Ülkenin ruh halinde bariz bir kötüye sürükleniş var bir süredir. Buna bir milat çizgisi çekemiyorum. Nedir büyük kırılma noktası; nasıl hortladı bu babadan kalma “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” zenofobiası? Yoksa hiç mi yakamızı bırakmamıştı? Medeniyetler ittifakı; sıfır sorun politikası; Avrupalı dostlarımız söylemi; ABD’yle stratejik ortaklık… Bunların hepsi konjonktürel illüzyonlar mıydı? Hiç mi bu toplumun özlemlerinde, kolektif zihninde karşılığı yoktu? Bu kapalı coğrafyada, evrensel olana doğru anlamlı bir pencere hiç mi açılmadı?
Bütün bu küresel açılımlar, birinci lige çıkma çabaları, ileri demokrasi arayışları sırasında, Batı’sıyla, Doğu’suyla, Afrika’sıyla; adaletli, çatışmasız, ideal bir dünyada mı yaşıyorduk? Küresel-bölgesel güçlerin, ulus devletlerin kendi politik planları; güç kavgaları; sürtüşmeli öncelikleri yok muydu? Avrupa, göçmenleri hazmetmiş onları baş tacı kılmış; ABD kendisini Ortadoğu’da barışa adamış; İslami ya da Baas’çı diktatörlükler cennet bahçesine dönüşmüş; Rusya elindekine razı olmuş; Kürtler dağdan inmişler miydi?
Hayır; bunların hiçbirisi olmamıştı. Küresel- bölgesel politik dengeler farklıydı ve biz siyaset planlarımızı bu dengelere uygun rasyonel bir temelde kurmayı başarabiliyorduk. Kemalist izolasyonun “dünya bize düşman” mugalatası askeri vesayetle beraber çöpe atılmış görünüyordu. Yıldızı parlayan Türkiye’den; dünya lideri Erdoğan’dan bahsediyordu.