Ana SayfaYazarlarDumanın dayanılmaz ağırlığı

Dumanın dayanılmaz ağırlığı

 

Alışkanlıklarına dair kararlar alanlara daha sık rastlıyorum.

Sanıyorum en zorlusu ama popüleri de “sigarayı bırakmak”.

Belki benim çevremde, “dumanlı dumanlı oy bizim eller”de öyledir.

Bizim koca mahallede bir tek Ali içmezdi zira. İlkokul dörtteydi… Pasif içiciydi.

 

Kısmet olmadı, ben bırakmayı hiç denemedim.

Çevremdeki bir çok insan denedi, çoğu da bileğinin hakkıyla kazandı bu muharebeyi.

Cemal Süreya gibi ömür boyu üfleyen/püfleyenler de oldu doğrusu:

“Eskiden sigara içmekti ilk işim, şimdi içmemek…”

Bir arkadaşım hâlâ rüyalarında içiyor sigarayı. Ama tabirini bana sormuyor.

Bir diğeri elektronik sigarasıyla gündüz feneri gibi geziyor ortalıkta…

Bir meslektaşım günde sadece iki puro içiyor artık. İçerken kıpraşmasa, Hitchcock gibi kuş konacak purosuna.

Gerçi iki puroyla tükettiği tütünün uzunluğu 30 cm ama olsun… Sigarayı bıraktı ya.

 

Kiminde de mütemadi bir oyuna dönüştü sigarayı bırakma kararı.  

“Bırakıp, spora, diyete başlayacağım”, olmadı “Spora başlayıp, bırakacağım”…

“Yaşgünü”nde, uçakla okyanus aşırı bir yerlere giderken, “Baharda…” bırakacaklar da oldu, içki masasında birdenbire son sigarayı kırarak cold turkey usulü vedalaşmaya çalışanlar da.

Pipoyla, nargileyle nefsini köreltmeye çalışan da vardı dil yarası eşliğinde… Yarım kilo kabak çekirdeğini bitirip, üstüne -hak etmiş bir edayla- sigara yakan da.

Zordu tabi… Terliğine bile alışıyor insan.

Rahmetli eniştem –abartmıyorum- bedeninde nikotin bantı, kulağında akupunktur (o dönemin tiryaki küpesi), dudağında sigarayla söylene söylene aylarca gezdiydi de… Bir tek ben onu anladığımı sandım.

Meğer Tezer Özlü’nün “dünya edebiyatında belki en ihtiraslı sigara içen yazar” olarak tanımladığı Italo Svevo da anlamış.

 

Svevo, Zeno’nun Bilinci’nde sigarayla boğuşmalarını da anlatıyor.

Son bir sigara içip, bırakacaktır o mereti… Ama o son sigarayı ne zaman içeceğini erteler hep. (Galiba bir tek kurşuna dizilirken ertelenemiyordu o son sigara)

Sigarayı bırakayım derken, günde üç paketle daha beter bir tiryakiye dönüşür:

“Son sigaranın tadı insanın kendi kendini yendiği duygusundan, yakın bir gelecekte güçlü ve sağlıklı olacağı umudundan kaynaklanır.

(…) Yoksa ben sigaraya kendi yeteneksizliğimin ayıbını yükleyebilmek için mi öylesine tutkundum? Acaba sigara alışkanlığımdan vazgeçsem o umduğum güçlü, üstün adam olur muydum?

Belki beni tiryakiliğime zincirleyen de o kuşku olmuştur, çünkü insanın kendisini gizli kalmış bir büyük adam sanması rahat bir yaşam biçimidir…”

Svevo 1928 Eylül’ünde bir trafik kazasında ağır yaralanır ve son sözü, “Ölmek bir şey değilmiş” olur.

Değildir tabi, bir nefes daha yaşamak olmasa.

 

Son yazımda da değindiğim sigara meselesi, yaman iş vesselam.

Sigarayı bırakma kararı almanın kolektif halleri de belki bu güçlükten kaynaklanıyor.

“Hadi gel beraber bırakalım” demek, bir bakıma sabrı, iradeyi ortaklaştırıp arabayı birlikte itme umudu.

Başkasını şahit tutarak iddiaya girenler de oluyor.

Kolektif ya da iddiaya girerek çıkılan yolda bırakmayı başaramayanın yaşayacağı bir mahcubiyet var haliyle.

Ama mahcup olmak, o koca bağımlılığın yanında sıradan insanlık hali.

Ve Geleneksel Sigara Bırakma Günleri ile geçiyor bazı insanların yılları.

 

Bazen de bir hastalığın, bir musibetin bin nasihati solladığı an söndürülüyor son sigara.  

Küfredecek ama posterdeki hemşire “Sus” diyor.

Sigara paketlerindeki morglu, burnunda/ağzında oksijen aparatlı fotoğraflar gibi uzanıyor yatağına.

Bir süredir sigaraya karşı açılan cephe savaşı da, bırakma dürtüsünü, gerilimini artıran bir fırtına kuşkusuz.

Prof. Dr. Hans Martin Gauger de “Dumanaltı Yazılar”da meselenin bu yönüne, tiryakilerin artık toplumda “öteki”leştirildiğine değiniyor:

“Eğer sigara karşıtı kampanyalar böyle giderse, sigarayı ilk içmeye başladığımız yerde, yani tuvalette bırakacağız…”

Eh, bu da mevzi savaşıdır.

 

Alınan kararlar, “Yarın kalkacağım, tüm hayatımı değiştireceğim”ler, bazen bir dilek, bazen de bir tür dua…

Bu duygular da yerini başka bir bağımlılığa bırakıyor bazen. Sonuca ulaşamasan da, sürekli yeni kararlar alma bağımlılığına…

Mesela o bitmek bilmeyen diyetler.

Üniversiteyi bitirdikten sonra diyete başlayan ve bir kaç yıl önce diyetten emekli olan yaşıtlarım var.

Günde dört öğün yemek yiyip, beş öğün karar alana da rastladım. Diyet boğuşması içinde bir sürü kilo alanına da…

En yakın arkadaşlarımdan birisi, meyveli diyet müsliyi, yemekten sonra tatlı niyetine yiyordu.

Başaranlardan birisi tam 40 kilo veren Mesut Yar’mış.

Doğum gününden bir gün sonra almış kararı. Ve her gün “Samandağ biberi” yiyerek zayıflamış:

“Acıydı ama inat ettim. Ağızda tuhaf bir yanma hissi bırakıyor bir saat kadar…”

 

Hayatında bir şeyleri değiştirmeye çalışmak, bu yönde kararlar almak güzel.

Çevremde bu yönde çaba gösteren çok insan tanıyorum.

İhtiyarlığı söylemden (evlerden) uzak tutan deyişle, ışıklar içinde “yaş alıyor”uz da belki ondandır giderayak bu kararlar.  

İnsanın kaç bahar daha yaşayacağı parmak hesabına indiğinde… Bir sonraki bahar için ya boşvermesi (koyvermesi) yahut karar(lar) alması gerekiyor.  (İlk kez açıkladığım bu mühim tespitim, siyaseten epey yaş alan hükümet için de geçerli)

Eğer o aritmetikten ibaret “ömür”ü bir yana bırakıp “hayat”la yatıp-kalkmaya gönlün varsa, bir yol daha olduğunu söylüyorlar:

“Günü yakala, ân’ı yaşa moruk…”

 

Bu yüzyılda ölmeyi planlamadığım için böyle yollar, kararlar henüz çok erken geliyor bana.

Lâkin… Kaz Dağları’nın zirvesindeki karlar dökülmeden eteklerinde ayaklanan ilkbahara, o yeniden doğuşa -bir kez daha- tanık olmayı arzuluyor mesela gönül.

Sonbahardaki renk cümbüşüne bakakalmayı istiyor.

Mevsimlerden sonbahar değil, belki gerçekten son bahardır yaşayacağın o bahar.

Sonbaharla birlikte kasımpatının o baharatlı kokusunu bir kez daha duymayı istiyorsun ya. Diğer adıyla krizantemin bir çok ülkede ölümün sembolü olduğunu unutmayı… 

Belki son bahardır.

Kış geliyor sonra, “Gelecek bahar mutlaka…” diye sürdürüyorsun hayâli devriâlemini.

Böyle yaşayıp ölüyor zira kaplumbağadan bile yarı ömürlü insan; yaşamı koyulaştırmaya ölümü seyreltmeye çalışıyor. 

Elden ne gelirse…

 

Karar almak iyi, alışkanlıkları, zihnindeki kaideleri alt üst etmek… bu yolda kaideni iskemleden kaldırmak… şahâne:

“Her gün bir yerden göçmek ne iyi /Her gün bir yere konmak ne güzel /Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş”.

Heyhat, kolay değil.

Bağımlılığa ad taksam, Mecnun derdim…

 

BİR FİLM/BİR REPLİK

 

Smoke filminde William Hurt’ın canlandırdığı yazar Paul Benjamin tütün dükkânındakilere sorar, “Dumanın ağırlığını ölçebilir misiniz?”

“Yok canım, olmaz”lar gelir tabi. O usulca anlatır:

“Sigarayı teraziye koyarsınız. Sonra yakar, içer; ardından izmariti, tüm külleri teraziye koyar, yeniden tartarsınız. Aradaki fark, dumanın ağırlığıdır.”

Bazen “hayat”, biraz da o terazidedir. Kalan, “biraz kül, biraz duman”dır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik