtir ama FETÖ’nün yayın organları da o dönemde komplo teorilerinden söz ediyor. Diyeceksiniz ki Türkiye’de komplo teorilerini dile getiren, yazan çizenler yok mu? Var kuşkusuz ama kimsenin Türkiye’ye yönelik bir algı operasyonu olmadığı, yazılıp çizildiği gibi olan bitenlerin tümünün Erdoğan’dan kaynaklandığı, hatta 15 Temmuz’u bile kendisinin yaptırdığı gibi insan zekâsıyla açıkça alay eden iddialarla bu ülkede herhangi bir sonuç alması mümkün değil.
ABD’nin Türkiye politikasında Trump’la birlikte olumlu bir değişiklik olur mu, olursa bu Avrupa’nın politikalarına olumlu yansır mı bilemiyoruz. Ne olup bittiğini algı yönetiminde turnusol kâğıdı işlevi gören Batı medyasını izleyerek göreceğiz. Ama artık bıçağın kemiğe dayandığını ve Türkiye’ye karşı bu düşmanca tutum devam edecek olursa İncirlik’in Statüsü ’nün gözden geçirilmesi dâhil milli güvenlik ve dış politikamızda bazı önemli değişikliklerin kaçınılmaz olarak gündeme gelebileceğini belirtmekte yarar var.