27 Mayıs 1960 sabahı erkenden kapımız vuruluyor. Teyzemin eşi Turgut ağabey kapıdan sesleniyor: “Haydi istediğiniz oldu, askerler Menderes’i devirdiler!” Turgut ağabey, Menderes taraftarıydı, ailenin geri kalanı ise CHP’li. Annem CHP Tarsus Kadınlar Kolu yönetimindeydi. Babam da uzun yıllar CHP ilçe yöneticiliği yapmıştı. Tarsus o yıllarda yoksul Türkiye’nin zengin şehirlerinden. Pamuk tarlaları, çırçır fabrikaları, verimli topraklar…
14 yaşındayım. Tarsus Amerikan Koleji’nde öğrenciyim. 27 Mayıs darbesinin ardından kurulan Yüksek Adalet Divanı, Demokrat Partilileri Yassıada’da yargılıyor. Akşamları kulağımız “Yassıada Saati”nde. Sonunda karar açıklandı: 15 DP’linin idamına.
Sabah bu sayı darbeci Milli Birlik Komitesi tarafından 3’e düşürüldü. Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan asıldılar. Çocuk kafamla, “Neden 15’ini de asmadılar” diye hayıflanmıştım. Bir küçük hatırlama: O gün okulda kırık notumu kurtarma yazılısı vardı. Sokağa çıkma yasağı nedeniyle gidemedim. Yatılı arkadaşlarım girebildiler. Sınıfta kaldım.
DENİZLERİN İDAMI
Mayıs 1972 gece yarısı, Mamak Askeri Cezaevi’ndeyiz. Zırhlı araçlar çevremizi sardılar. Zincir şakırtıları duyuluyordu. Denizleri götüreceklerini anladık. “Haydi eyvallah arkadaşlar” diyen Deniz Gezmiş’in sesi hala kulaklarımda.
O gece sabaha karşı Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan’ı astılar. Cezaevini sessizlik kapladı. Siyaseten idamın acısı yüreğime oturdu. 12 yıl öncesini hatırladım. Askeri darbenin iyisi, ilericisi olmaz noktasına geldiğimi hissettim. 17-25 Aralık 2013 Darbe Girişimi 25 Aralık 2013 Habertürk’teki akşam bülteninde Ece Üner’in konuğuydum. Yaşananın bir darbe girişimi olduğunu net bir şekilde dile getirdim.
O programda şunları söyledim: “Bu bir darbe girişimidir. Soruşturmanın yöntemini, biçimini, yöneldiği hedefi görmek zorundayız. Eğer bunu görmezsek, o zaman “cambaza bak cambaza bak” durumuna düşeriz. O zaman yolsuzluk operasyonu yapılıyor diye bakarken “Oh ne güzel memleketin bağırsakları temizleniyor” derken, Türkiye’nin seçilmiş iktidarının ortadan yok olup seçilmemişlerin yönettiği yeni bir rejime doğru yolculuk yapıyoruz demektir.(…) 28 Şubat nasıl yürütülmüştü? “Erbakan Hoca tarikat liderleriyle Başbakanlık’ta buluştu” gibi çeşitli söylentiler üzerinden kurgulanmıştı her şey. Sincan hikayesi uyduruldu. Oradan bir hava yaratıldı, sonunda askerin ve yargının girişimiyle 28 Şubat gerçekleştirildi. Siyaset, siyaset dışı yollarla ve araçlarla ipotek altına alındı ve yok edildi. Şimdi yeniden aynı şeyle yüz yüze geliyoruz. Bunu kabul etmememiz gerekiyor. Artık yeter.”
15 TEMMUZ AKŞAMI
15 Temmuz 2016. Akşam, Banu’nun Yeşilköy Çınar Otel’de düğünü var. Saat 16.00 gibi Büyükada’dan gemiyle yola çıktık. İpek (Çalışlar) Heybeliada açıklarında kümelenmiş denizaltıları, askeri gemileri görünce işkillendi. “Baksana bu görüntü anormal değil mi?” diye sordu. “Ne var işte, burası Heybeliada denizcilerin adası” diyerek aldırmadım.
Saat 21.30 civarında düğün yemeği için masalardayız. Reşat (Çalışlar) heyecanla, “Herhalde darbe oluyor, Boğaziçi Köprüsü’nü tanklarla kesmişler” dedi. O kadar önemsemedik. Bu arada düğün sahibi yakınımız geldi: “Oral bir şeyler oluyor. Sen gazetecisin, bir soruştur bakalım. Bülent, biraz önce korumalarını da alarak uzaklaştı.” Bülent Bostanoğlu, o dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı. Akraba. O da düğünde. (Sonra neler yaşadığını ayrıntılı olarak öğrendik. İlk karşı açıklama yapan ve darbecilerin ellerine düşmeyen komutan olmuştu.) Kısa sürede işin çapı anlaşıldı. Gece 24.00 civarında darbe girişimcilerinin hazırladığı bildiri TRT’den okununca, on beş sene önce bıraktığım sigarayı yeniden yaktım. “Yine mi darbe?” dedim kendi kendime.
İlk kez farklı şeyler oldu. Toplum sokaklara döküldü. Darbecilerin hesaplamadığı direniş, gelişmenin yönünü değiştirdi. Darbeciler yenildiler. Türkiye bir felaketin eşiğinden döndü. İlk askeri darbeyi yaşadığımda 1 4 yaşındaydım. Sonraki iki askeri darbe (12 Mart 1971-12 Eylül 1980)’yi cezaevinde geçirdim. Toplam 7 yıl yattım. Ömrü darbelerle geçmiş bir kuşağın parçasıyım.