Ana SayfaYazarlarÇözümden korkanlar ve çözümü bekleyenler (*)

Çözümden korkanlar ve çözümü bekleyenler (*)

 

2013’ün Ocak’ından 2015’in Haziran’ına kadar devam eden çözüm süreci, Türkiye’deki kırk yıllık çatışmayı bitirmeyi hedefleyen değerli bir girişimdi. 2.5 yıllık süre zarfında siyasi ve hukuki alanda yabana atılmayacak adımlar atıldı. Toplumun büyük bir kesiminin demokratik ve politik mekanizmalarla ulaşılacak bir çözüme ikna edilmesinde önemli bir mesafe katedildi. Ancak içte ve dışta koşulların farklılaşmasıyla birlikte süreçte son istasyona varılamadı. Taraflar değişen zemine ayak uydurmayınca süreç de çöktü.

 

“Zaferin bin tane babası vardır ama mağlubiyet yetimdir” der John Fitzgerald Kennedy. Çözüm sürecine büyük umutlar bağlanmıştı. Eğer mutlu son ile bitseydi, emin olun, sürecin sahibi pozunda zafer tacını takmak için sıraya girenlerin haddi hesabı olmazdı. Ne var ki süreç başarısızlıkla neticelenince, beklendiği gibi, yetim kaldı. Birbirlerini suçlayan taraflar perde gerisine çekildiler. İyi günlerde hararetle süreci destekleyenlerin bir bölümü sürecin aleyhine döndü. Bir bölümü de sessizliğe gömüldü. Böylelikle meydan süreç karşıtlarına kaldı.

 

Süreç karşıtı kamusal alan

 

Bugün karşıtların domine ettiği kamusal alanda sürecin adını anmak dahi güçleşti. Ağzını açıp süreci hatırlatmak, lâfın ağza tıkılmasına yetiyor. Türkiye’de 1990’ların başından bugüne gelinceye değin — doğrudan ve dolaylı, kamuoyuna ilan edilmiş ve edilmemiş — birçok sürecin yaşandığını belirtmek, başı belâya sokuyor. Bu süreçlerden arta kalanları konuşmak, bir suçlanma vesilesine dönüşüyor. Hele gelecekte yeni bir süreç ihtimalinden bahsetmek, “hainlik” ile eşdeğer tutuluyor.

 

Ortamın bu denli elverişsiz olduğu bir vasatta “süreç” ya da “barış” kelimelerini telâffuz etmek dahi bütün şimşeklerin üzerine çekilmesine neden oluyor. Kürt meselesinin çözümünde siyasetin ön alması gerekliliğini gündeme getirenlerin üzerine tepkiler yağmur gibi yağıyor. Bu tepkilerin sahiplerini başlıca üç gruba ayırmak mümkün.

 

Sırların efendileri

 

Birinci grupta “komplocular” bulunuyor. Bir vesileyle süreç gündeme geldiğinde herkesten önce kıyameti onlar koparıyorlar. İpe sapa gelmez teorilerle (!) veryansın ediyorlar. Kendilerine güvenleri çok yüksek, evrenin anahtarını ceplerinde taşıyorlar. “Sırların efendileri” gibi kasılıyorlar. Hiçbir gizemin onlar karşısında tutunma şansı bulunmuyor. Bütün bağlantıları ânında görüyor, ne kadar karmaşık olursa olsun her ilişki trafiğini şıpınişi çözüyorlar.

 

Rahatlar da aynı zamanda! Meselâ tutarlı olmak gibi dertlerle uğraşmıyorlar. Bir önceki satırda söylediklerinin bir sonraki satırda yalanlamasına takılmıyorlar. Bol kepçeden büyük büyük lâflar ediyor ama bunların boşa çıkmasına aldırmıyorlar. Kimseye bahşedilmeyen yeteneklerle donatıldıkları için çok da şanslılar ayrıca. Meselâ hep haklı çıkıyorlar. Asla yanılmıyorlar. İleri sürdüklerinin tam tersinin çıkması ne yüzlerini kızartıyor ne de hızlarını kesiyor. Her durumda onları üste çıkaracak bir açıklamaları mutlaka oluyor.

 

Meşreplerine göre “bağımsızlık”ı da onlar sırtlıyor, “millet sevdası”nı da. “Devletin bekası”nı da onlar temsil ediyor, “halkın savunulması”nı da. Pek bir temizler; onların dışında kalanların ise paçalarından kir akıyor. Onlara muhalif olanlar kesin bir veya birden fazla yerle bağlantılı çıkıyor. Biz sıradan insanların bilemeyeceği gerçeklere tabii ki onlar vakıf oluyorlar. Her daim en büyük resmi onlar görüyor, en küçük detayları onlar fark ediyorlar. Yetmiyor, en ince pasları da onlar atıyorlar.

 

Bir dönüp etrafınıza baktığınızda, her kesimin içinde — sağcılarda da solcularda da, Türkler arasında da Kürtler arasında da — bu grubun temsilcilerinin olduğunu görürsünüz. Onlar için yapacak bir şey yok, ama bugünlerde iler tutar tarafı olmayan bu komploculara itibar edilmesi hattâ onlara bilirkişi muamelesi yapılması çok hazin.

 

Korkulu rüya

 

İkinci grupta “mutlak karşıtlar” yer alıyor. Bu grubun çözüm sürecine muhalefeti, siyasi bir temele dayanır. Siyasi hayatiyetini Kürt meselesiyle var eden bir grup bu; programları da sözleri de bu meseleyle sınırlı. Gelecekte bu mesele demokratik bir yola hallolsa, bu gruptakilerin ne programları kalır, ne de topluma söyleyebilecekleri sözleri. Bir başka deyimle, bu grubun siyasi varlığı Kürt meselesiyle irtibatlı. Meselenin bitmesi, bu grubun politik arenadaki mevcudiyetinin mânâsını ya bitirir veya asgariye indirir.

 

Bu nedenle bu grubun içindeki aktörler, sürecin dile getirilmesine dahi tahammül edemezler. Haklarını teslim etmek lâzım; karşıtlar içinde en tutarlı olanlar onlar. Dün de karşıydılar, bugün de karşılar ve yarın da karşı olacaklar. Kendi aralarında da bir rekabet olduğu için sürekli el yükseltiyorlar. Meselâ Akil İnsanlar Heyetinin muhasebesinin yapıldığı bir toplantı geçen hafta Akşener’in hedefindeydi. Bu hafta ise Bahçeli topa girdi, hem de çok sert bir şekilde. Toplantıya katılanlara hakaret üstüne hakaretler yağdırdı. “MHP’nin gözü üzerinizdedir” diyerek onları tehdit etti ve hedef gösterdi.

 

Bana göre, Bahçeli’nin konuşmasındaki “Çözüm süreci gömüleli çok olmuştur, şansınızı fazla zorlamayın… Çözüm çığlığı atmayın” sözlerinin altı özellikle çizilmeli. Çünkü bu sözler, Bahçeli ve Akşener gibilerin çözümden duydukları korkuyu yansıttığı için son derece önemli. Bu grubun üyeleri, bir çözüme varılması halinde siyaset yapabilecekleri bir zeminin kalmayacağını gayet iyi biliyorlar. Dolayısıyla çözüm süreci, bu grubun korkulu rüyası! Sesleri çok çıkabilir. Tehditlerinin dozu da artabilir. Lâkin bunlar duydukları korkuyu gizlemiyor, aksine daha çok gün yüzüne çıkarıyor.

 

Barış bekçiliğinden çözüm karşıtlığına

 

Üçüncü grupta ise “sonradan karşıt olanlar” boy gösteriyor. Ekseriyetle bu gruptakilerin, Kürt meselesi ve çözüm sürecine dair özgün bir fikirleri bulunmuyor. Onlar iktidar partisinin fikirlerinin peşinden koşuyorlar. İktidar sürecin yükünü üzerine aldığında, bütün mesailerini süreci meşrulaştırmaya hasrediyorlar. İktidar süreci durdurduğunda ya da süreç karşıtı bir konuma yerleştiğinde de süreç aleyhtarlığının taşıyıcılığını yapıyorlar.  

 

2013’ten bugüne yaşananlar, bu noktada bize çok güzel misaller sunuyor. AK Parti ve Erdoğan “çözüm sürecinin mimarı” sıfatını taşırken, bu gruptakilerin neredeyse tamamı “barış taraftarı” olarak caka satıyorlardı. Onlar, sürecin yılmaz bekçileriydiler. Ortada sosyal ve siyasi bir sorun vardı ve bu sorun sadece silâhla çözülemezdi. Elbette siyaset devreye girecekti. Doğru ve olması gereken buydu. Çözüm süreci, Türkiye tarihinin en iyi projesiydi. Yerliydi. Milliydi. Yüz yıllık parantezi kapatıyordu. Farklılıkların kucaklaşmasını sağlıyor, ilk kez gerçek anlamda bir toplum olmanın fırsatını yaratıyordu.

 

Ancak ne zaman ki süreç bitti, bütün bu görüşler rafa kalktı. Bu gruptakilerin büyük bir kısmı hemen karşı kıyıya attılar kendilerini. Daha kısa bir süre önce sürece methiye dizerken kara çalmaya başladılar. Çok da uzakta olmayan geçmişte onların yazdıklarını çizdiklerini hatıra getirenleri topa tuttular. “Acaba başka bir yol olabilir mi? Durup bir düşünmek lâzım” demeyi düşmanlık kategorisine soktular. Yani süreci ne kadar şevkle savunuyorlarsa süreç karşıtı argümanlara da aynı şevkle sarıldılar. 

 

Mesafe sorunu

 

Bu grubun alâmeti farikası, iktidar ile aralarına herhangi bir mesafe koymamaları. İktidarın arkasında durduğu bir politikayı göğe çıkarıyor, karşı durduğu bir politikayı ise yerin dibine batırıyorlar. Duracakları yeri iktidara göre ayarlıyorlar.

 

Eğer iktidar yeniden diyalog ve müzakere kapısını açmaya karar verirse, bugün sürece karşı kan damlayan kalemlerinden yarın bal damlamaya başlayabilir. Hattâ bugün sürece dair bir –iki kelâm ettikleri için tefe koyduklarını yarın sollayabilir ve onları sürece yeterince destek vermedikleri gerekçesiyle eleştirebilirler. Dolayısıyla bu gruptakilerin hâlihazırda durdukları yer, kalıcı yerleri olarak değerlendirilmemeli. Yarın tam aksi bir istikamete saparlarsa, buna şaşırmamalı!

 

Bu üç grup ayrı kompartımanlar gibi düşünülmemeli. Onların yolları bazen kesişir bazen de iç içe geçerler, al gülüm ver gülüm geçinirler.

 

Sesi duyulmayan büyük grup

 

Bir de bu üçünün dışında kalan, süreç ya da çözümün sözü edildiğinde umudu yeşeren bir grup daha var.

 

Bu grup askerdeki çocuğunun yolunu gözlüyor. Sağ salim eve gelmesini diliyor. Dağdaki veya hapishanedeki çocuğu için başka bir gelecek hayal ediyor. Çatışmaların bitmesini, kanın ve gözyaşının dindirilmesini istiyor.  Siyasi ve sivil aktörlerden daha fazla çaba harcamalarını bekliyor.

 

Boğucu atmosfer nedeniyle bu grubun sesi duyulmuyor. Ama bu, kimseyi yanıltmamalı. Çözüm isteyen grup hiç de küçük değil. Ve böyle bir grubun varlığı, olmadık küfürler ve hakaretlere rağmen halen çözümün olanaklarını arayan araştıranlara güç ve moral veriyor.

 

(*) Kürdistan 24, 05.12.2018

http://www.kurdistan24.net/tr/opinion/6d3d4bdc-385d-4655-9627-560bb13d99a9

 

- Advertisment -