CHP 36. Olağan Kurultayı’ndaki genel başkanlık seçimini, dişli rakibi Muharrem İnce’nin aldığı 447 oya karşı, 790 oy olan Kemal Kılıçdaroğlu kazandı.
Seçim sonrası İnce, kurultay sırasında adaylık başvurusunda yaşananlar, Kılıçdaroğlu’nu aday göstermek için imza verip kendisine oy veren delegelerin içinde bulunduğu korku ortamından hareketle parti içi demokrasi eleştirileri yaptı.
Hatta bazı yorumcular, Kılıçdaroğlu’nun delegeleri artık kendisinin belirlediğini, parti içinde etnik ve mezhebi dengelerin baskın geldiğini, hatta mezarından Atatürk çıkıp gelse bile genel başkanlığı kazanamayacağını yazdılar.
Ama bir kısmı haklı olan bu eleştirilere rağmen iki adayın yarışabildiği, eleştirilerin dillendirilebildiği, adaylardan birinin 447 oy alabildiği bir kurultay, Türkiye’nin mevcut parti içi demokrasi standartları düşünüldüğünde, ortalamanın epey üstünde demokratik bir kongre sayılabilir.
Özellikle de il ve ilçe kongrelerinde bile iki aday çıkmasına izin verilmeyen, izinsiz çıkıp kazanan il başkanlarının hemen görevden alındığı, genel başkan seçimli kongre yapmamak uğruna partinin bölünmesinin bile meşru göründüğü ya da eş başkanlarının dağdan atama yoluyla geldiği üç büyük rakibinin parti içi demokrasi standartları düşünüldüğünde…
CHP’deki parti içi farklı eğilimleri ve hizipleri, fısıltılara kulak kabartmak, iz sürmek zorunda kalmadan hala açık kaynaklardan izlemek ve analiz edebilmek mümkün.
Ve eğer güncel siyasetin çekişmeleri ve tarafgirliği içinden bakılmazsa, bu farklı eğilimler ve tartışmalar, “36. Olağan Kurultay” rakamının da hatırlattığı gibi, Türkiye’nin kurucu partisi ve ideolojisinin bugün geldiği noktayı anlamak açısından bize önemli şeyler söylüyor.
Aslında CHP içindeki ideolojik tartışmaların uzun bir tarihi var.
Taa 1965’te İsmet İnönü’nün, Abdi İpekçi’ye verdiği röportajda CHP’nin ‘ortanın solu’nda olduğunu söylemesiyle başlamış bir tartışma bu.
Bu adla bir kitap yazan Bülent Ecevit de İnönü’ye karşı genel başkanlığı, partinin “gardırop devrimciliği yapan statükocu bir parti” olduğunu söyleyerek kazanmıştı. CHP, Ecevit’le dönemin yükselen sol dalgasını yakalamaya çalıştı.
12 Eylül’den sonra Erdal İnönü’nün SHP’si ise Avrupa sosyal demokrat partilerine benzeyen, DEP’le ittifak yapabilecek kadar devletin partisi çizgisinden uzaklaşmış bir partiydi.
90’ların laik tartışmalarına rağmen, CHP’nin başına, Bosna Savaşı’nda Saraybosna’ya desteğe giden, Cuma namazlarını kaçırmayan, benzer bir değişimi savunan Yeni Sol çizgisindeki Baykal gelmişti.
Ama bütün bu kitabı tartışmalar, çizgi değişiklikleri sonucunda 2010 yılına geldiğimizde karşımızda 28 Şubat’ı savunmuş, her kritik dönemeçte askeri vesayetten yana tavır almış, başörtüsü yasağından taviz vermemiş, çözüm sürecine ve her türlü demokratikleşme adımına karşı çıkmış ulusalcı, sert laik, Kemalist bir CHP’den fazlası yoktu.
2010’da Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geldiği Türkiye ise bu yasakların ve tabuların tartışıldığı, askeri vesayetin zayıfladığı, liberal değerlerin yükseldiği, çözüm sürecinin başladığı ve bu değişim dalgasıyla AK Parti’nin sürekli iktidar olduğu bir Türkiye’ydi.
CHP, bu yeni döneme göre önce katı laiklik politikalarını gevşetti, başörtüsü yasağının önce üniversitelerde daha sonra kamuda serbest kalmasına ses çıkarmadı. Çözüm Süreci’ne karşı duruşunu yumuşattı, Kürt sorunuyla yeniden ilgilenmeye başladı, bazı sembol isimleri parti saflarına kattı. Batıyla ilişkilerini düzeltti, dünyayla arasındaki ulusalcı perdeyi indirdi. Gezi olaylarından sonra ise sokağa, sol, goşist hareketlere yaklaştı, buralardan isimleri Meclis’e taşıdı.
Sonuç itibarıyla Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığında geçen sekiz yıl sonra artık bambaşka bir CHP var karşımızda.
Ama bugün artık Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olduğu yıllardaki Türkiye yok. O yıllarda yükselen liberal ve demokratik değerler inişe geçti, laiklik, milliyetçilik, Kemalizm yeniden yükselişe geçti, eski siyaset kavramları geri döndü, pozisyonlar değişti.
Tabi bu kırılmalar CHP içinde de tartışmalara dönüştü.
Dışardan ve çıplak gözle bakıldığında CHP’de eski klasik, ulusalcı, laik, Kemalist CHP çizgisine yakın bir kanat ve karşısında da daha sol, sosyalist hatta sol-liberal eğilimli daha az milliyetçi ve daha az ulusalcı başka bir kanat görünüyor. CHP’nin yeni İstanbul İl Başkanı’nın meşhur tweetiyle, bu tartışma “Mustafa Kemal’in askerleri”yle “Mustafa Kemal’in yoldaşları” arasında.
İkisi arasında ne kadar fark olduğu belirsiz ama CHP, kurucu ideolojisinin revize edilmesi çevresinde bir tartışma yürütüyor.
Eğer şartlar daha hafif ve ortam rahat olsaydı belki de 2001’de AK Parti’nin “Milli Görüş gömleğini çıkardık”ına benzeyen bir tarihsel değişim ve hesaplaşmaya dönebilirdi bu.
Ama bugün için öncelikle var olamaya çalışan, pragmatik nedenlerle bu kanat ve eğilimler arasında çeşitli tonlarda salınan bir partiden bahsediyoruz.
Örneğin genel başkanlık seçiminde parti tabanını etkileyen bir konuşma yapan, her ne kadar merkeze yakın bir isim olsa da ulusalcı hassasiyetleri de temsil eden Muharrem İnce, Kılıçdaroğlu’nu HDP’lilerin dokunulmazlığının kaldırılmasına destek verdiği için de eleştirdi.
Ama eski CHP çizgisini savunan, genel merkezi laiklik, Kürt meselesi, ulusalcılık başlıklarında klasik CHP çizgisinden sapmakla suçlayan eski İstanbul Barosu başkanı Ümit Kocasakal ve eski YARSAV başkanı Eminağaoğlu, kendilerini genel başkanlığa aday gösterecek kadar bile delege imzasını bulamadılar.
Bu eski klasik çizgi artık daha çok CHP dışında, Vatan Partisi’ne yakın medya ve siteler üzerinden sesini duyuruyor.
Ama aynı anda Kılıçdaroğlu ve mevcut yönetimi, referandumdan sonra sokaklara çıkmadığı, Meclis’ten çekilmediği, HDPlilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına, Afrin harekatına destek verdiği için sağcılıkla, pasiflikle eleştiren radikal sol bir kanat da var. Bu kanat hem parti içinde hem medyada, özellikle de gençler arasında etkili.
Belki de hem Dersimli hem eski bir bürokrat olan Kılıçdaroğlu’nun bu kadar seçim mağlubiyetine rağmen koltukta oturmasını sağlayan da bu farklı eğilimler arasında hepsine varlık şansı tanıyan bir uzlaşmayı temsil ediyor olması.
Ama herhalde bütün bu tartışmalar içinde en tuhaf olanı iktidar kanadı ve muhafazakar kesimden mevcut CHP yönetimine yöneltilen eleştiriler.
Muhafazakarlar yıllarca CHP’yi “halkın değerlerinden kopuk” olmakla, elitist olmakla, statükocu olmakla eleştirdi. Haklı eleştirilerdi bunlar, CHP de bu eleştirilere göre değişti.
Ama bugün muhafazakar kesimin kanaat önderleri CHP’yi sadece “yerli ve milli” olmamakla eleştiriyorlar.
Ama bu “yerli ve milli olmamak” eleştirisiyle, eski “milletin değerlerine düşmanlık” eleştirisi arasında da epey fark var.
Çünkü bu yeni tasnife göre 2015’lerde bile hala başörtülü avukatlarla uğraşan Kocasakal, CHP’nin sessiz kaldığı kamuda başörtüsü serbestliğini yargıya taşımış Eminağaoğlu, “cumhuriyet devrimleri uygulansın” kampanyaları yapmış, AK Parti’nin kapatılmasını desteklemiş, 27 Mayıs’ı hala darbe olarak görmeyen Vatan Partisi, CHP’yi yeterince Kemalist bulmayıp partiden ayrılmış eski CHPliler, ulusalcı askerler mevcut CHP’den daha “yerli ve milli.”
Bir zamanlar katı Kemalist uygulamaların mağduru olmuş, partileri kapatılma aşamasına gelmiş iktidar kanadından isimler CHP’yi, “Atatürk’ün çizgisinden sapmakla” eleştiriyor. Eski klasik CHP çizgisini savunan ulusalcılarla, bazı muhafazakarın CHP eleştirilerinde aynı cümleyi görmek mümkün: “Atatürk’ün partisini ne hale getirdiniz.”
Yani muhafazakarların şimdi arzuladıkları “yerli ve milli” CHP, dün karşı çıktıkları “milletin değerlerine düşman” CHP’ye epey benziyor.
Ya “milletin değerleri”ndeki öncelikler listesi değişmiş ya da yerli ve milli değerler daha öncelikli hale gelmiş görünüyor.
Bu tasnifde eski CHP’yi “yerli ve milli”, yeni CHP’yi “gayri milli” yapansa; Kürt meselesi, Suriye ve Batı ile ilişkilerde aldığı pozisyonlar ya da genel olarak iktidarın beka mücadelesi adını verdiği mücadeleye karşı tavrı, iktidarı dünyaya şikayet etmesi gibi eleştiriler…
Bu eleştirilerin bir kısmı da, beş altı yıl önce AB reformları sırasında, başörtüsü meselesi için AİHM’e gidilirken, çözüm süreci için adımlar atılırken, ulusalcılar tarafından AK Parti’nin karşısına çıkarılmış eleştirilere epey benziyor.
O eski devletçi, Kemalist, ulusalcı CHP’yi özlemle hatırlayan muhafazakarlar, herhalde biraz da eski günlerdeki tartışmaların geri gelmeyeceğiyle ilgili bir özgüvenle, devletin artık “bizim devletimiz” olmasına da güvenerek bunu yapıyorlar. Bugün için anlaşılabilir bir özlem bu. CHP de Suriye meselesi başta olmak üzere çeşitli başlıklarda sol, goşist ve mezhebi duyarlılıklarla tavır aldıkça bu eleştirilere zemin açıyor.
Ama uzun vadede muhafazakarlar için, acaba 90 yıllık bir resmi ideolojinin dönüşmesi, kendini yenilemesi mi, yoksa bugünün ihtiyaçları için eski Türkiye’nin fikirleri ve yüzlerinin geri dönmesi mi daha faydalıdır diye bir soru ortada duruyor.
Hem “milletin değerlerine saygılı” hem “yerli ve milli” CHP seçeneği ise şu anda menüde yok.
Ama zaten CHP’nin ne olacağını muhafazakarlar değil, seçmenleri belirleyecek. Onların öncelikler listesini ise iktidarın Türkiye’yi nasıl yönettiği…