Avustralya yangınının sönmesi için dua edelim dediğimde, nesine dua edeceğiz, adamlar bir yandan da develeri öldürüyorlar sitemi aldım kimilerinden. 1999’da canımızı yakan depremi yaşadığımızda da iyi oldu Türklere, canları cehenneme diyenler ya da felaket bizden çok uzaklarda nasılsa diye teselli bulanlar olmuştur muhakkak. Oysa devletler ne kadar çatışırsa çatışsın, bu dünyanın halkları birbirine dua etmek, doğaya, yaşadıkları yeryüzüne sahip çıkmak, ortak insani değerlerde buluşmak zorunda. Koalaları ve kanguruları kurtarmaya çalışırken fazla su içiyorlar diye develeri öldürmenin akılla vicdanla bağdaşır yanı yok elbette. Fakat bu zihniyeti mahkum edip karşı çıkarken bir yandan da aynı hataya düşmeden, felakete uğrayan bütün canlıların yanında durabiliriz, her krizde mazlum olanları birbirlerinin karşısına yerleştirmek ve çatışmanın tarafı haline getirmek bizim hangi geleneğimizle, örfümüzle, medeniyetimizle uyuşuyor? Bütün dünyayı etkileyen, mega diye tanımlanan büyük bir yangın felaketiyle karşı karşıyayız. Çevreyle ilgilenen insanlar uyarıyor; iklim değişikliğinin sonuçlarından biri olan kuraklık, sera gazlarının etkisiyle oluşan küresel ısınma, gezegeni kontrol edilemeyen yangınlarla teslim alabilir. Doğal alanlarla sınırlı olmayacak olan bu yangınlar işaretlerini verdi bize uzak bir kıtada. Alevlerin yüksekliği yetmiş metreyi aştı, Eylülden bu güne, teknolojisi gelişmiş bir ülkede felaket kontrol altına alınamadı, bütün önlemler yetersiz kaldı. Hayvanların sadece büyük olanlarının rakamı 600 milyon olarak açıklansa da toplamda bir milyarı aştı yanan canlar. Çok sayıda hayvanın nesli tükendi. Gezegeni tehdit eden bu yangınlar yerleşim alanlarında da akla hayale gelmeyecek yıkımlara sebep olabilecek boyutta. Zaten Avustralya’da sayısız kent ve kasaba boşaltıldı ve evler yangına teslime edildi. Saatte 90 km. hıza ulaşan yangın için veriler alarm derecesinin sadece 2. Dünya Savaşı sırasında bombalanan kentlerde yaşanan yangınlarda ve atom bombası atılan Japonya’da görüldüğü söyleniyor.
Filipinlerde Taal Yanardağı harekete geçti. Binlerce insan tahliye edildi. Küller kilometrelerce alana yayıldı, yoğun şimşek çakmaları videolardan izlerken bile insana dehşet veriyor. Uçuşlar iptal, okullar kapalı. Kül yağışı, çıkan dumanların bir kilometre yükselişi ve insanların üzerine inen küllerin yarattığı sonucu belli olmayan etkiler. Her şeyi iklim değişikliğine bağlayamayız fakat artık herkesin bildiği bir şey var, doğrudan veya dolaylı olarak atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri söz konusu. Bunun sonucu iklimde olumsuz ve ölümcül değişiklikler oluşuyor ve bizler hâlâ alınabilecek önlemleri konuşmak, gezegene eziyeti azaltmak yerine, ürkütücü yapılaşmayı sürdürüyor ve doğanın dengesinden, iç dinamiklerinden hızla uzaklaşıyoruz. Dünya liderlerine baktığımızda gezegeni ateşe vermekten kaçınmayacak yaklaşımla, üçüncü dünya savaşının taşlarını döşemekten kaçınmayan bir pervasızlık içindeler. İklim değişikliği ve su kaynaklarının tükenişi 21. yüzyılın en temel meselesi olmalı. Bütün dünyada “çevreciler” diye küçümsenen, bazen yerlerde sürüklenen âkil insanlar yeryüzünün meczupları olarak görülseler de yaşamın, fıtratın, iyi ve doğrunun ilahi varoluşun savunucusu onlar. Her akleden kişi bu iletişim ağının bir parçası olmalı, bir yerden bu uyanışa katkı sağlamalı ki cahilce müsriflik, zalimce sorumsuzluk, hayati kaynakların kullanımındaki küresel eşitsizlik ve adaletsizlik son bulsun. Bir damla suyun kıymetini anladığımızda vakit geç olabilir. İklim değişikliği içilebilir suların azalmasına, sellere, kuraklıklara, fırtınalara ve öte yandan sıcak dalgalarına sebep olarak çocuklarımıza bırakacağımız dünyayı tehdit ediyor, onların hayatını çalıyoruz bir bakıma. Yaşam alanlarının hızlı değişimine ayak uyduramayan birçok bitki ve hayvan türü yok olmaz üzere. Gençler şimdiden 2050 ve ötesine projeksiyon yapan kısa ve uzun metraj filmler çekmeye ilgi duymalı, bu çok hayati.
Türkiye’de de gözle görülür etkileri olan, doğal ve doğal olmayan işaretler veriyor doğa. Depremlerin birçok şehirde birkaç yıldan beri peşi peşine sıralanması, tarım sektöründe zararlı böceklerin artışı, hiç bitmeyen orman yangınları, mevsimlerdeki aynılaşma, genel manada ısınma…Başta karbondioksit olmak üzere bazı gazların atmosferde çoğalması ve güneş ışığını yeryüzüne yansıtmaları sera etkisi yaratıyor ki bunun sebebi de ormanların kıyımı, sentetik gübreler, endüstriyel süreçler, çöp dağları, aşırı enerji kullanımı ve daha birçok şey.
Küresel ekonomi kâr odaklı vahşi kural ve yöntemleri bırakıp yaşamı çoğaltan, hepimizi iyileştiren alternatiflere yönelmeli. Rekabet yerine mütekabiliyet gelişmeli, insan kendini doğanın tüketicisi, efendisi olarak değil onun bir parçası olarak kavramalı. Doğayı yaşam kaynağı olarak değil ele geçirilecek meta olarak görmenin, gezegenin derininden gelen iniltilere kulak tıkamanın sonuçları olacaktır iki dünyada. Oysa “başka bir dünya mümkün.”