Afganistan’daki gelişmelerin tetiklediği yeni göç dalgası, varlığını bir süredir sadece dip gürültüsü olarak hissettiren göçmen ve sığınmacı karşıtlığını, volümü yüksek bir haykırışa çevirdi: “Hepsi gitsin, hemen gitsin!”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 25 Temmuz’da bu acilci talep sahiplerine sosyal medya üzerinden seslendi:
“Ülkemizin gerçek beka sorunu sığınmacı selidir. Şimdi de Afgan seline tutulduk. Ankara, İstanbul seçimlerinde iki oy için ağzına ülke bekasını sakız edenler gerçek beka sorunu karşısında tek kelime dahi etmiyorlar. Hattâ bir AK Parti Genel Başkan Yardımcısı, ‘Türkler Orta Asya’ya dönerse Suriyeliler de gider’ deme cesaretini dahi göstermiştir. Öncelikle şunu net olarak ifade edeyim. Bu meselenin iki kurbanı var. Biri sizlersiniz sevgili halkım, ikincisi de mülteci kardeşlerimiz. Onun için bu meseleyi ırkçılığa indirgemek asla kabul edilemez. Meselenin diğer kurbanı olan misafirlerimizi kötüleyerek de çözeceğimiz bir konu değildir bu. Bu konuyu, kuklacı ve kuklalarıyla çözeceğiz. Kimdir kuklacı? Ülkemizi parasıyla açık mülteci hapishanesine dönüştürebileceğini görmüş olan Batı’dır. Kuklaları ise bu paralarla sizin mahalleleriniz ve huzurunuzu satmış olan iktidar partisidir. Bunlarla hep birlikte mücadele edeceğiz. Sizin hesabınızı ben bu iki muhatap ile göreceğim, garibanlarla değil.”
Bu hamle kimileri tarafından “gerilimi yatıştırma”, kimileri tarafından da sığınmacı öfkesinin üzerinde sörf yaparak oy derleme çabası olarak yorumlandı. Bence ikisinin bir karışımıydı ama, “gerilimi yatıştırma” amacıyla kullandığı argümanlar aslında tam tersine hizmet ettiği için geriye sadece ‘oy hesabı’ kalıyor, o da fena halde sırıtıyordu. (Üstüne üstlük ‘hesap’ da yanlıştı. Çünkü herkes biliyordu ki Kılıçdaroğlu’nun söz verdiği şeyi yapabilmesi mümkün değildi. Yapabileceğine inanılsa, işte o zaman bu vaat gerçekten de oy getirebilirdi.)
Meselenin sosyal medyada köpürtülmesine paralel olarak Kılıçdaroğlu da Afgan göçüyle birlikte ortaya çıkan hassasiyetin daha da yükselmesine hizmet eden açıklamalar yapmaya devam etti. Altındağ’daki yürekleri ağıza getiren gecenin ardından da noktayı şöyle koydu:
“Sevgili vatandaşlar, herkes çok hassas farkındayım, sakin olmak zorundayız. Biz bu sığınmacı sorununu çözeceğiz; ve tabii ki bunu aklıselim ile yapacağız. Davul zurna ile uğurlayacağız misafirlerimizi. Lütfen sakin olun ve bize güvenin.”
Kılıçdaroğlu’nun çıkışlarından öncesi fenaydı (Bolu Belediye Başkanı), sonrası da fena geldi: CHP İzmir milletvekili Atilla Sertel, yeni Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in cevaplaması talebiyle, sığınmacı çocuklarının eğitimi için Avrupa Birliği desteğiyle İzmir’de, üstelik de “şehrin göbeğinde” kurulmasına karar verilen okul hakkında soru önergesi verdi: “İzmir’in en nezih, en güzel yerlerinden biri olan Bostanlı’da şehrin göbeğinde mülteci okulu yapmak hangi aklın ürünüdür?”
İktidara seçim kazandıracak siyasi atmosfer?
Yıldıray Oğur, ‘Ya davul zurnayla gitmek istemezlerse’ başlıklı yazısında, ana muhalefetin şahsında cisimleşmiş bu muhalefet tavrının muhtemel siyasi sonucu hakkında “Mülteci karşıtlığı üzerinden ortaya çıkan milliyetçi dalga, Batı karşıtlığı, anti-hümanizm, linç kültürü günün sonunda muhalefetin başına çorap örebilir, siyasi atmosferi iktidarın istediği bir yere çekebilir” diye yazdı.
“İktidarın istediği siyasi atmosfer…”
Bu, nasıl bir şey olabilir? Nerelere kadar gidebilir? Bu yazıda kendi zaviyemden bu soruların cevabını arayacağım.
Bir kere, her şeyden önce -Suriyelilerin ülkedeki varlığını bir sorun olarak görenler de dahil- AK Parti seçmenleri Altındağ gibi ürkütücü olayları muhalefetin “kışkırtıcılığına” bağlar ve faturayı oraya keser. Kesmeyen olursa da iktidar medyası kestirtir. Altındağ’daki korkunç gecenin ertesi günü iktidar gazetelerinin başlıklarına bakmak, bunu anlamaya yetebilir:
Yeni Şafak: “Bu kandan siz sorumlusunuz / CHP ve İYİ Parti’nin siyasi hesaplarla sürekli olarak sığınmacıları ve yabancıları hedef alması Altındağ’da vahim sonuçlara yol açtı.”
Akşam: “Eserinizle kahrolun / Kılıçdaroğlu, Tanju Özcan ve Ümit Özdağ’ın sığınmacı karşıtı söylemleriyle yükselttikleri tansiyon, Ankara Altındağ’da ‘ırkçı linç’e dönüştü.”
Yeni Akit: “Sizin katil Esed’den ne farkınız var / Katil Esed’in zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan mültecileri hedef haline getiren CHP’nin başını çektiği zillet ittifakı, Altındağ’da yaşanan provokasyonun baş sorumlusu.”
Sıcak ‘şimdi’, soğuk ‘önce’yi unutturur
Bütün toplumu şoke eden somut-sıcak bir olay yaşanırken, olayın oralara nasıl geldiği üzerinde durulmaz, herkes somut olaya odaklanır ve olayın o andaki ‘sorumlusu’ kimse, oklar ona yönelir.
O nedenle hiç boşuna “Bu gazeteler de ne utanmaz canım; iktidarın ‘saldım çayıra mevlam kayıra’ politikasızlığına hiç laf etmeden, sorumluluğu sorunun bu noktaya gelmesinde hiçbir dahli bulunmayan muhalefete yıkıyorlar” demeyin. Yıkarlar ve yerini de bulur; Altındağ benzeri olayların nerelere varabileceğine dair bolca tecrübesi olan insanlar, somut olayda kimin dahli varsa ona yüklenir, eh, iktidar basını da bu ruh halini iktidar lehine tepe tepe kullanır.
Üstelik olayın ucuz atlatılmış olması üzerinden konuşuyoruz, ya atlatılmasaydı?
O geceyi Altındağ’da geçirmiş DEVA Partili Mustafa Yeneroğlu, Serbestiyet’e verdiği röportajda olabilecekleri düşünürken dilini ısırarak konuşuyordu; gerçekten de o gece çok korkunç şeyler olabilir ve olanlar o geceyle sınırlı kalmayabilirdi.
Yani biz buraya kadar olayın ucuz atlatılmış olduğu gerçeği üzerinden konuştuk ve gördük ki bu haliyle bile iktidar, muhalefetin kalesine esaslı bir gol atmış durumda.
Peki, ya ucuz atlatılmasaydı?
İşte bu soruyu muhalefet kendisine ne kadar çok sorarsa o kadar iyi. Sormalı ve bu dilin nelere yol açabileceği üzerinde bolca düşünmeli. Ve tabii bu mesaisini icra ederken aklına mutlaka 7 Haziran 2015 seçimleriyle 1 Kasım 2015 seçimleri arasındaki beş ayı getirmeli.
Böylece sözü getirmek istediğim yere getirmiş bulunuyorum. Buradan meseleyi bağlayıp yazıyı sonlandırabilirim…
Hatırlayalım; 7 Haziran 2015 seçimlerinde AK Parti kuruluşundan beri ilk defa tek başına çoğunluk sağlayacak oy oranına ulaşamadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu’nun CHP ile koalisyon yapmasını engelledi ve aradaki beş ayda ülke cehenneme döndü. Ve 1 Kasım’da yapılan seçimlerde can korkusuna düşen insanların bir bölümü oy tercihlerini değiştirince AK Parti yeniden tek başına iktidar oldu.
Her şey ne kadar o günleri andırmaya başladı: Anketler, Erdoğan’ın karşısına çıkacak herhangi bir muhalefet aktörünün zaferinin neredeyse garanti olduğunu söylüyor; yani yine iktidar güç kaybediyor, muhalefet güç topluyor. Seçimin yeni bir 7 Haziran olması ihtimali çok yüksek. Fakat işte yeteri kadar provokasyon ve kargaşa yok, işin o tarafı benzemiyor. Ve muhalefet, göçmen ve sığınmacılara karşı geliştirdiği dille taraftarlarını delirterek bu açığı kapamak için elinden geleni yapıyor. Başarılı olursa, hiç kuşkusu olmasın, seçim 1 Kasım 2015 seçimi olur.
O tarihte AK Parti, ona seçim kazandıran atmosferi bilerek oluşturmakla suçlanmış, şaibe altında kalmıştı.
Bu defaki, muhalefet sayesinde kaymaklı kadayıf olabilir: Yani kendisine seçim kazandıracak atmosferi, yani yegâne şansını bu defa elini dahi kirletmesine gerek kalmadan elde edebilir.
Muhalefetimize bravo demek lazım.