ABD’nin Irak’a girme hazırlıkları yaptığı günler. İşgal için Türkiye’den gelecek izin bekleniyor. Meclis, 1 Mart 2003 günü ABD’ye Irak tezkeresini oylamak için toplanacak. ABD Genelkurmay Başkanı Ankara’da Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’le görüşecek.
Tam o günlerde İmralı tutanakları haberine de imza atacak Milliyet’in tecrübeli muhabiri Namık Durukan’ın “Kuzey Irak’tan getirdiği” söylenen bir belge Milliyet gazetesinde Can Dündar’ın köşesinde yayınlandı. Mustafa Karasu imzasıyla PKK Başkanlık Konseyi’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na hitaben yazılmış bir yazıydı bu. “İlginç flört: ABD-PKK görüşmeleri” başlıklı köşedeki iddialar nedense gazete tarafından birinci sayfaya alınmamıştı. YAZIDAKİ iddialardan biri daha iddialıydı; “Kuzey Irak’taki Kürt gruplar üzerine ağırlığı olan” diye tanıtılan Davut Bağıstani’ye dayandırılan iddiaya göre PKK-ABD arasında bir zirve gerçekleşmişti.
Yazı, yazarının “ABD’nin Saddam’dan sonra Irak’ı Talabani ve Barzani’ye emanet etmesine” ve PKK’nın bu iş birliğine tepkisiyle bitiriyordu:
“Bölgeyi kendi dinamikleriyle değil, Orta Doğu’da emelleri olan uzak bir süper gücün sopasıyla dizayn etme taktiklerine tepki duyuyorum. Kürtler özledikleri çözüme bir komşu halkın mahvına göz yumma karşılığı ulaşabileceklerini sanıyorlarsa kendi tarihlerini bir daha okumalarını tavsiye ederim…”
Ertesi gün, 20 Ocak 2003, top bu kez Ulusal Kanal’ın ayağındaydı. Dündar’ın köşesinde bahsi geçen Davut Bağıstani kanala telefonla bağlanıp PKK-ABD görüşmelerini anlatmıştı. Ertesi gün “BM’nin Kuzey Irak’taki İnsan Hakları Projesi’nin koordinatörü” sıfatıyla geçen Bağıstani, aynı görüşmeleri Can Dündar’a anlattı. ABD Elçiliği iddialara sert bir cevap verdi. Sonraki gün tekrar Doğu Perinçek aldı topu. Düzenlediği basın toplantısında ABD’nin PKK’ya 125 milyon dolar verdiğini iddia etti ve PKK-ABD ilişkisinden sorumlu tuttuğu aralarında ABD’nin Ankara’daki iki numarası Robert Deutsch ve Adana CIA masa şefi olduğunu iddia ettiği Joseph Penington’un da olduğu dört ABD’li diplomatın Persona non Grata (İstenmeyen kişi) ilan edilmesini istedi.
23 Ocak 2003 günkü Milliyet gazetesi, Dündar imzalı “İşte kanıtı” manşetiyle çıktı. Kanıt bir fotoydu. Aralarında devrin PKK yöneticisi Nizamettin Taş, Ali Haydar Kaytan, Davut Bağıstani’nin de olduğu grup kırda otururlarken görülüyordu. Dündar’a göre fotoğrafta arkası dönük olan, şapkalı, düzgün bağdaş kuramayan (Amerikalılığına en büyük delil buydu) şapkalı adam bir “Amerikan kurumunun enformasyon biriminde yasa dışı örgütlerle gayriresmî görüşmeler ve lobi faaliyeti yapmakla görevli bir asker yetkili”ydi. Kaynak yine Bağıstani’ydi. ABD elçisi tv’lere çıkıp gazeteyi yalancılıkla suçladı. TBMM, 1 Mart’ta bu havada tezkereyi oyladı ve tezkere Meclis’ten geçmedi.
“Bağdaş kuramayan Amerikalı asker”in kim olduğu ise yıllar sonra ortaya çıktı. 2011’de Wikileaks belgelerinde haberle ilgili Amerikan gizli belgeleri ortaya çıkınca o fotoğraf karesinde yer alan, 2004’teki ayrışmada PKK’dan ayrılan Dursun Ali Küçük, Kurtuluş Tayiz’e konuştu: “Fotoğraf gerçek. Fotoğrafın çekildiği yer Kuzey Irak’ta PKK kamplarının bulunduğu, Hinere-Kelaşin adlı bölge. Yanda küçük bir göl var. Fotoğrafta 'ABD’li yetkili' olarak işaretlenen PKK’lı 'Kaymakam Halit' kod adlı kişi. Kaymakam Halit, fotoğrafın çekildiği alanda örgütün 'gümrük' işlerinden sorumlu çalışanı.”
Peki, Aydınlık ve Milliyet’in haberlerinin kaynağı Davut Bağıstani kimdi? Bölgede herkesle iş tutmuş epey tuhaf bir adam. İşleri arasında PKK’yı sahte bir ABD’li diplomatla buluşturmak da var. Belgesi Milliyet’e sızdırılan mektup o sahte buluşma için kaleme alınmıştı.
Adı en son gazetelere çözüm sürecinin başladığı 2013 yılı martında çıktı. Cumhuriyet’te “İsrail Kürt Enstitüsü’nden” titriyle konuşmuştu: "AKP Kürtleri kandırıyor.”
2014 Şubat’ında ise daha tuhaf bir şey oldu, Yeni Şafak’ta öldüğü haber oldu. Başlık: “İsrail’in kirli adamı öldü”ydü. Sonradan ölmediği, öldü diye yalan bir haber dolaştırıp dikkat çekmeye çalıştığı ortaya çıktı.
Dündar, Wikileaks belgelerinin çıkmasından sonra yazdığı yazıda haberde adını vermediği, Bağıstani’den aldığı bilgileri doğrulattığı askerî yetkilinin adını açıkladı: “Gazetecilik kariyerimdeki bu önemli haberin kaynağı, (o dönem Genelkurmay İkinci Başkanı olan) Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tı.”
İşgal öncesi, ABD-PKK ile temaslar kurmuştu ama fotoğraf sahteydi. Anlaşılan, tezkereden rahatsızlık duyan Genelkurmay, ABD-PKK ilişkisiyle ilgili haberler yaptırarak küçük bir operasyon yapmıştı.
Wikileaks ABD yazışmalarında Dündar’dan şöyle bahsediliyordu: “Birçok kez Anti-Amerikan haberlerin kanalı olan köşe yazarı Can Dündar da, ABD’nin 'stratejik bir ortak' olmak yerine, hızla Türkiye’ye karşı 'Bir Numaralı Tehdit' hâlini aldığı ithamında bulundu.”
Sonra yıllar geçti, köprülerin altından çok sular aktı, pozisyonlar değişti…
1 Aralık 2013’te Can Dündar şöyle bir tweet attı: Ankara kulisleri, "en önemli büyükelçi"nin eski bir politikacıya söylediği cümleyle kaynıyor: "Çok yakında Türkiye'de tarih değişecek."
16 gün sonra 17 Aralık operasyonu başladı.
19 Ocak 2014 günü sabah 07.27’de Adana İl Jandarma Komutanlığı’na içinde mühimmat olan üç tırın Adana’ya doğru yol aldığı ihbarı geldi. İhbar isimsiz bir kişiden gelmişti. Beş saat sonra 12.00 sıralarında Adana Ceyhan Doğu Gişelerinde tertibat alan Adana İl Jandarma Komutanlığı görevlileri 3 tır ve eskortluk yapan bir Audi marka aracı durdurdu.
Sonrasını biliyoruz. Ama hikayeyi biraz daha başına almalıyız.
Aslında her şey sabaha karşı yapılan o isimsiz ihbardan altı ay önce başlamıştı. Ankara İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü tırlarda görevli 7 MİT’çiyi 29 kişinin dinlendiği bir uyuşturucu ticareti soruşturmasının içine atıp dinlemeye başlamışlardı.
Peki iki jandarma astsubayı bu tırların gideceğini ve bu MİT mensuplarının bu işte görev yapacağını nereden öğrenmişlerdi? MİT tırları soruşturmasını yürüten savcıdan okuyalım:
“… çeşitli talimat yazılarımıza rağmen adını ve açık kimliğini vermedikleri ve gizledikleri, ancak verdiği bilgi itibarıyla Milli İstihbarat Teşkilatının söz konusu görevlendirmesini ve bu görevlendirmede görevlendirilen Mit Mensuplarının açık kimlik adres ve bu görevde kullanacakları cep telefonlarını bilen casusluk faaliyeti gösterdiği değerlendirilen meçhul bir şüpheliden 7 Mit görevlisinin açık kimlik, adres ve cep telefon bilgilerini aldıkları…”
Mahkemeden MİT’çiler için önleyici dinleme kararı alan iki Jandarma görevlisinin adı önemli: Jandarma Yüzbaşı Hakan Gençer, Jandarma Kıdemli Çavuş Gültekin Menge.
Tırlar 18.01.2014 günü akşamı Esenboğa havaalanından yola çıktılar. Esenboğa’dan Gölbaşı’na kadar peşlerinde Kıdemli Çavuş Gültekin Menge ve Uzman Çavuş Cumali Katırcı da var.
Menge’nin bağlı olduğu Jandarma Yüzbaşı Hakan Gençer, ifadesinde tırların yola çıkmasından 6 saat önceden itibaren Çavuş Menge’nin kendisini arayıp tırlarla ilgili bilgi verdiğini “tırların içerisinde terör örgütlerine malzeme götürülmüş olabileceğini” dediğini aktardı.
Peki terör örgütlerine malzeme götürdüğünü düşündükleri tır için ne yapmışlardı? Uzman Çavuş Menge, Uzman Çavuş Katırcı tırları Gölbaşı’na kadar takip etmiş, hatta tırlar mola yerinde durmuş, takip sürmüştü. Sonra ise “Terör örgütlerini gittiğini düşündükleri” tırları orada bırakıp, takibe merkezden devam etmişler. Saat 04.00’e kadar da hiçbir şey yapmadan bekleyerek.
Saat 04.00’de Çavuş Menge, tehlike altında bu illerden hiçbirine bilgi vermeyip, tırın daha varmadığı Adana İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli Şüpheli Üsteğmen Önder Kır'ı arayıp bilgi verdi.
Macera o saatte de bitmiyor. En tuhaf kısmı şimdi. Uzman Çavuş Gültekin Menge, amiri olan Jandarma Yüzbaşı Hakan Gençer ile buluştu
Birlikte Menge’nin arabasına binip Ankara Demetevler’de bir kuruyemişçi önüne gittiler. İddianamedeki kayıtlara göre “Yüzbaşı Gençer şapkalı parka, yüzünü belli etmeyen beresiyle kuruyemişçiye girip arabada bekleyen uzman Çavuş’a telefon kartı aldı. Bütün askerî hiyerarşiyi altüst ederek.
Savcılık bu anların görüntülerini kuruyemişçi ve çevre dükkanlarının kameralarından tespit etmişti. Herhalde o kameralar yüzünden ikili, kuruyemişçideki sabit ve hemen yanındaki ankesörlü telefonları kullanmamışlardı. Ankara Emniyeti’nin daha sonra MOBESE'lerden tespitine göre ara sokaklardan Etlik’e doğru uzun mesafeleri katederek kamera görmeyen bir sokaktaki ankesörlü telefonun önünde durdular.
Çavuş Menge o ankesörlü telefondan Adana Jandarmasını arayıp ismini vermeden tırların geçişini ihbar etti. Şu kısmı da ilginç. Savcılık iddianamesinden:
“Bu sırada Şüpheli Yüzbaşı Hakan GENÇER'in arada bir sokak başına gelip çevreyi kontrol ettiği ve Şüpheli Uzman Çavuş Gültekin MENGE'ye gözcülük ettiği, bu hususların tümünün Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün yaptığı tespit çalışmalarında ortaya çıkarıldığı anlaşılmıştır.”
Savcılık ifadelerinde Yüzbaşı 'Bana bir haber elemanımı arayacaktım' dediğini, Çavuş Menge ise Yüzbaşı konuyla çok ilgilenmediği için ihbar yapmak için yalan söylediğini anlattı. İkisi de altı aydır takip ettiklerinin MİT’çiler olduğunu bilmediklerini iddia ettiler. İhbarcı Çavuş Menge hatta tam olarak savcıya şöyle dedi: Ben yaptığım ihbara konu tırların MİT'e ait olduğunu öğrenince vicdanen rahatsız oldum.”
Fakat yaptıkları tuhaftı. Çavuş Menge, teröristlere gittiğini düşündüğü tırın geçtiği hiçbir şehri bilgilendirmemiş, doğrudan tırın henüz gelmediği/geleceği de belirsiz olan Adana’yı aramıştı. Hem de Adana Jandarması’nın 156 ihbar hattını da değil, ancak Jandarmaların bilebileceği kodlu uzun bir numarayı…
Zaten, savcıya göre Adana Jandarma’sı da bu ihbardan çok önce tırları karşılamak için hazırlığını yapmıştı. Savcılık, Ankara ve Adana Jandarma İstihbaratları arasında ihbardan çok önce telefon trafiği tespit etti. 04.00’teki konuşmadan sonra Adana İl Jandarma Komutanlığında İstihbarat Terör Kısım Amiri Kıdemli Üsteğmen Önder Kır, karşılama için hazırlıklara başlamıştı. Savcılıkta neden o saate, belirsiz bir ihbar yüzünden telaşlandığını anlatırken o da meçhul bir adamdan gelen bir ihbardan bahsetmişti:
“19/01/2014 sabahı Gaziantep ili İslahiye ilçesinde yapılacak olan Rojova'ya destek mitingine geniş bir katılım bekleniyordu. İslahiye'deki mitinge bir tehlikenin olabileceğini düşündüm, ayrıca 1 gün önce açık kimliğini ve adresini bilmediğim Murat ismindeki bir şahısla karşılaştığımızda, bu şahıs bana kendisini hatırlattı, Murat bana 'komutanım siz istihbaratçıydınız değil mi'' dedi ben de ona 'evet ben istihbarat şubede çalışıyorum' dedim. O da bana dün yani 17/01/2014 günü çarşıda çay içerken yan masadan değişik tipli iki şahsın, konuşurlarken 'Reyhanlı, Suriye, Bomba' kelimelerini kullandığını söyledi. Ben de kendisine 156 Jandarma İmdat'ı arayıp aramadığını sordum, şahıs bana 'aramadım, sizi gördüm iyi oldu, haberiniz olsun' dedi…”
Ankara’dan gelen bilgiler, mitinge saldırı ihtimali, kimliği meçhul Murat adlı kişinin ihbarını birleştirip telaşlandığını söyleten Üsteğmen Kır’ın açıklayamadığı bir detay vardı. Peki bu kadar telaşlandıysa neden ihbarın yapıldığı 07.27’den, 12.00’ye kadar hiçbir şey yapmamış, tırlar Adana’ya girmiş, Jandarma ancak Adana çıkışından 60 km ileride Sürkeli gişelerinde karşılama için ağır teçhizatla beklemeye başlamıştı.
Ve gazetecilere kim haber vermişti?
Daha da ilginç bir soru var. 07.27’de Adana Jandarması’nı isimsiz ihbarda bulunan Çavuş Menge, tırların sadece mühimmat yüklü olduğunu söylemişti. Kime gittiği hakkında bir şey söylememişti. Ama ihbar tutanağına bu konuşma “paylayıcı mühimmat ve silah” olarak yazıldı. Ortada hâlâ bir örgüt adından bahseden yoktu. Üsteğmen Hakan Kaplan tarafından imzalanan arama talep yazısında ise "bu araçların Hatay üzerinden yurt dışı bağlantılı El Kaide terör örgütüne silah ve malzeme götürdükleri" yazılmıştı. Üsteğmen Kaplan, El Kaide’yi arama talebi yazısını kendisinin yazmadığını, Adana Jandarma İstihbarat’tan yazılmış olabileceğini söyledi.
İçinde terör örgütlerine giden mühimmat bulunduğu düşünülen tır Ankara’dan onlarca yerleşim yerini geçtikten sonra, 10 saat sonra durduruldu. Karşılama komitesinde kimin davet ettiği bilinmeyen gazeteciler de vardı.
Ama haber tuhaf bir şekilde İstanbul Emniyeti’ne bakan bir muhabir tarafından Türkiye’ye duyuruldu.
Olaydan iki gün sonra tırlarının içindeki mühimmatların fotoğrafı önce Aydınlık gazetesine sızdırıldı.
15 ay sonra seçimlere 10 gün kala da Cumhuriyet gazetesinden Can Dündar’a…
Sanık askerler, operasyonu başlatan bilgiyi, MİT’çilerin adlarını, telefon numaralarını veren meçhul kişinin adını saklamaktalar. MİT’çiler uyuşturucu kaçakçılığı dosyasında dinlenmiş. Dinlemeleri yapan çavuşun Jandarma’ya yaptığı isimsiz ihbarın hiçbir yerinde IŞİD ya da El Kaide geçmiyordu. Arama izni yazısına El Kaide’nin nasıl girdiğini ise şimdi sanık olan askerlerin hiçbiri bilmediklerini söylediler.
Ama Dündar manşet haberini Twitter’dan şöyle duyurdu: “İçişleri Bakanı, 'Herkes işini bilecek' demişti. Gazetecinin işi, gerçeği deşifre etmek. İşte IŞİD'e yollanan silahlar…”
Bütün bu hikayede bir gazeteci için deşifre edilmeyi bekleyen daha ilginç gerçekler olduğu açık. Ne olursa olsun, bu bir haber. Bu yüzden gizli belgeleri, bilgileri dışarıya sızdırdığı için kamu görevlileri suçlanabilir ama bu bilgileri elde ettiği için gazeteci suçlanamaz. Bu gazeteciliğin sonu olur. Peki “hükümetin Türkmenlere gidiyordu” açıklamasına rağmen, gazeteci hiçbir veriye dayandırmadan neden ısrarla “IŞİD’e giden silahlar” der? Ve neden dünya çapında olduğunu söylediği bir haberi Cemaatin hedef tahtasındaki eski İçişleri Bakanı’na cevap olarak sunar? Ve neden 15 ay önceki haberi seçime 10 gün kala yeniden patlatır?
Galiba tam burada gazeteciliğin sınırlarına geldik. Tam da 12 yıl öncesinde olduğu gibi. Galiba bunlar da bir gazetecinin teşhir edilmesi beklenen gerçekleri…