[13 Aralık 2016] Bir zamanlar böyle bir film vardı, Home Alone diye. Şimdi google’ladım; 1990’da vizyona girmiş, yani 26 yıl geçmiş üzerinden! Kalabalık bir Amerikan ailesi Noel tatili için Paris’e giderken, çocuklarından birini yanlışlıkla arkada bırakıyor. O da evlerini soymaya kalkan iki hırsızla savaşıyor. Hoş, yumuşak bir komediydi. Gişede büyük başarı kazanınca, ikincisi, üçüncüsü, dördüncüsü de yapıldı tabii; Hollywood kaçırır mı bu fırsatı? Fakat şimdi nereden aklına geldi derseniz, ben de son birkaç haftadır Salı-Çarşamba günleri home alone (evde tek başıma) kalıp, yalnızlığın farkına vardığımdan olmalı. İnsan kafası böyle olmadık çağrışımlar yapıyor işte. Hava da soğuk, karanlık, yağmurlu. Telâşsızım; illâ birşeyler yetiştirmem gerekmiyor, hiç olmazsa bugün. Caddenin gürültüsünü bile duymuyorum sanki. Biraz olsun kendimi dinlemeye bakıyorum.
Trump (3)’ten bu yana, gene bir hafta geçmiş, nasıl olduğunu anlamadan. Problem bende olmalı. Çok mu yoruldum, nedir? Ders hazırlamak, orada burada tebliğ vermek, röportaj ve belgesel çekim taleplerinin en azından bir kısmını kabul etmek… fazla gelmiş olabilir. Ya da belki, başka nedenlerle de eskisi kadar hevesle oturamıyorum bilgisayar başına. 15 Kasım 2007’de Taraf’ta başladım; 2013 başlarına kadar haftada iki, derken üç üzerinden devam ettim. Sonra Cemaat (belki Gezi, belki 17-25 Aralık hazırlıkları içinde?) gazeteye yüzde yüz el koymaya karar verdi; buna ancak daha sonra tam teşhis koyabildikse de, hayli tuhaf şeyler döndüğünü, “dışarıdan atama” yoluyla AKP’ye karşı yüzde yüz devirmeci bir düşmanlığa girildiğini ve bambaşka bir yöne dümen kıran “patron”un editoryal bağımsızlık diye de bir şey bırakmadığını farkedip, 22 kişi topluca ayrıldık o mecradan. 2013 sonbaharında ise Serbestiyet’i kurduk. Bir süre kendi yağımızla kavrulduk. Sonra, Taraf’ta üzerine o kadar titizlendiğimiz aynı editoryal bağımsızlık koşuluyla, kendimize sponsor arayıp bulduk. Esmedya’nın şemsiyesi altına girdik. İyi de oldu. Günlük müstakil ziyaretçi sayımız 1000 dolaylarından 6-7,000’in üzerine çıktı. Elit ve tiryaki bir okuyucumuz oluştu. Siteye her giren ziyaretçinin ortalama 35 dakikanın üzerinde kalması, çok çarpıcı bir gösterge oluşturuyor.
Üç yıl daha geçti. Arşivime bakıyorum. Numaraladığım köşe yazılarım 632 + 285 = 917’yi bulmuş; arada yaptığım diğer katkılarla, hazırladığım özel sayfalarla vb birlikte herhalde 950’ye yaklaşmış olmalı (konularına göre seçip derleyerek ayrı ayrı ciltler halinde bir yayınevine verecek zamanı bile bulamıyorum). Televizyona da bulaştım bu arada; 24TV’de her Pazar akşamı, Zeynep Türkoğlu’nun adını gene Serbestiyet sitesinden alan Serbestiyet programına çıkıp neredeyse iki saat konuşuyorum. Orada da 43’ü yani 11 ayı bulmuşuz şimdiden. Daha ne kadar giderim bu şekilde? Neredeyse yetmiş yaşımdayım ve realist olmak gerekirse, en fazla beş yıl daha bu tempoda çalışmayı umabilirim. Oysa asıl bitirmek, ortaya çıkarmak istediğim çok başka şeyler var. Siyasetle bu kadar haşır neşir olmaya devam mı ederim, yoksa bekleyen (dokuz on yıldır askıya aldığım) ciddî tarihçilik projelerime mi dönmeliyim artık? Şurası çok açık: kitap yazacaksam kapanacak ve başka iş yapmayacağım. Bu da bazı şeyleri, belki birçok şeyi bırakmak demek. Bilemiyorum. Şimdiki hayatımı bir yıl daha götürürüm sanıyorum.