CHP, Türkiye’deki partiler düzeni içinde özel bir yere sahiptir. İdeolojik dayanağı oldukça çelişmelidir. Bir ayağı otoriter devletçi, tepeden inmeci tarafa basar, diğer ayağı evrensel sosyal demokrasidedir. Bazen aşırı ulusalcı, tutucudur, bazen özgürlükçü liberal. Bu değişik eğilimleri savunan öbekler içiçedir.
CHP’de, belediye başkan adaylarının belirlenmesi büyük bir hareketlilik yarattı. Neredeyse her kafadan değişik ses çıktı. İstifa tehditleri dahil, her türden tepki birbiri ardına geldi.
Bu durumu zaaf olarak görmüyorum. Herkes, tepkisini, görüşünü değişik yollarla ifade edebiliyor. Genel Başkan dahil herkes eleştirilebiliyor. Olumlu taraftan bakarsak, alışık olmadığımız türden bir “parti içi çok seslilik”ten bile söz edebiliriz. Umarız bu çok seslilik, demokrasi arayışındaki ülkemizde, yeni imkanlar, yeni yönelimler için de bir fırsat haline dönüşebilir.
15 yılın muhasebesi
CHP’nin son 15 yılı, yenilgi yılları oldu. 2000’lerin başında dünyada esen liberal-özgürlükçü rüzgarın da etkisiyle, Türkiye bir sıçramanın eşiğine gelmişti. CHP, bu değişim potansiyelini doğru okuyamadı. Mesela, Avrupa Birliği konusunda ayak sürüyen tarafta yer aldı. Kıbrıs, Kürt meselesi, demokratikleşme gibi konularda “statükocu” bir yerde konuşlandı.
CHP’nin destek vermemesi, değişim yolculuğunu zaafa uğrattı. Tarihsel bir fırsatı kaçırmış olduk. Çözülemeyen iç ve dış meseleler, AK Parti iktidarının sıkışmasına, içe kapanmasına, geleneksel devletçi politikalara yönelmesine yol açtı. CHP’nin, ülkenin ana düğüm noktalarında “statükocu” görünmesi, çözüm olanaklarını daraltıcı sonuçlar doğurdu, doğurmaya da devam ediyor.
AK Parti’nin seçimleri kazanabilmesinin, iktidarı sürdürebilmesinin en önemli unsuru, şüphesiz, CHP’nin “tutucu”, AK Parti’nin “değişimci” görüntü vermesiydi. Bu tablo ne kadar değişti?
AK Parti-MHP ittifakı, sorunları “güvenlikçi” zihniyetle çözmenin formülü olarak doğdu. Tutuculuk ve devletçilik bu ittifaka damga vuruyor.
CHP ise, sırtından “devletçi otoriterlik” bagajını atabilmiş değil. CHP, bir yandan tutuculaşmaya, baskıcı yönelime karşı daha özgürlükçü bir zeminde tutunmaya çalışırken, diğer yandan da, iktidarın bazı ‘milliyetçi’ veya ‘devletçi’ söylemlerinin peşine takılıp, hep “daha fazlası”nı isteyebiliyor.
★ ★ ★
Cervantes’in “Don Kişot” romanından uyarlanan, Recep Ayyılmaz’ın sahneye koyduğu, “Don Kişot” Operası, Kadıköy Süreyya Operası salonunda…