Kürt meselesinde çatışmadan çözüme yönelmede önemli etkenlerden biri dünya genelinde yaşanmakta olan zihniyet açılımının Türkiye’ye de yansımış olmasıydı. Bu süreçte İslami kesim bir zihinsel sekülerleşme yaşadı. Dindarlıktan kopmadı ama bir yandan ekonomi ve siyaset, diğer yandan ahlak ve etik ile din arasına “mesafe” koydu. Bunun siyasi alandaki tezahürlerinden biri Türk kimliği ile Müslümanlık arasında da bir mesafenin oluşması ve Türk-İslam sentezinin çökmesidir. Nitekim AKP hükümetlerinin Kürt kimliğine ve kültürüne daha “geniş” zaviyeden bakması bu sayede mümkün oldu. Aynı süre zarfında Kürt siyaset algısında da benzer bir açılım yaşandı. Kürt kimliği ve kültürü Kürt milliyetçiliğinin tekelinden kurtuldu. Bu kimlikle ona özgü milliyetçilik arasına bir mesafe kondu. Bugün ne Kürt olmak ne de Kürt kültürüne sahip çıkmak için ille de siyasi bağlamda Kürt milliyetçisi olmak gerekmiyor. Böylece birbirini “gören” ve konuşmayı yadırgamayan iki toplumsal aktör ortaya çıkarken, siyasi aktörler de bu değişime uyum sağladılar.Ancak demokratlığa “göz kırpan” söz konusu zihniyet değişimi barışa doğru yürümek için gerekli şartlardan ancak birini oluşturuyordu. Otoriter zihniyet altında statüko üreten çatışmalarda, aktörlerin çözümü öngören bir zihniyet değişimini aynı anda yaşamaları bile kendi başına barışı sağlamakta yeterli olmuyor.Çünkü geçmişten devralınan yapının tümüyle bir anda buharlaşarak farklı bir nitelikte yeniden kurulması mümkün değil. Dolayısıyla karşımıza birden fazla zihniyetin bir arada olduğu, hatta iç içe geçerek yeni sentezler oluşturduğu bir süreç çıkıyor. Bunun anlamı her iki tarafın da bir yandan birbirine karşı zigzag çizerek davranmaları, diğer yandan yine her iki tarafın da kendi içinde çok katmanlı rahatsızlıklara neden olmasıdır. Hayatın getirdiği belirsizlikler de eklendiğinde demokrat zihniyete doğru bir eğilimin ancak bir “potansiyel” ürettiğini ama bunun yeni bir dönemi başlatmak için yetersiz kalacağını tahmin etmek zor olmaz.Çatışma halinden çıkabilmenin en azından iki gerekli koşulu daha bulunuyor. Birincisi, her iki taraf için de daha iyi bir gelecek imkânının doğmasıdır. İkincisi ise eski çatışma ilişkisinin devam ettirilemeyeceğinin apaçık hale gelmesi… Bu iki unsurun kendiliğinden doğmayacağı bellidir. Gerilimin iç dinamikleri böyle bir imkânı zaten kapatmış durumdadır. Dolayısıyla söz konusu iki gerekli koşulun doğabilmesi neredeyse tümüyle dış konjonktürün sonucu olarak ortaya çıkar.Kürt meselesinde de böyle oldu. Irak Kürdistan’ının doğuşuyla başlayan süreç her iki taraf için de hem epeyce öğretici oldu, hem de yeni bir ufuk yarattı. Ortadoğu’da merkezi devletlerin çöküşe doğru gitmesi, ulusal sınırları anlamsız kılarak geleceği “güvenilir ortak” arayışı üzerine oturttu. Bu aynı zamanda küresel sisteme entegre olabilen yeni bölgesel birimlerin oluşabileceğinin de habercisiydi. Söz konusu imkânlar bir yandan önemli ekonomik çıkarların ortaklığını kanıtlarken, aynı anda belirli kimlikler etrafında yeni istikrar havzalarının ortaya çıkabileceğini söylüyordu. AKP hükümetleri ve Öcalan’ın öngörüsü doğrultusunda davranan Kürt siyaseti bu “yeni” dünyanın her iki taraf için de bir “kazan-kazan” durumunu ifade ettiğini kolayca fark ettiler. Barış PKK’nın “gevşek de olsa birleşik” Kürt coğrafyasında kalıcı ve meşru bir aktör olmasını sağlarken bölgeyi Batı’ya bağlayacak, Türkiye ise hem ekonomik yarar hem de istikrar ve güven açısından sağlam bir ortaklık kurmuş olacaktı.Bu açılım savunuldu ve itirazla karşılaşmadı. Ama yine de çözüme gidiş için yeterli olamadı… Çatışma tarafların iç gerilimine dönüştü. Her iki cenahta da siyasi muhafazakârlığın etkisiyle, AKP önce barış sonra çözüm derken, PKK önce çözüm sonra barış demeye başladı. Ta ki ikinci konjonktürel gelişme yaşanana dek… IŞİD Rojawa’yı şaşırtıcı bir hızla PYD’nin elinden aldı ve Türkiye sınırına kadar geldi. Kobane’deki iki yüz bin insan Türkiye’ye kaçtı. Saldırganın durdurulması ancak peşmerge ve Özgür Suriye Ordusu desteğiyle olabildi. Bu arada yılların birikimi ve PKK’nın sembol yerleşimi olan Mahmur “kampı” birkaç gün içinde yerle bir oldu. Yani PKK Ortadoğu’da hiç de güçlü olmadığını, başkalarına muhtaç olduğunu gördü. Bugün bir PKK yerleşiminin ABD desteği olmadan bölgede tutunması çok güç… Ne var ki bu desteğe mahkûmken ABD’nin NATO ortağı Türkiye ile savaşmak da pek gerçekçi değil…Yani eski çatışma ilişkisini devam ettirmek mümkün gözükmüyor. Dolayısıyla çözümün bütün önkoşullarının ancak şimdi yerine geldiğini söyleyebiliriz. Bu da barışı gerçekçi kılıyor. 15-03-2015 / Akşam
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik