IŞİD’in insanlık dışı uygulamalarına tanık olurken din, birey, insan, özgürlük gibi kavramları yeniden düşünmemiz gereği önümüzde duruyor. Aslında tek tanrılı olsun, çok tanrılı olsun tek başına “dinler” kavramı, içinde birbiriyle tam olarak uyuşmayan ve aralarında bin yıllara dayalı bir hiyerarşinin de kurulduğu inanç sistemlerini ifade ediyor. O halde bu inanç sistemlerine köken, tarih, bugünkü işleyiş, yayıldıkları coğrafya ve hiyerarşik konumlanma açısından da bakmamız gerekiyor. Sorum şu: Dinlerin (isterseniz tek tanrılı dinlerin) — şimdilik “kültürel” demekten kaçınarak — insani karşılıkları bugün neye tekabül ediyor? İnsanların yaşamı açısından ne gibi ayrımları ve üstekonumlanmışlıkları gösteriyor? Köken, tarih vb gibi ilk maddeleri, bilgim dışında olduğu için ilahiyatçılara bırakarak, dinler arası hiyerarşiyi ve bunun “özgürlük” kavramıyla bağlantısını tartışmayı anlamlı buluyorum.
Kuşkusuz bu sorunun yanıtı aslında kendi içinde. Dinler arası hiyerarşiyi, üstekonumlanmışlığı kabul ettiğinizde, “eşitsizlik” kavramı önünüze gelir. Dinler ve pratikleri arasında bir hiyerarşi mevcut ise, öncelikle inanç özgürlüğü açısından bu hiyerarşinin ortadan kaldırılması için çaba sarf etmek gerekmez mi?
Sorularıma devamla: Bu hiyerarşiyi görmeyen bir “özgürlük” tanımı ne menem bir şeydir? Üstte olanın özgürlüğü, diğerlerinin kısıtlanmasına, en azından ötelenmesine denk düşmez mi? Özgürlüğe eşlik eden en güçlü kavramın “eşitlik” olduğunu düşünürsek, eşitliğin olmadığı bir dinler arası ilişkinin, tüm dinleri aşan “evrensel” kurallarla tanımlanması ne denli hakikati ifade eder?
Eşitsiz ilişkinin tarihten bu yana, dinlerin yaşantılandığı önce coğrafya, sonra devletler tarafından belirlendiğini biliyoruz. Devletlerle birlikte siyasetin ve efkâr-ı umumiyenin işin içine kendiliğinden girdiğini de… Hele hele hiyerarşinin olduğu her ortamın şiddet, ezilme ve dışlanma içerdiğini söylemeye gerek var mı? O halde “ifade özgürlüğü” bu alanları kaplayan olumsuzlukları görmez bir bakışla, “saf” bir biçimde savunulabilir mi? Bu soruya yanıtım aslında evrenimi de sonlayan bir nokta. Hayır dediğimde, ki aşağı yukarı öyle düşünüyorum, görelilik, izafiyet seçeneğini öne sürmüş oluyorum. Karşı soru da hazır: özgürlüğün, eşitliğin izafiyeti olur mu? Bu felsefi olarak cevaplaması zor bir soru; ancak yine de günlük yaşamdan, insanlığın eşitlik ideali için yarattığı birikimden yola çıkarak, bazı cevaplarım olabilir. Mesela pozitif ayrımcılık alternatifini; bunun siyahlar/renkliler, kadınlar, eşcinseller, Hıristiyan coğrafyada İslamlar, Müslüman coğrafyada gayrimüslimler, Sünni coğrafyada Aleviler ve bunun tersi ilh… karşılaşmalar için “doğru politik” bir tutum olduğunu düşünmek gibi.
O halde bu sorulara yanıtımızda siyasetin alanına giriyoruz. Bu yanıtın yeterli olmadığını biliyorum. Ama belki burada ahlâka da başvurmak gerek.
Şimdi burada durup, ana eksen olan Hıristiyanlık ve İslâmiyetin kavgası dışında da dinler arası çatışmaya bakalım. Bir yandan son yüzyıldır altakonumlanmış olduğundan kuşkum olmayan İslam siyasileşir; bir tanınma, kabul ve eşitlik talebini yükseltirken, öte yandan İslâmın sözcüleri Yahudiliğe karşı hak tanımaz ve düşmanca bir tutum izlemekte. Son çeyrek asırda İsrail devletinin neo-concu savaş endüstrisinin saldırganlığına sığınmasını ve buna dayalı toprak işgallerini, katliamlarını ne kadar reddetsem ve kınasam da, Holocaust’a uğramış olan Yahudilerin ilk yerleşimi olan kadim Mağrip ve Maşrık topraklarına yeniden dönme, burada yaşama, devlet kurma ve varlık mücadelesinin İslâmî kesimlerde İsrail devletinin hak ihlallerini aşan bir tepkiyle karşılandığı muhakkak. Keza, Osmanlı devletinden çok önce bu coğrafyada yaşayan en eski halklardan biri olduğu halde İttihatçı Türkçülerin soykırımına uğramış Ermenilerin taleplerinin bu ülkenin İslami kesimlerinde boğulup gidişini neye bağlamalı?
Şiddet sarmalına katkıda bulunan dinler arasındaki eşitsizlik, hoşgörüsüzlük ve hiyerarşi aman vermeden sürüyor. Bir de bu durumdan kendine pay çıkaran; kâr, çıkar, dünya hegemonyası uğruna yangına körükle giden yeni tiranlar var. Bunlardan kurtulana değin, sanırım dinler arası eşitlik idealine yaklaşamayacağız. İkinci adım eşitsizler arasında diyalogun, tanınma ve kabulün, birlikte barış içinde yaşama kültürünün yaygınlaştırılması olacak belki de.
Bu cümleden olarak, yani din ve inanç sistemleri bağlamında, gelişmiş Batı ülkelerinde “özgürlük” kavramının içeriğinin, diğer unsurlar bir yana, hegemonya ile iç içe geçen Hıristiyanlıkla sınırlı olduğunu; gadre uğramış İslâma, Yahudiliğe vd. yaklaşımda bir ahlâkın, içebakışın, duyarlılığın geliştirilmesinin insanlığın yararına olacağını söylemek, sanırım abartılı olmaz. Böylesi bir farkındalığın ve duyarlılığın Avrupa toplumlarında yaygınlaşmasının, bundan böyle daha da sertleşeceği öngörülen dinler arası çelişkileri azaltacak, hattâ nice kırımları durdurabilecek bir etmen olacağını düşünüyorum. Kendinden olanın değil, dışındakilerin, dışlanmışların, kendine benzemeyenlerin hak ve özgürlüklerini savunmak, Avrupa ve Batı toplumları için bir sınav niteliğinde. Kaba kategorileştirmelerle, üstünlük taslayan ve “evrensellik” iddiası taşıdığı halde aslında monokültürlülüğü yansıtan dar kalıplarla değil; duyarlı, insanî, kibirden uzak bir bakışla bakabilmek, epey bir nefis terbiyesini, bir içebakış cesaretini, yeni felsefî yaklaşımları, üstekonumlanmışlığa hayır diyebilmeyi ve ötekileştirdiklerini öteki olarak görmekten vazgeçmek terbiyesini, basiretini gerektiriyor. Avrupa halklarının bu sınavı geçebileceğini düşünmek, umarım aşırı iyimserlik olmaz.
Bu tartışmanın yol açtığı sorulardan biri de epeydir üzerinde düşündüğüm “İslâmcı” kavramı. “Hıristiyancı” gibi bir adlamanın olmadığı bugünkü dünyada “İslâmcı” da ne demek oluyor? Tarihsel kökleri neler? “İslâmcı” düpedüz siyasi bir kavram mıdır? Kültürel alt alanları nelerdir? “İslâmcı” mı yoksa “İslâmî” mi daha doğru bir kavramlaştırma olurdu? Bu soruların, bu ülkenin ve Ortadoğu’nun yakın tarihiyle bağlantıları var; ayrıca İslamiyet’teki iki büyük mezhebin, Şiiliğin ve Sünniliğin tarihselliği ve bugünü ile de… Bir başka yazıda bu kavramlara yaklaşabilmeyi deneyeceğim — çok yakın gelecekte olamayacağını şimdiden belirterek tabii.