“Her ne kadar toplantıların içeriğine ulaşılamamış ve karanlıkta kalan yönleri olsa da iletişimin tespit tutanaklarından, Gezi’den sonra tekrar sivil itaatsizlik ve şiddetsiz eylem adı altında yeniden çeşitli gösteri ve eylemlerin yapılmasına yönelik bir takım eğitimler ve konuşmalar düzenlendiği kanaatine ulaşıldığından…”
Bu okuduğunuz cümle bir tutuklama gerekçesi.
Bundan beş yıl önce yaşanmış olaylardan bahsediyor.
Aslında yaşanmamış olaylardan demek de daha doğru. Çünkü Gezi’den sonra bildiğimiz gibi “yeniden sivil itaatsizlik ve şiddetsiz eylem adı altında gösteri ve eylemler” yapılmadı.
Yapılmamış eylemlere hazırlık için eğitimler ve konuşmalar yapıldığı kanaatine varılmış ama o toplantıların da içeriğine ulaşılamamış, karanlıkta kalan yönler varmış.
Yani beş yıl sonra yapılmamış eylemlerin, yapıldığından emin olunmayan eğitimleri yüzünden bir kişi kanaat notuyla tutuklandı.
Bahsettiğimiz bu tuhaf tutuklama kararı, 15 Kasım sabaha karşı, Osman Kavala’nın liderliğinde olduğu iddia edilen örgüte düzenlenen operasyonda gözaltına alınan 13 akademisyen ve sivil toplum çalışanından biri olan Yiğit Aksakoğlu hakkında verildi.
Aralarında Prof. Dr. Turgut Tarhanlı, Prof. Dr. Betül Tanbay’ın da olduğu diğer 12 isim ise beş yıl sonra sabaha karşı gözaltına alınacak kadar “ağır suçlamalar”la ilgili bütün gün emniyette sorgulandıktan sonra adli kontrol ve yurtdışına çıkış yasağıyla serbest bırakıldı.
Yiğit Aksakoğlu, Bilgi Üniversitesi’nin 2003 yılından beri sivil toplum örgütlerine eğitimler verilen STK Eğitim ve Araştırma Birimi’nin eğitmenlerinden biriydi.
Daha sonra çeşitli sivil toplum örgütlerinden profesyonel olarak çalıştı.
Onlardan en çok bilinenlerden biri intihar eden askerlerle ilgili çalışmalarıyla bilinen Asker Hakları inisiyatifiydi.
Hatta tutuklanmasına gerekçe gösterilen toplantı ve konuşmaların geçtiği 2013 yılının sonlarında Asker Hakları adına, yıkmayı çalıştığı iddia edilen iktidara yakın A Haber’de canlı yayına konuk da olmuştu. https://www.youtube.com/watch?v=4lCdOgPXej0
Çalıştığı son kurum ise 1965’den beri dünyada, 1994’ten beri de Türkiye’de çocuklarla ilgili projeler yürüten Hollanda merkezli Bernard von Leer Vakfı.
Aksakoğlu, son olarak Sultanbeyli, Sarıyer, Beyoğlu ve Maltepe Belediyeleri ile ortaklaşa yürütülen ve bu dört ilçedeki 480 bebek ve ailesinin doğumdan üç yaşına kadar sağlık ve sosyal gelişiminin uzmanlarla izleneceği İstanbul95 projesinin koordinatörlüğünü yapmaktaydı.
Projenin açılım toplantısına AK Partili ve CHP’li belediye başkanları, üniversite rektörleri katılmıştı ve projeyle ilgili de gözaltı kararından bir hafta önce de Habertürk’e bir röportaj vermişti.
https://www.haberturk.com/yazarlar/serfiraz-ergun-2502/2209768-0-3-yas-cocuklari-bas-dondurucu-hizla-gelisiyor
0-3 yaş arası çocuklar için proje yürüten bir sivil toplum çalışanını yukarıdaki tuhaf gerekçeyle beş yıl önceki tapelerden tutuklanmaya götüren süreç ise aslında komplo teorilerinin, ideolojik ve fikri hastalıkların hukuk kurumlarına nasıl sirayet ettiği hakkında da çok tehlikeli sinyaller veriyor.
En baştan ortada ne zaman ve hangi gerekçeyle başladığı belirsiz bir soruşturma var.
Suç olduğu iddia edilen olaylar 2013 yılına ait, soruşturma 2014 yılının sonuna doğru açılmış ama hükümeti cebirle devirmeye çalıştığını düşündüğü bir örgüte ulaştığını iddia eden savcılık içinde çok sayıdaki fiziki takip ve telefon dinlemesi olan soruşturmayla ilgili daha sonra herhangi bir adım atmamış.
Ta ki 28 Mart 2016 günü İstanbul Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde alınan bir ifadeye kadar.
İfadeyi veren kişi Murat Papuç. Bu isim ilk defa duyanlara bir şey ifade etmeyebilir. Ama adını Googleladığınızda karşınızda tuhaf bir portre çıkıyor.
15 yıl orduda görev yaptıktan sonra ayrılmış eski bir yüzbaşı Papuç. Orduda gördüğü usulsüzlüklerle ilgili bir kitap yazmış ve hakkında Genelkurmay tarafından soruşturma açılmış.
Sonra siyasete girmiş. Partisi de ilginç; Türkiye Komünist Partisi. Kısa sürede TKP ve onun Yurtsever Cephe oluşumunun sözcülerinden biri olmuş. İncirlik’ten Dolmabahçe’ye yürümüş, TKP’nin milletvekili ve belediye başkan adayı olmuş. Kayıtlara göre 2014 yılına kadar da Sol gazetesinde yazıyormuş.
Daha tuhafı Gezi olaylarını düzenleyen örgütü yakaladığını iddia eden savcının tanığı olacak Papuç’un kendisi Geziciymiş.
Hatta katılmakla kalmamış, tıpkı gözaltına alınan isimlerin suçlandığı gibi o da Gezi olaylarının sürmesi ve yayılması için “AKP diktatörlüğü’ne karşı bütün gezicileri sol cepheye” davet eden epey öfkeli bir bildiriye imza da atmış:
“Türkiye AKP kabusunu yaşıyor. Türkiye AKP'nin krizini yaşıyor. Türkiye diktatörlüğü ve diktatörlükten kurtulmanın sancılarını yaşıyor. AKP bölgemize yönelik emperyalist tasarıların, ülkemizdeki sermaye egemenliğinin ve gerici karanlık güçlerin tarihsel projesidir. Türkiye toplumunun, Gezi'den başlayarak reddettiği budur, bunların tamamıdır. Emekçiler, gençler, kadınlar, aydınlar, Aleviler, Kürtler ve bütün vicdanlı insanlar, yani Türkiye'nin aydınlık güçleri, halkımızın büyük çoğunluğu olarak gerici diktatörlüğü reddettik. Reddettiğimiz AKP'dir. Reddettiğimiz emperyalist boyunduruk, kölece sömürü ve dinci karanlıktır. Emperyalizmle, sömürüyle ve karanlıkla, birini diğerine yeğleyerek mücadele edilemez. Yobazlara, ülkemizi satanlara ve satın almaya kalkanlara ödün vermeyiz. Gericilerle, sömürücülerle, emperyalistlerle uzlaşmayız, pazarlık etmeyiz.”
http://haber.sol.org.tr/soldakiler/sol-cephe-cagrisi-buyuyor-haberi-82905
Sonra artık ne olduysa 2016 yılının Mart ayında Emniyet’e gidip ifade vermiş.
İfadesinde önce çözüm süreci için faaliyetler yürüten STK’lardan dert yanmış, sonra konuyu Gezi’ye getirip, hem çözüm süreciyle ilgili faaliyetlerin hem de Gezi’nin arkasındaki finansörün ismini vermiş; Osman Kavala.
Daha sonra sık kullanılacak “Türkiye’nin Soros”u suçlaması da ilk olarak onun ifadesinde geçiyor. Uluslarası güçlerden ve Soros’tan para alıp Anadolu Kültür, TESEV ve Açık Toplum Enstitüsü üzerinden sivil toplumu fonlandığını iddia etmiş, bu faaliyetlerin içinde olduğunu söylediği 26 kişinin daha adını vermiş.
Ama ne tuhaftır ki bu adını verdiği 26 kişinin çoğu TKP içinde Gezi olaylarıyla yaşanan kırılmada diğer fraksiyonda kalan isimler.
İfade de bolca anti-emperyalizm, Soros edebiyatı var ama somut bir delil ya da bilgi yok. Bir ulusalcı köşe yazısı ya da facebook postundan farksız suçlama ve analizlerden ibaret ifade.
Yani aslında karşımızda öfkeli bir eski TKP’li emekli askerin fraksiyon kavgası heyecanıyla verdiği ideolojik bir ifade var.
Fakat bu ifadedeki iddialar bir buçuk yıl sonra karşımıza bir tutuklama kararında çıktı; Kasım 2017’de Osman Kavala’nın tutuklama gerekçesinde.
Yani Kavala’nın Gezi’nin organizatörü olduğu iddiasının temelinin gezici bir TKP’li emekli askerin ifadesi olduğu anlaşılıyor.
Fakat daha tuhafı, ortada hala bir iddianame olmadığı için bu bilgiyi öğrenebildiğimiz sorgu tutanaklarına göre savcılar da bu TKP’li emekli askerden farklı düşünmüyorlarmış. Okuyalım:
“Taksim Gezi Parkı eylemleriyle ilgili dünya çapında bir çok araştırmacı yazar ve gazeteci, akademisyen ve siyaset adamının, Soros ve bağlantılı vakıflarıyla ilgili makale ve haberleri basında yer almaktadır. Bu haberlere bakıldığında Gürcistan ve Baltık ülkelerinde Turuncu Devrim, Arap ülkelerinde Arap Baharı, Türkiye’de Taksim Gezi Parkı gibi olayların Soros’un yönetimindeki Açık Toplum Vakfı vasıtasıyla gerçekleştirildiği… Sırbistan’da başlayan dalganın bir şekilde önce Arap ülkelerine ulaştırıldığı sonra Türkiye’ye getirildiği… Gezi Parkı eylemlerinin de Soros’un Türkiye bağlantılarının organize ettiğinin söylenmeye başlandığı, bu konunun hükümet üyelerince de basında dile getirildiği görüşmüştür.”
Türkiye’nin destek verdiği Arap Baharı’nın bile arkasında Soros olduğunu söyleyen, Bosna katili Miloseviç’i iktidardan düşüren olaylara dertlenen bu fikri altyapı oldukça tanıdık. Ama bir hukuki belge açısından esas vahimi, bu son derece ciddi iddiaların “söylenmeye başlandı”, “onlar yazdı”, “şunlar söyledi” düzeyinde olması.
Ama bu tarz, az sonra karşımıza çıkacak deliller hakkında da bir fikir veriyor.
Fakat bu delillere geçmeden önce dikkatiniz daha basit bir mantık sorununa takılıyor.
Bu soruşturmayla ilgili basında çıkan haberlerin manşeti ve cumhuriyet savcılığının açıkladığı ön iddianame gibi olan bilgi notundaki en büyük iddia Kavala ve bu 13 kişinin Gezi olaylarını çıkarıp, yönettikleri, yurtdışından eğitmen, kolaylaştırıcı ve profesyonel eylemciler getirdikleri iddialarıydı.
Bu organize edilen eylemler sıralanırken de parantez içinde “Duran Adam, Piyano Çalan Adam ve Kırmızılı Kadın” yazılmıştı.
Fakat şüphelileri Gezi’yi ve bu eylemleri düzenlemekle suçlayan soruşturma dosyasındaki en erken telefon tapesi 21 Haziran 2013’e ait. Yani Kırmızılı Kadın, Duran Adam ve Piyano Çalan Adam’dan sonraki bir tarih bu. Hatta polisin Gezi Parkı’nı boşaltmasından da sonraki.
Yani bu delillerle, Kavala ve 13 ismin Gezi’yi ve bu olayları organize ettiği söylenemez.
Yani iddia makamının en iddialı iddiası lineer zaman kavramına takılıp düşüyor.
İkinci suçlama, Gezi’yi devam ettirmek ve Türkiye’ye yaymaya çalışmak…
Aslında 2018 yılı itibarıyla bu suçlamanın da bir dayanağı yok. Çünkü Gezi devam etmedi ve Türkiye’ye yayılmadı, bunu biliyoruz.
Suçlama ancak bunu denemiş olmak olabilir. Bunun da daha delillere bakmadan Kavala’nın bir yılı aşkın tutukluluğuna veya sabaha karşı göz altılara yetecek bir suç olmadığı herhalde çok açık.
Ama yine sorgu tutanaklarındaki iddialar ve deliller bunun denenmiş olduğunu bile söylemeye yetmiyor.
Bu koskoca iddianın dayanağı bir kaç telefon konuşması ve içeriği belirsiz bir toplantı. Yani ortada Gezi’yi canlandırma ve yayma denebilecek fiili bir teşebbüsten bahis bile yok.
Fiiliyata geçmemiş Gezi’yi sürdürmek ve Anadolu’ya yaymak girişiminin, Gezi’nin “esas beyni”, “patronu” olduğu iddia edilen Osman Kavala ile ilgisi ise sadece bir telefon konuşmasından ibaret.
Kavala’ya telefon açan Hanzade Hikmet Germiyanoğlu, KADER, Sabancı Vakfı gibi sivil toplum örgütlerinde çalışmış bir profesyonel ve anlaşılan aktif ve heyecanlı bir Gezi eylemcisi. (Halen yurtdışında ve bu soruşturmada da şüpheli)
Germiyanoğlu, 21 Haziran 2013 günü, yani Gezi’de her şey bittikten sonra Osman Kavala’yı telefonla arıyor ve “ivmesi düşen hareketi toparlamak, derinleştirmek için bir toplantı yapmayı düşündüklerini” söylüyor, “bu arada Anadolu’ya yaymak gibi fikirler var” diyor. Kavala’dan istediği ise bu toplantıyı ona ait Cezayir Lokantası’nda yapıp yapamayacakları. Kavala da “müsaitse tabii olur” diyor.
Bu toplantı 27 Haziran 2013 günü yapılıyor. Ama Cezayir Lokantası’nda değil, Garaj İstanbul adlı yine sivil toplum ve sanat faaliyetlerine ev sahipliği yapan başka bir mekanda. Aralarında siyasetçiler, yazarlar, sanatçıların da olduğu 32 kişinin katıldığı toplantıya Kavala’nın ise katılmadığı anlaşılıyor.
Yani 2013 yılında yaptığı bir telefon konuşmasında kendisine söylenen “Gezi’yi Anadolu’ya yayma fikirleri de var” sözünden dolayı, Kavala beş yıl sonra Gezi’yi Anadolu’ya yaymaya çalışmakla suçlanıyor.
Sorgu tutanaklarına bakılınca 27 Haziran 2013 günkü toplantıya katılanların polis tarafından fotoğraflandığı görülüyor. Yani ortada eğer beş yıl sonra gözaltılar ve tutuklanmalara neden olacak kadar ağır bir suç varsa bu polisin önünde gerçeklemişti.
Prof. Dr. Turgut Tarhanlı’nın beş yıl sonra sabaha karşı evinden gözaltına alınmasının sebebi de ne konuşulduğuyla ilgili herhangi bir tespit ve suçlama bulunmayan bu toplantıya ve benzeri bir kaç Gezi konulu toplantıya katılması.
Prof. Dr. Betül Tanbay’ın adı ise Taksim Platformu adına Başbakan’la görüşen heyette olduğu için bu toplantıya davet edilen isimler arasında geçiyor sadece. Yani onun beş yıl sonra sabaha karşı gözaltına alınmasının sebebi başka kişilerin onu da bu toplantılara davet etmeyi düşündüklerini telefonda konuşmaları…
Tek tutuklanan isim olan Yiğit Aksakoğlu da Garaj İstanbul’daki toplantıya katılmış. Ama bu toplantıdan ne sonuç çıktığı, herhangi bir eylem kararı alınıp alınmadığıyla ilgili ortada bir bilgi yok. Gezi’den sonra ne yapabiliriz konulu, benzerlerinden yüzlerce yapılmış olan toplantılardan biri olduğu anlaşılıyor.
Sorgu tutanaklarında daha sonra birden Temmuz 2013’ün sonlarına ait tapelere atlanıyor. Bu tapelerde Hanzade Hikmet Germiyanoğlu ve Yiğit Aksakoğlu’nun birbirleriyle ve başka kişilerle yaptıkları bazı telefon konuşmaları çıkıyor karşımıza.
Bu telefon konuşmaları daha çok “sivil toplum profesyonellerinin Gezi’deki tecrübeleri STK projelerine çevirip, fon bulmaya çalışmaları” diye özetlenebilecek konuşmalar.
İçinde Gezi’deki “Duran Adam, Piyano Çalan Adam”ın da olduğu şiddetsiz eylem biçimlerini derlemek, toplamak, örnek haline getirmek, şiddetsiz eylem yöntemleri üzerine eğitimler hazırlamak gibi fikirler havada uçuşuyor…
Bunun için siddetsizeylem.org diye bir site açılmış. Dünyadaki ve Türkiye’deki tecrübeleri buraya toplamak, bir kitap yayınlamak, Duran Adamı Türkiye’de turneye çıkarmak gibi fikirler konuşuluyor, bunun için nerelerden fon alınabileceği üzerine konuşmalar geçiyor. Hatta konuşmaların birinde amaç olarak şu söylenmiş; “Türkiye’de bunun tarihçesini yazacağız hani bakın biz CIA’den, Otpor’dan oradan buradan birşey ithal etmiyoruz, bunun yerlisi yapılmışı var biz bu bilgiyi üreteceğiz.”
Sonuç itibarıyla fikir düzeyinde kalmış, gerçekleşmemiş projeler bunlar. Ayrıca gerçekleşmiş olsa bile şiddetsiz eylem suç mu? Birilerini şiddetsiz eylem biçimlerini yaygınlaştırmaya çalışmak diye bir suçlama olabilir mi?
Sonra sorgularda başka bir yere atlanıyor. Bu kez Yiğit Aksakoğlu’nun kurucularından olduğu Diyalog ve Uzlaşma Merkezi Derneği’yle ilgili konuşmalar ve bir toplantı üzerine sorular ve iddialar var.
Bu derneğin Gezi’yle bir ilgisi yok. Dernek adından anlaşılabileceği gibi çözüm sürecine destek için projeler yapmak üzere kurulmuş.
Dünyadaki diğer çözüm süreci deneyimlerinin konuşulacağı bir konferans, çözüm sürecine sivil toplum katılımı artırmak için etkinlikler gibi projeler var. Fakat bu dernek de aradığı desteği ve fonları bulamıyor. Derneğin tek etkinliği 17 Kasım 2013 günü Helsinki Yurttaşlar Derneği’nde düzenlenen bir toplantı. Ama anlaşılan polis bu toplantıya katılanları da fotoğraflamış. Zaten geçen gün gözaltına alınan isimlerinden bazılarının olayla tek ilgisi bu derneğin kurucusu olmak ve daha sonra notları internette paylaşılmış bu toplantıya katılmak. http://www.hyd.org.tr/attachments/article/29/sivil_yaklasimlar_2013.pdf
Ama sorgu tutanaklarına bakılınca çözüm süreciyle ilgili bu faaliyetler ve konuşmalar bile Gezi’yle irtibatlandırılmış.
Aslında tutanaklara bakınca çözüm süreciyle ilgili faaliyet yapmayı, rapor yazmayı bile suç gibi gören bir dünya görüşü var karşımızda.
TESEV’in çözüm süreciyle ilgili hazırladığı rapor üzerine geçen telefon konuşmaları sanki suçmuş gibi sorgu sorularına dönmüş.
Sorgular okununca soruşturmayı yürütenlerin zihninde, sivil toplum faaliyeti, fon almak, yurtdışından konuk getirmek hatta kolaylaştırıcılık gibi kelimelerin bile suç unsuru olduğunu anlıyorsunuz.
Sivil toplumla ilgili kanaatlerinin Sivil Örümceğin Ağında kitabı ya da Banu Avar belgeseli düzeyinde olduğu açık.
Tabii herkes istediğine inanmakta özgür ama bu fikirlerinizi hukuki metinlere, tutuklama müzekkerelerine değil, Facebook’taki sayfanıza yazmak koşuluyla.
Bir yıldır yazılamayan Osman Kavala iddianamesine malzeme bulmak için arşivlerdeki dosyaları karıştırıp, tek başına Gezi’yi organize etmiş denemeyeceği için Kavala’ya uygun bir örgüt bulmak için yapılmış gibi duran bu soruşturma, isterse her türlü sivil toplum faaliyetini, muhalif konuşmayı suç haline getirebilecek bir hukuk anlayışının ne kadar hakim hale geldiğini de göstermiş oldu.
0-3 yaş arası çocuklar için çalışan bir sivil toplum çalışanını beş yıl önce “şiddetsiz eylem” gibi gayet meşru, yasal bir konu üzerine yaptığı telefon konuşmalarından tutuklamaktan daha tehlikeli olan da bu galiba…