Ana SayfaYazarlarÇok tartışılan bir film Roma

Çok tartışılan bir film Roma

 

2018’in en çok konuşulan filmlerinden biri olan Roma hakkında izleyici ve eleştirmenler ikiye bölünmüştü. Başyapıt olarak görenlerle iki saat onbeş dakikam boşa gitti diyenler arasında bir yerde. serinkanlılıkla bir şeyler söyleyebilmek için sinemadan ne beklediğimizi bilmemiz lazım. Benim sinemadan beklentim bize büyük şeyler göstermesi, yüce bir duruş sergilemek için koşulları zorlaması, yaşananları analiz edip hükümler vermesi değil. Elbette sinema da sanatın bütün dalları gibi ortak beğenilerden söz edilemeyecek sübjektif bir alan ve kişisel beklentimiz bile her filmde farklı tezahür ediyor. Meksikalı yönetmen Alfonso Cuaron’un Gravity(2013) gibi son derece fantastik ve bilimkurgu bir uzay filminin ardından bizi 1970’teki çocukluğuna götüren siyah beyaz Roma’ya imza atması hayal gücünün gezindiği geniş sinema bahçesi hakkında fikir veriyor. Cuaron, Alejandro Gonzalez İnarritu’dan sonra merakla takip ettiğim ikinci Meksikalı yönetmen.

 

                                                                   *** 

 

Senaryosunu bizzat kaleme aldığı filme verdiği isim Roma, Cuaron’un çocukluğunun geçtiği Mexico City’de ailesiyle birlikte yaşadığı mahallenin adı. Orta sınıfın yaşadığı semte ironi olsun diye bu adı verenlerin yoksul bölgelerde yaşayan Meksikalılar olması da önemli bir ayrıntı. Filmin zenginleri yoksullarla mutsuzlukta eşitleyen bir alt metni de var sanki. Akıl değil duygu filmi, büyük anlamları ve felsefesi yok eleştirilerine karşı, sezdirme ve kalbe dokundurma filmi demek doğru olur. Filmin fonunda ülkesinin başından geçen, bütün dünyanın bildiği önemli olaylar akıp gidiyor; büyük Meksika depremi, şehirde düzenlenen 1970 Dünya Kupası, öğrenci protestoları, Corpus Crispi katliamı olarak bilinen olayda öğrencilerin katledilmesi, ilk uzay filmleri ve dönemin sineması. Fakat toplumsal olayların sahasına daha içeriden girilmeden, yorum yapılmadan geçilmesi, dönemin tartışmalarının yarattığı atmosfere eğilen planların sahnelerin bulunmaması filmin değerini azaltmıyor. Yönetmen  ve kameranın takip ettiği biri var, dört çocuklu evde hizmetçilik yapan genç bir kadın olan Cleo. Ev dışındaki hayatında birine aşık ve bebek beklediği için hakaretler eşliğinde terk ediliyor. Evin hanımı Sofi de doktor eşi tarafından bir metres uğruna terk edilince, kadın dayanışmasının destansı havası esmeye başlıyor. Sonra unutulmaz sahneler geliyor; ölü olduğunu bilmediği bebeğini doğurmaya çalışırken Cleo’nun yaşadıklarının hayatla aynı anda, arada kamera hiç yokmuşçasına verilebilmesi. Bu olayın hemen akabinde yüzme bilmeyen, her yönüyle yaralı Cleo’nun denizde boğulmak üzere olan çocukları dalgaların arasından kurtarma sahnesi gerçekten yalınlığın sadeliğin gösterisi.

 

Büyük hükümler çıkarma gereği şöyle dursun, kadınlar anneanne ve çocuklar hep bir araya geldiklerinde sarfedilen, biz kadınlar her zaman yalnızdık şimdi yine yalnızız cümlesinin telaffuz edilmesi bile büyük yanlış. Sanki bütün sahneler bu cümleyi kurmak ve izleyiciyi sabit bir yere sürüklemek içinmiş gibi hüküm ve sonuç cümleleri kullanmak filmi zayıflatıp indirgiyor. Bu kadar deneyimden sonra Cuaron bunu öngörebilirdi. Çünkü sinemadan beklenen sözler ve cümlelerle değil görüntünün gücü ve etkisiyle akışı sağlamak, çoklu anlamlara açık olmak. 

 

                                                                 ***

 

Filmin başından itibaren her şey doğal, sıradan ve yaşamın gerçekliği içinde akıyor, öyle ki, yeni bir şey söylemeyen, şaşırtmayan, içinde bilinmedik bir şey olmayan bu filmi neden yaptı o zaman dedirtecek boyutta. Oysa geniş ve uzaktan çekimlerin tercih edildiği sinema diliyle o sıradan olanı seyretmenin içimizde yarattığı özdeşim gerçekten büyüleyici. Baba evdeki eşyalarını toplamaya geleceği gün, duruma şahit olmasınlar diye çocukları kısa bir tatile çıkaran Sofi’nin boşanmayı açıklama anı da draması çok güçlü ve yalın bir an.  Çocukların durumu algılamaya çalıştıkları, ağlayarak dondurmalarını yedikleri sahneyi unutmak onlarla birlikte ağlamamak ne mümkün. Gizemli hiçbir şey yok ta denemez. Açılış sahnesinde avlunun yıkanışının deterjanlı suları bize doğru akarken bir uçağın aksinin suya düşmesi, uçağın belli zamanlarda hayal meyal görünmesi, son sahnede de bir uçağın havalanışı, umuda, yaşamın mümkün dayanışmalarına, yeniden kurulumlarına işaret ediyor belki.

- Advertisment -