Ana SayfaYazarlarEğitim için Batı’ya gidenler

Eğitim için Batı’ya gidenler

 

Her yıl binlerce öğrenci ve akademisyen, büyük bir heyecanla Batı’nın üniversitelerine akın ediyor. Çünkü, biliyoruz ki Batı’yı Batı yapan birkaç neden sayacak olsak bunlar arasında mutlaka, çoğu eski çağlardaki şehirler büyüklüğünde kampüslere yayılan tarihi binalarında kurulu üniversiteler başı çeker.

 

Biliyoruz ki Üniversite, bir toplumun bütün aklının toplandığı yerdir ve o yoksa toplumların sahip olduklarını işlemesi hiç kolay değildir. O yoksa akılsız başın cezasını bütün bir toplumun çekmesi neredeyse kaçınılmazdır. Biliyoruz ki Batı, halen bütün insanlığın düşünsel birikiminden ve akıllı başlarından en fazla faydalanabilen yerin adıdır.  

 

Genellikle devasa bir kütüphaneyi merkez alan ve onun etrafında bölümlere ayrılan bu bilim mabedlerinde heyecanla koşturan, ağırbaşlı bir sessizlikle okuyan, düşünen ya da hararetle tartışan insanlar, içinden çıktıkları toplumların sahip olduklarını her yönüyle işler ve böylelikle derinlere inerek karşılaşılan sorunların kökünden çözülmesini sağlayacak denli kapsayıcı bir anlama imkânı verirler.

 

Yani üniversiteler hayatı karşılayış biçimi demek olan kültürü her yönüyle işleyen ve içinde yer aldığı kültürel dünyanın imkânları ölçüsünde evrensel akla ve bilgiye erişebilen yerlerdir. Başka bir ifadeyle, her üniversitenin ve bilimsel düşünüşün arkasında onu var eden, sınırlarını belirleyen ve sorunlar karşısında baş etme gücü veren bir kültür vardır.

 

Üniversiteler, kültürün bütün bir ülkenin toprağından toplanan ekinlerinin harman olduğu yerdir. Ne kadar iyi harman olursa o kadar çok ürün verir. Ama bunun bir üst sınırı vardır nihayetinde. Ekinleriniz yeterince beslenmemiş, sulanmamış ve çevresel koşulların yeterli katkısı olamamışsa, vaktiyle kötü otlardan temizlenip toprağı havalandırılmamışsa harmanın çok verimli olmasını beklemek elbette beyhudedir.

 

‘Batının kültürünü değil ilmini almalıyız’ görüşü epeyce eski. Onu var eden şeyi almadan ve kendi kültürüne katmadan sonucunu almaya çalışmak, en fazla bütün oyuncuları yabancılardan oluşan bir takımla milli maç kazanmak kadar çelişkilerimizi dindirebilir.

 

Yaratmanın ve düşünmenin zevkine varmadan tekniğini almaya çalışmanın insan ruhunu ne denli yaşlandırdığını ve zihni uyuşturduğunu yüzyıllardır her nesille birlikte yeniden tecrübe etmemize rağmen gelinen noktanın aynı yer olmasını ‘ders almamakla’ açıklayamayız; burada ders almamanın ötesinde ‘ders alamamak’ gibi çok daha önemli bir düşünüş sorunu var sanki.

 

Batı’ya gidenler çoğunlukla ders almaya giderler. Orada en son işlenen bilgiye ulaşıp kafadaki sorunların en iyi çözümüne kolaylıkla ulaşmayı hedeflerler. Ne var ki bilgi dediğimiz şey, sanılanın aksine, kültürden bağımsız bir evrensellik ve ders alarak edinilecek bir nitelik taşımaz. Hiçbir bilimsel problemin cevabı, hazır bilgileri toplayarak bulunamaz. Burada, evrensel olan bilginin içerdiği geçerliliktir. Bu nedenle, ne kadar ders almaya çalışsanız da bir kültürün bilgisini almanız mümkün değildir.

 

O kültürün içinde kalmanız, tecrübe etmeniz, o dünyanın insanlarının gözüyle hayata bakmanız ve onlar gibi yaşamanız ders alabilmenin en geçerli yoludur. Dersi anlatanı dinleyip öğrenmeniz asla yetmez; anlatılanları kendi zihninizde yeniden ve size göre düşünüp işletebilmeniz de gerekir. 

 

Kültürün işleticisi ise eleştirellik ve sorgulamadır. Özgür olmayan bir üniversitenin ülke bütçesine koca bir yük olmaktan başka bir anlamı yoktur. Eleştirellik ve sorgulama, özgür düşüncenin bütün hayata yayılan varoluş biçimidir. Kültür, aslında hayatın sonsuz soruları karşısındaki insanın özgürlüğüyle kurduğu sayısız biçim halinde kendini dışarı vurduğu bir evren olarak doğası gereği verili olanı olduğu gibi kabul etmeme üzerine kuruludur. Kültür, sorularımıza verdiğimiz cevaplar değil, cevap veriş şeklimizdir. Tıpkı bilimin kendisi gibi ortaya çıkan sonuş değil sonuca gidiş yolumuzdur.  

 

İnsan ancak kültürü içerisinde özgürce düşünüp sorgulayabilir belki de ama bunun için kültürü, yeme içme ve yaşama biçimi olarak düşünmenin ötesine geçmek, dış kalıpların içindeki özü bulup hayatın kalbini görebilmek gerekir.

 

Ve de artık Batı’dan tam olarak almamız gereken şeyin ne olduğuna karar vermemiz…Kültürü değil ilmiyse ve onu bir türlü alamıyorsak bunda bir iş olsa gerektir. Almamız gereken şey belkide ne kültür ne de ilim, kültürün ilmi var eden işleyişi, sorunları anlama ve cevapları arama metodolojisidir. Bunun en basit adı belki de yöntemdir. Ve belki de bu yüzden, her toplumun kendi bilimsel yöntemi vardır ve yöntem dediğimiz şey, başlangıcı –çıkış kaynağı- değil gidiş yolu itibariyle evrenseldir.

 

Bu, kültürün içine girebilmek söz konusu olduğunda vaktiyle karşılaştığım bir örneği unutamam. Bir keresinde, antropolojide önemli ekollerden biri olan Columbia Üniversitesitesi’ndeki bir doktora tez savunmasına davet edilmiştim. Franz Boas’dan, Ruth Benedict’ten kalan kitaplarla oluşturulmuş bölüm kütüphanesinin olduğu, kendiliğinden saygı oluşturan odada toplanan ‘scholar’ların arkalarında bir yerdeydim. Tezi savunan kadın, yanlış hatırlamıyorsam memleketi Peru’nun dağlık bölgesindeki bir masal anlatıcısının kültürü dönüştürme biçimi üzerine şeyler anlatıyordu. Çok etkilenmemiştim aslına bakılırsa. Odadaki kütüphaneye girebilecek bir çalışma gibi hissetmemiştim.   

 

Dinleyiciler arasında benim dışımda, Columbia’nın antropoloji bölümünde yüksek lisans yapan (ülkemizin adını vermek istemediğim seçkin bir ‘araştırma üniversitesi’nden, oldukça parlak) bir başka Türk kadın öğrenci daha vardı. Hep olduğu gibi odanın bir köşesinde atıştırmalıklar, peynir, kahve ve toplantı sonrası kutlaması için şaraplar konulmuştu.  

 

İnsanlar, sunum esnasında kimseye rahatsızlık vermeden yiyecek ya da içecek birşeyler alıp yerlerine sessizce oturuyorlardı. Türk arkadaş, bu içeçecek alma işini o kadar sık ve -batılılardan daha Batılı bir edayla bir şarap şisesini bitirecek kadar- tekrarladı ki sunumun ortasında kör kütük denecek kadar sarhoş olup kafasını masadan kaldıramamaya başladı. Bereket, olgunca bir Profesör, durumu anlayışla geçiştirip birilerinden yardımcı olup götürmelerini rica etti de başkaca bir sıkıntı yaşanmadı. Bu kişi kendinden geçercesine ‘oralı’ hatta oralılardan daha oralı olmuştu görünen.

 

Bunu kınamak ya da ayıplamak için yazmıyorum. Bana göre insan insanı kınayamaz. Sadece kafamda, ‘Batı’nın kültürünü alan’ imgesinde hep canlı bir hatıra olduğu için yazmadan yapamadım. Belki de bu kişinin yaptığı doğru olandı. Onlar gibi olmaya çalışıyordu çünkü, bir biçimde bilimi var eden şeyin bu olduğunu biliyor ve hissediyordu ama kültür denilen şeyi dış görüntüsünden ibaret birşey, bir imaj olarak alıyor ve o imaja bürünmeye çalışıyordu. Onlardan daha onlar gibi olsa da yüzeyde kalıyor olmak kolayca savruluşa da neden oluyordu. Oysa kültür imajın arkasında işleyen ve onu var eden düzenekti belki de. Yani bir toplantı sırasında içilen şaraptan çok insanların doktora savunmasına verdiği değer, onu büyük bir kutlamaya değer bulması ve eşitlerarası bir ortamın yaratılarak düşüncelerin özgürce açığa çıkmasında gördüğü işlevdi. Siz bu düzeneğin içine giremedikçe sarhoş olana değin içmekten başka çareniz kalmıyordu belki de ama kültür, tam da siz kendinizden geçtiğiniz anlarda yaşananlar ve sizin kendinizden geçmenize sebep olanlardı.

 

Biz, batının kültürünü almayalım diye ilmini alamadık belki de. Kültürünü almaktan öyle çok korktuk ki ilmini korkularımıza feda ettik, kimbilir. Böyle olunca ilmini alamazdık haliyle ve ilmini alamadıkça kültürüne düşman olduk belki de. Bilim yapacağız diye gerçekte bizim olmayan ama literatürde çokça tartışıldığı için öyle olduğunu sandığımız meselelere kafa yorduk. Bilimsel problemle toplumsal problemi aynı zannettik ve evrensel olmak adına kendi toplumumuzu evrensel-dışı ilan edip herkesten daha çok şarap içmek zorunda hissettik. Bilimi bir uyarlamaya dönüştürdük ve çok iyi dublaj yapınca bizim olur diye düşündük. 

 

Bütün bunlardan sonra, uzatmadan söylemek gerekirse, Batı’yı büyük yapan şeyin ilmi ya da tekniği değil kültürü olduğunu öğrendiğimiz gün ilk derse giriş yapmış olacağız galiba.   

 

Gidip de çok başarılı olanlar peki? Kültürüne kapılmadan kendisi kalarak ilmini alanlar? Bu da bir başka yazının konusu olsun o halde.

 

- Advertisment -