[13 Ocak 2015] Çok uzun süre, Charlie Hebdo katliamının ve büyük Paris yürüyüşünün gölgesinde yaşayacağız anlaşılan. Bunu yazacak, konuşacak, tartışacağız. Benim zavallı Eğitim Şurası dizimi, alfabetik bir yazı değil de bir kültür dili olarak elit Osmanlı Türkçesinin orta-lise düzeyinde öğretilip öğretilemeyeceği, hele “beğenseniz de beğenmeseniz de öğreneceksiniz” diye bağırmak suretiyle öğretilip öğretilemeyeceğine ilişkin son birkaç sözle bitirmeme de gelecek sıra. Bu kördüğümle ilgisi de var kuşkusuz.Şimdilik sadece şu: bütün büyük toplumsal olaylar gibi bunda da farklı dinamikler, farklı taraf ve aktörler, farklı niyet ve temenniler iç içe, karmaşık bir yumak halinde. Tam bir Althusser tipi surdetermination (çoklu belirlenim veya üstün belirlenim) hali. Kimimiz tablonun tamamını görmeye çalışıyoruz (veya öyle zannediyoruz), olabildiğince serinkanlı bir tarihçi tavrıyla. Kimimiz buna, yeni ve daha kapsayıcı, daha âdil ve kucaklayıcı bir toplum sözleşmesi, daha doğrusu evrensel insanlık sözleşmesi arayışını da ekliyoruz. 4 Temmuz 1776 (Amerikan) Bağımsızlık Beyannamesi’nin, 26 Ağustos 1789 (Fransız) İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi’nin çok genişletilmiş küresel versiyonu ne olabilir? Batının kendisi, Batının içindeki Doğu, Doğunun içindeki Batı ve Doğunun kendisi, böyle bir global demokrasi ve uzlaşma kültürü içinde nasıl yer alabilir? Gerek Batı (hele Avrupa), gerekse Doğu (ve İslâmiyet) kendi içlerine kapanmayacak veya mevcut kapalılık derecelerini sürdürmeyecekse, yeni yeni çatışmalardan nasıl kaçınılır? 11 Ocak 2015 yürüyüşünün République ve Nation meydanlarındaki insanî birlik görüntüleri, yeni bir Fransa’nın, yeni bir Batının ve yeni bir dünyanın kalıcı görüntülerinin hiç olmazsa habercisi olabilir mi? Bunun için bütün taraflar neleri yeniden düşünmeli ve yeniden öğrenmeli?Şahsen ben kendimi bu ilk iki kategorinin de içinde vehmediyorum. Fakat olabilir, belki de değilimdir. Belki ben de sonuç olarak, bütün bunların “herhalde Fransız derin devletinin bir komplosu”, en azından “büyük bir show” ve “yeni bir Haçlı Seferi” olduğunu göremediği için, en kritik anda, zurnanın zırt dediği noktada, fazla içselleştirdiği “Batı değerleri”ne rücu etmekten kendini alamayan bir Beyaz Türkten ibaretim. İslâmî teröre İslâmî terör diyen; genel olarak İslâmiyeti tenzih ederken, bu âlemin kendi içinden çıkardığı terörist “uc”un da sübjektif saikleri bakımından adını koyan; açık bir çağrı yapmasam bile, herkes gibi Müslümanlara da kendilerini bu ekstremizmden ayırmayı, bu arada tarihsel mağduriyetlerine, ya da o mağduriyetten hareketle genelgeçer bir Batı karşıtlığına da fazla sığınmamayı önerdiği aşikâr olan bir yazı yazdım (Serbestiyet, 10 Ocak). Bu yüzden, bu sefer de alla franca bir neo-kolonyal “işbirlikçi” olup çıkıverdim. En azından, öyle düşünen veya düşündükleri oraya varan bazı arkadaşlarım da var anlaşılan. Öyle ya; “Davutoğlu’nun Paris’e gitmesinin aşağılık bir diz çöküş olduğu” lâfını duyunca çıldırıyorsam, ben de böyle “aşağılık bir diz çöküş” içindeyimdir.İcabında topyekûn mahallesizlik, sıfır mahallesizlik anlamında yapayalnız kalırım, ama bu tür açık-örtük suçlama ve meydan okumaları yerde ve cevapsız bırakmam. Bunu Ermeni soykırımının tarihsel gerçekliği konusunda da yaptım; PKK idealizasyonları (ya da gerillaya oy verip vermeme) konusunda da yaptım; 1 Mayıs 1977’nin bir “devlet katliamı” olduğu efsanesi konusunda da yaptım; Gezi’de gözümle gördüğüm devirmeci, provokatif çatışmacılık konusunda da yaptım; bilim ahlâkından uzak iki kişinin Torosyan menkıbeciliği konusunda da yaptım; daha da her konuda yaparım — gerçek söz konusu olduğunda, “fayda” argümanlarına fazla kulak asmadan. Onun için, hayli vahim gördüğüm bu — nasıl karakterize edeceğimi bilemediğim için uzun bir tamlama kullanacağım — “Müslüman Türkiye ile dayanışma içindeki toptancı neo-antiemperyalizm” tavrının son derece sığ ve şematik tek-boyutluluğuna da gelirim, geleceğim, ömrüm yeterse.Ama şu anda üzerinde durmak istediğim, üçüncü bir tavır, katliama, tepkilerine, yürüyüşe ve mirasına ilişkin. Evet, kimimiz öyle, kimimiz böyle… Ve kimimiz de, yukarıda sözünü ettiğim politik vizyonun tümüyle dışında, sonuçları ne olursa olsun, yangına körükle gidercesine sadece bir hak ve haklılık peşinde. Charlie Hebdo yeni sayısına bu sefer Hazreti Muhammed’e Je suis Charlie dedirten kapak karikatürünü koydu. Demokratik haklarını kullanma tercihleri bende tepki yarattı. Ama zerrece tepki duymayan; tepki duymak şöyle dursun, olduğu gibi benimseyenler de var kuşkusuz. İnternetten öğrendiğime göre Cumhuriyet, yarın (14 Ocak) eksiksiz Türkçesini basıyormuş. Evet, beklenir onlardan. Bu sitenin çeşitli yazarları, en çarpıcı biçimde Gürbüz Özaltınlı (10 Ocak, Paris düşerken dindarların ve laiklerin sorumluluğu) ve Cengiz Alğan (12 Ocak, Fransa’nın makarnacıları ve yerli Gestapolar), laik-Atatürkçü kesimin mutlak din düşmanlığı oportünizmi ve sosyo-kültürel ırkçılıklarının tavan yapması üzerinde yeterince durdu zaten.Fakat karmaşıklık hakkında en baştaki düşüncelerime geri dönecek olursam, siyaset böyle bir şey işte. Herkes büyük resmi görmeye çalışmak zorunda değil. Kiminin empati diye herhangi bir sorunu yok; böyle bir mecburiyeti de yok. Sadece kendi maruz kaldığı saldırı ve katliamı görüyor; buna karşı “tekfir [blasphemy] hakkı” dahil “doğru değer”leri (ki benim de değerlerim) böyle, bu noktada bile, bu kadar katı, iz’ansız ve dirayetsiz biçimde savunmaya devam ediyor. Toplum birleşmek yerine daha da fazla kutuplaşırmış; umurunda değil. O, düşünce ve ifade özgürlüğünü tâvizsiz yüceltiyor, militan ateizmin kavgasını kahramanca veriyor ya! Beri yanda “bu bir Haçlı Seferidir” kafasında olanları doğrularcasına (ne demişler, tek el şaklamaz), “hazır, haksız ve ezik yakalamışken, 3-5 milyon kişi de yürümüşken, alıp kendimize yontalım ve iyice üzerlerinde tepinelim” diye düşünüyor belki. Ya da Batısı ve Doğusu ile insanlığın özlenen kaynaşmasını, “öteki”lerin “bizim” değerlerimize şimdi ve derhal, toptan uyması diye düşünüyor. Hâlâ, bu kadar düz bir “zafer”, bu kadar çizgisel bir “uygarlık zaferi” hayal edebiliyor.Ne yapalım, demokratik bir hakkın özü sonuçta. Siyasal sorumsuzluk ve ahmaklık da olsa. Voltaire herkes için gerekli.
Demokratik hak; siyasal sorumsuzluk ve ahmaklık
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik