Ana SayfaYazarlarİfade özgürlüğü yerine tutuklamada eşitlik...

İfade özgürlüğü yerine tutuklamada eşitlik…

1998 yılında bir Atatürk büstü ve portresinin karşısında durup “Bari bu kelleden daha büyüğünü assaydınız” dediği iddia edilen Deniz Kurmay Binbaşı Ömer Faruk Özçelebi, askeri mahkemede yargılandı ve bir yıl hapis cezası aldı.

 

Mahkeme sürerken emekliye ayrılan binbaşı karar itiraz etti ve dava bu itiraz üzerine Asliye Ceza Mahkemesi’nde tekrar görüldü. Emekli binbaşıya bu mahkeme de ‘5816 Sayılı Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlara ilişkin Kanun’ uyarınca 1  yıl hapis cezası verdi. 2009’da aynı mahkeme, bu cezayı 3 bin 400 Euro karşılığında bir para cezasına çevirdi. Temyiz için gidilen Yargıtay yeni kanunlara göre cezayı üç yıl erteledi ve yerel mahkeme 2013’de bu karara uydu.

 

Emekli binbaşı iç hukuk yolları tükenince aldığı cezayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı.

 

2015 yılında dosyayla ilgili kararını veren AİHM, ‘5816 Sayılı Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlara ilişkin Kanun’la cezalandırılan emekli binbaşıyı haklı buldu.

 

AİHM’e göre Türkiye, bu maddeye dayanarak verdiği bu cezayla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. Maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü hakkını kısıtlamıştı.

 

1995 yılında sonu AİHM’de biten benzer bir hakaret davasının tarafları ise şimdi ikisi de rahmetli olan dönemin ANAP Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Pakdemirli ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’di.

 

Demirel’in onayıyla Yüce Divan’a gönderilip aklanan ANAP’lı eski bakanlar Safa Giray ve Cengiz Altınkaya’nın katıldığı bir toplantıda Pakdemirli, Demirel için “Yalancı, iftiracı, siyasi özürlü, Çankaya’nın şişmanı, dar kafalı, lastikleri patlasın…” demişti.

 

Cumhurbaşkanı Demirel, bu sözler üzerine Pakdemirli hakkında eski TCK’daki 158. maddede düzenlenen ve hapis cezası öngören “Cumhurbaşkanı’na hakaret”ten ceza davası yerine sıradan vatandaşların izlediği yolu izledi ve hakaret ve iftira iddiasıyla tazminat davası açtı.

 

Ama bu kez mahkeme hakaret edilen kişinin Cumhurbaşkanı olduğunu gerekçe göstererek rekor bir ceza olan beş milyarlık tazminata hükmetti. Bu miktar o sırada Demirel’in mal varlığının yarısına denkti.

Temyiz sürecinin de bitmesiyle Pakdemirli 1997’de Demirel’e faiziyle 7 milyar 925 bin TL ödedi ama davayı da AİHM’e taşıdı. AİHM 2005 yılında kararını verdi.

 

Ceza yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. Maddesine aykırı bulunmuş Türkiye’yi Pakdemirli’ye 35 bin Euro ödemeye mahkum edilmişti.

 

AİHM bu kararında Türkiye’deki mahkemenin Demirel, Cumhurbaşkanı olduğu için verdiği yüksek tazminat için ise “bir kişi hakaret davasında salt devlet başkanı olduğu için diğer vatandaşlardan daha fazla koruma göremez” e hükmetti.

 

2001 yılında ise AİHM’in önüne Türkiye’den benzer bir dava daha geldi.

 

Milliyet yazarı Meral Tamer, 1999 Depremi’nin ardından yazdığı “Enkazın baş sorumlusu kim?” ve “7.4’lük deprem Demirel’i sarsmaz!” başlıklı yazılarda Cumhurbaşkanı Demirel’i sertçe eleştirmiş, yazıların ardından Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Tamer ve gazetenin yazı işleri müdürü hakkında Cumhurbaşkanı’na hakaret maddesinden ceza davası açmıştı.

 

2000 yılında mahkeme Tamer ve yazı işleri müdürü Erhan Güvener’e bir yıl dört ay hapis cezası verdi. Tamer’in cezası ertelendi, Güvener’in ki 970 milyon TL’lik para cezasına çevrildi.

 

Temyiz sürecinin ardından karar AİHM’e taşındı. 2007 yılında karar veren AİHM bi bir kez daha Türkiye’yi mahkum etti. Kararda, Türk Ceza Kanunu’nda Cumhurbaşkanı’na hakareti düzenleyen 158. maddeyi de yine ‘düşünce özgürlüğü karşısında devlet başkanının ayrıcalıklı statüsü kabul göremez’ diyerek AİHS’in 10. maddesine aykırı buldu.

 

Bu karar üzerine yeniden yargılama talebini kabul eden mahkeme 2010 yılında Taner ve Güvener’in beraatına karar verdi.

 

AİHM sadece Türkiye ile ilgili davalarda değil, diğer ülkelerden gelen benzer davalarda da benzer kararlara imza attı.

 

Bunlardan en meşhurlarından biri Colombani kararı. Le Monde muhabirlerinden Jean Marie Colombani 1995 yılında yayınladığı bir haberde Fas’ı dünyaya eroin ihraç etmekle suçlayınca, Fas Kralı Fransız yetkillere başvurarak bunun cezalandırılmasını istedi. 1881 yılından beri Fransız Ceza Kanunu’nda bulunan ve devlet başkanı ve yabancı devlet başkanlarına hakaret suçlarıyla ilgili 36. Madde gereği Colombani yargılandı ve para cezasına çarptırıldı. Kararı AİHM’e taşıdı. AİHM 2002 yılında verdiği kararda Fransa’yı suçlu buldu ve 1881’den beri yürürlükte olan 36. Maddeyi de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bularak şöyle dedi:

“Her devletin kendi yöneticisine saygı duyulmasını sağlamaktaki yararı veya diğer devletlerin yöneticileri ile dostane ilişkiler sağlanmasındaki yararı ne olursa olsun, “söz konusu ayrıcalık bu yönde ulaşılmak amaç için gerekli olanlar bakımından sınırı aşmaktadır”.

 

2003 yılında ETA mensuplarına yönelik polisin işkenceleri yüzünden “Bu polislerin yüce komutanı sensin” diyerek İspanya Kralı Juan Carlos’u suçlayan Basklı ayrılıkçı siyasetçi Arnoldo Otegi hakkında da İspanyol mahkemesi Kral’a hakareti düzenleyen ceza yasasındaki 490. Maddeden mahkumiyet vermiş, kararın taşındığı AİHM de hem kararı hem de maddeyi sözleşmeye aykırı bulmuştu.

 

Avrupa’da pek çok ülkede ceza yasalarından kaldırılan Cumhurbaşkanı, devlet başkanı ya da Kral’a hakaret maddeleri son olarak Fransa, İspanya, Hollanda, Polonya ve Türkiye’de ceza yasalarında kalmış durumda.

 

Örneğin Fransa’da 1881’den beri yürürlükte olan ve son AİHM kararlarıyla mülga hale gelen Cumhurbaşkanı’na hakaret yasasını en çok General De Gaulle’den dava açarak kullanmış, onun ardından Pompidou döneminde bir, Giscard d’Estaing, Mitterand ve Chirac’ın Cumhurbaşkanlıkları sırasında ise bu maddeden hiçbir dava açılmamış, 2008’de Sarkozy Cumhurbaşkanlığı sırasında açılan dava bir ilk olmuştu.

 

AİHM kararlarına rağmen Kral’a hakaret maddesini ceza yasasından çıkarmayan İspanya’da da son olarak şiddet övgüsü ve Kral’a hakaretten bir rapçi hakkında 3 yıl hapis cezası verildi ve ceza sivil toplum örgütlerinden büyük tepki aldı.

 

Türkiye’de ise zamanın şartları, politik kutuplaşmanın artması ve sosyal medyanın sağladığı ifade özgürlüğü imkanlarıyla hem 1951 yılında Atatürk büstlerine yönelik Ticani Tarikatı’nın saldırılarına tepki olarak DP iktidarının çıkardığı 5816 Sayılı Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlara ilişkin Kanun hem de 2005’te hazırlanan yeni Türk Ceza Kanunu’nda Cumhurbaşkanı’na hakareti düzenleyen 299. maddeden (Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Suçun alenen işlenmesi hâlinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılır. Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır) sık sık hapis cezaları veriliyor.

 

Sosyal medyayla sürekli ve çok sayıda insanın kendi ifade edebilmesi, internetin sağladığı rahatlık ve sorumsuzluk hissi, artan ihbarcılıkla birleşince bu sayılar artıyor.

Boşanmak için mahkemeye gerekçe olarak eşinin Cumhurbaşkanı’na hakaret mesajlarını sunan da var, sevmediği insanların Facebook, Twitter hesaplarını karıştırıp Cumhurbaşkanı’na hakaret etti diye savcılıklara ihbar eden de.

 

İşgüzarlıklar için de durum birebir. Örneğin internette işlenen suçlardaki suç yerinin belirsizliği avantajıyla, internetin başına oturup “cumhurbaşkanına hakaret”, “terör propagandası”ndan gördüğü herkesi Ardahan’a ifadeye çağırıp, tutuklayan savcılar var.

 

Son olarak ODTÜ Mezuniyet töreninde açtıkları pankart nedeniyle dört öğrenci TCK 299 Cumhurbaşkanı’na Hakaret maddesinden, geçen hafta da Anıtkabir’de çektiği video yüzünden 23 yaşındaki Safiye İnci 5816 Atatürk aleyhine işlenen suçlar maddesinden tutuklandı.

 

Sadece genç insanların hatalarına karşı acımasızlık, linçe hatta tacize varan tepkiler değil, bu tutuklamalar, toplumdaki politik kabilecilikten kaynaklanan iki yüzlükleri bir kere daha ortaya çıkarması açısından da ibretlikti.

 

Bir hafta önce ODTÜ’lülerin tutuklanmasını eleştiren gazeteler, Safiye İnci’nin tutuklanmasını coşkuyla karşılarken, bir hafta önce ODTÜlü öğrencilerin tutuklanmasını haklı bulanlar, Safiye İnci’nin provokatör, FETÖ’cü ya da aslında laik biri olduğunu ispatlamaya çalıştı. Halbuki, bu iki olay hukuki yollar içinde tazminat davaları olarak takip edilmesi gereken hakaret suçlarının, özel maddelerle ceza kanununda yer almaması, en azından bu suçlara hapis cezaları istenmemesi konusunda ortak bir kanaat oluşmasına vesile olabilirdi.

 

Hem de bu 1990’dan beri Türkiye’nin iç hukukunun bir parçası olarak tanıdığımız AİHM kararları ve “temel hak ve özgürlükler alanındaki uluslararası taahhütleri, aynı konudaki ulusal yasalardan üstün” kabul eden 2004 yılındaki anayasa maddesinden hareketle yapılabilirdi.

 

Böylece Nihal Bengisu Karaca’nın Habertürk’teki yazısının başlığındaki gibi Türkiye “Herkesin birbirini tutuklatmaya çalıştığı ülke” olmaktan kurtulurdu.

 

Ama günün sonunda genç insanların hata yapabileceği, hakaret suçuna hapis cezasının ağır bir ceza olduğunu söyleyenler azınlıkta kaldı.İfade özgürlüğünde anlaşamayan bir toplum, tutuklamada eşitliğe razı geldi.

(Bu konuda yazıda da yararlanılan bir rapor için; http://www.aihmiz.org.tr/files/Artun_ve_Guvener.pdf)

Adalet Bakanlığı 2017 yılı Adli İstatistikleri için http://www.adlisicil.adalet.gov.tr/istatistik_2017/istatistik2017.pdf

AİHM’in Eon vs Fransa kararının Türkçesi için

http://www.ifadeozgurlugu.adalet.gov.tr/faaliyetler/6_8_mayis/aihm_yabanci/eon.pdf)

 

 

- Advertisment -