Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta parti teşkilatına verdiği mesajlar ve yaptığı ziyaretler, Türkiye’nin bir seçim atmosferine girdiğinin habercisi. Seçimlerin erken ya da vaktinde yapılmasını iktisadi ve siyasi gelişmeler belirleyecek ama ne zaman yapılırsa yapılsın artık sandığın ortaya konulacağı güne kadar ülke seçim ikliminde yaşayacak. İktidarı ve muhalefetiyle partilerin uzun soluklu bir seçim kampanyasına girdikleri söylenebilir.
Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti de bu çerçevede değerlendirilebilir. Bütün ciddi araştırmalar AK Parti’nin oy kaybettiğine işaret ediyor. Oyu yitirilen seçmen gruplarının başında ise Kürtler geliyor. Çözüm sürecinin yıkılmasının ardından AK Parti, MHP ile ittifak kurdu ve dışlayıcı bir milliyetçiliğe dayanan bir hatta ilerledi. Daha önceki seçimlerde AK Parti’ye destek vermiş bir kısım Kürt seçmen, bu tercihten rahatsız oldu ve partisiyle arasına mesafe koydu.
AK Parti’deki rahatsızlık sadece Kürtlerle sınırlı değildi. Partinin kuruluş ilkelerine aykırı bir çizgiye yönelmesi ve otoriter bir kimlik edinmesi, bir zamanlar bu partide önemli makamlarda bulunmuş kişilerin yollarını ayırması sonucunu doğurdu. AK Parti’nin bünyesinden Davutoğlu’nun Gelecek Partisi ile Babacan’ın DEVA Partisi çıktı. Her iki parti de beklenen düzeye çıkamasalar da, Kürtler arasında ilgi uyandırdılar ve AK Parti’den memnun olmayan Kürt seçmenler için alternatif adresler oldular.
Gerek hoşnutsuz bir kitlenin ortaya çıkması ve gerek -eskisinden farklı olarak- bu kitle için yeni seçeneklerin oluşması, AK Parti’deki oy erozyonunu büyüttü. Bu negatif tablonun, Erdoğan’ın partisi için hayati bir önemi haiz olduğu şüphe götürmez. Zira 2019’un neticeleri ortada: Kürtlerin oyunu alamadığı takdirde AK Parti seçimleri kazanamıyor. Dolayısıyla yapılacak seçimlerden galibiyetle çıkmanın anahtarı da Kürt seçmenlerin elinde duruyor. Kürtlerle açılan arasını kapatamaması halinde AK Parti’nin yeni bir seçim zaferine imza atması ihtimali her geçen gün düşüyor.
Köprüleri onarmak
Hülasa Kürtlerle yeniden güçlü köprüler inşa etme ihtiyacı giderek kendini daha fazla dayatıyor. Erdoğan’ın Diyarbakır ziyaretinin öncelikli gayesi de bu. 2,5 yıl aradan sonra geldiği Diyarbakır’da Erdoğan, son beş yıldır takip edilen siyasetten ötürü yıpranan dokuyu tekrardan kuvvetlendirmek, hasar gören ve yıkılan köprüleri onarmak için bazı mesajlar verdi. En önemli mesaj, çözüm sürecine sahip çıkmasıydı.
Erdoğan 2005’te yine Diyarbakır’da mealen, “Türkiye’nin bir Kürt sorununun olduğunu, bunu kendi sorunu olarak gördüğünü, bu sorunun ancak daha fazla demokrasi, daha fazla insan hakları ve daha fazla hukuk devleti ile çözülebileceğini” söylemişti. Bu kez “Kürt sorunu” ifadesini kullanmadı ama 2005’teki yerinde durduğunu ifade etti. Erdoğan, 2013’te çözüm sürecini bu anlayışla başlattıklarını ama süreci bitirenin kendileri olmadığını belirtti, sürecin yıkılmasından HDP ve PKK’yi sorumlu tuttu.
MHP vesayeti
İçeriğinden ve iddialarından bağımsız bir biçimde Erdoğan’ın süreci kendi projeleri olarak sunması önemli; çünkü süreç Kürtler için çok değerliydi. Uzunca bir aradan sonra Erdoğan’ın sürece arka çıkması, Kürt seçmenlerin sürece atfettiği kıymetin ve süreci sahipsiz bırakmanın yarattığı rahatsızlığın, AK Parti yönetiminde görüldüğünün bir karinesi. Bu bağlamda sürece çıkmak önemli, fakat yeterli değil.
İki hususa değinilebilir bu meyanda: İlk olarak, Erdoğan’ın Diyarbakır ziyaretini yeni bir çözüm süreci arayışı veya bir ilk adım olarak değerlendirmenin, aşırı bir okuma olduğu belirtilmelidir. Türkiye’nin Kürt meselesini çözmeye, bunun için siyasi ve demokratik yol ve yöntemleri geliştirmeye ihtiyacı olduğuna şüphe yok. Ne var ki AK Parti, ne kadro ne zihniyet ne de taban olarak buna hazır.
Keza MHP vesayeti de önemli bir faktör; AK Parti bu vesayetin altındayken çözüm süreci benzeri bir yola giremez. Çünkü bu vesayet, en çok da Kürt meselesinde tesirini gösteriyor. MHP ile olan birliktelik AK Parti’nin Kürt meselesinin demokratik siyaset zemininde çözülmesi için yeni bir inisiyatif almasını mümkün olmaktan çıkarıyor.
Bir parmak bal
İkinci olarak, Erdoğan’ın Diyarbakır’daki sözlerinin yürekleri ısıtmaya, boşluğu doldurmaya yetmeyeceği vurgulanmalıdır. Çünkü iktidar, Kürt meselesinde çok ağır bir dil kullandı. Demokratik zemini tamamen tahrip ederken, sorunu derinleştiren güvenlikçi bakışı her yere nüfuz eder hale getirdi.
Her ne kadar “Biz Kürtlere karşı değiliz” denilse de iş çoğu kez şirazesinden çıktı. HDP ve PKK’ye karşıtlık bir tür Kürt karşıtlığına dönüştü. Suriye ve Irak’ta bütün Kürtleri derinden yaralayan bir dile, üsluba ve tavra başvuruldu. Son beş yıla damgasını vuran yıkıcı siyaset tarzı, AK Parti’nin Kürt seçmeninin bir bölümünde duygusal bir yıkım meydana getirdi.
Ayrıca Kürtlerin AK Parti’ye yönelmelerini sağlayan bütün dinamiklerde bir yıpranma yaşandı. Ekonomik ilerleme ve refah umudu söndü. Demokrasi dibe vurdu. Kürt meselesinin siyasi çözümünün sözü edilmez oldu. Bir zamanlar her tür milliyetçiliği ayaklar altına almakla övünen AK Parti şahin milliyetçi bir hüviyete büründü. Mağdurların sesi olma iddiası taşıyan bir parti, her kesimden mağdur üretmeye başladı, vs.
Salt geçmiş hatırlatılması ile bu yıpranmanın önüne geçilemez. Tek bir açıklamayla bu yıkım giderilemez, su tekrardan tersinden akıtılamaz. Çok geç ve çok az; ağızlara bir parmak bal çalınmasıyla alınmayacak kadar çok kırıldı gönüller.
Kürdistan 24, 14.07.2021