Bizim kuşağın hafızasında Süleyman Demirel'in hep özel bir yeri oldu.Çok hazin bir görüntüydü. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı için yapılan Meclis oylamasında Demidel önce bir elini, arkadaki sıralarda bir tereddüt hissedince de iki elini birden kaldırmıştı.
İki eliyle birden Deniz Gezmiş'lerin idamını istiyordu. Adalet Partisi milletvekillerinin çoğu ona katıldı, hatta birkaç tane CHP'li de idamlar için oy kullandı.
Günün sloganı "üçe üç"tü. İlk üç Menderes, Zorlu ve Polatkan'ı, ikinci üç de Gezmiş, İnan ve Aslan'ı ifade ediyordu.
Askerlerin astığı Menderes ve iki arkadaşının intikamını, Demirel ve Adalet Partisi çok yanlış bir yerden alıyordu. Başbakan ve iki bakana karşılık, ellerinde kan olmayan üç çocuk…
Askerden intikam alınamıyordu, askerden hesap sorulamıyordu, üç idamın acısı üç çocuktan çıkarılıyordu.
Demirel demokrat mıydı? sorusunun ilk karşılığında üç idam için kalkan iki eli ve "üçe üç" diyen sesi var.
Demirel kendi kuşağının ufku kadar demokrat oldu. Kendi kuşağının çoğunluğu gibi havsalasında liberal ekonomi gibi bir kavram taşımadı, döneminin sağlam bir anti-komünisti, Cumhuriyet çocuğu olarak Atatürkçüydü.
Askerler Demirel'i hiç bir zaman sevmediler, cumhurbaşkanı olduğunda da hoşlanmadılar, ondan hep kuşkulandılar.
28 Şubat döneminde, herkesle barışık bir cumhurbaşkanı olarak hareket ederken yine karşısına asker çıktı, yine askere boyun eğdi.
Bu kez gerekçesi oldukça meşru ve kabul edilebilir bir gerekçeydi. Ülke yine darbenin eşiğine gelmişti ve kendi birinci görevinin bu darbenin olmamasını sağlamak olduğuna kuvvetle inanıyordu.
Bir darbe olmaması için, asker tarafından bu kez de cumhurbaşkanlığından alınmamak için askerin "hassasiyetleri"yle uzlaşmayı seçti.
1991'de SHP ile koalisyon hükümeti kurduktan sonra Erdal İnönü ile birlikte Diyarbakır'a gidip "Kürt realitesi"nden söz ederken, gerçekten kendini aşmıştı ve yine malum çevrelerden gelen tepkiler üzerine başka bir adım da atmadı.
Neredeyse bütün ömrü askerden korkmakla geçmiş bir siyasetçinin durumunu herkes farklı anlayabilir. Ama gerçek budur, bütün siyasi hayatı asker korkusuyla geçmiştir ve kendini "Meclisi açık tutmak, sarığın kurulmasını sağlamak" gibi bir misyona hapsetmiştir.
1971'de askerin gölgesi altındaki Meclis'teki idam oylaması ise kolay unutulmayacaktır.