1990’lı yılların başında devlet, PKK ile mücadelede radikal bir değişikliğe gitmeye karar verdi. Artık “sivrisinekler” ile uğraşılmayacak, doğrudan “bataklık” kurutulacaktı. Hukuk, devlet için bir ayak bağı olmaktan çıkarılacak ve rafa kaldırılacaktı. Güvenlik güçlerinin eli serbest bırakılacak, anayasa ve kanun gibi teferruatlarla şevkleri kırılmayacaktı. Söz konusu olan devletin bekasıydı, bunun karşısında hakkın, hukukun, özgürlüğün ve vatandaşın lafı bile olmazdı.
Devlet, sahaya bodoslama girdi. Direkt halkı hedef aldı. Hukuki ve gayrihukuki olduğuna bakmaksızın kendini hedefe götüreceğini düşündüğü her adımı pervasızca attı. Evleri yaktı, köyleri boşalttı, yargısızlar infazlar yaptı. Devletin içinde “çete”ler oluştu. İşkence rutin bir uygulamaya dönüştü. Kürtler asit kuyularına atıldı. En küçük muhalif ses bastırıldı, partiler kapatıldı. Sokak ortasında milletvekilleri katledildi. Gazeteler bombalandı. Meclis’e darbe yapıldı, halkın meşru temsilcileri yaka paça hapse atıldı.
Uygulanan, kelimesinin gerçek manasında, bir devlet terörüydü. Neticesi ise, bir dehşet tablosu oldu. Milyonlarca Kürt tehcire tabi tutuldu. Evinden barkından zorla kopartılanlar şehirlerde yoksulluğa ve yoksunluğa mahkûm edildi. Binlerce insan faili meçhule kurban gitti.
“Kahramanlar”
Kürtlere bu zulmü reva görenler “devlet için kurşun atan kahramanlar” olarak taltif ediliyordu. Çiller’in bol keseden “şeref” bahşettiği bu kahramanlar, insanlık dışı suçları işlemekten kaçınmıyorlardı. Hiçbir sınırları yoktu. Çünkü asla yargılanmayacaklarını düşünüyorlardı. Yaptıkları yanlarına kâr kalacaktı.
Lakin bir müddet sonra işler değişti. Kara bulutlar biraz aralanır gibi oldu. Dokunulmaz zannedilenlere dokunuldu. Çok sayıda dava açıldı. Bu davalar arasında “Temizöz ve Diğerleri Davası”nın ayrı bir önemi vardı. 1993-1995 yılları arasında Şırnak-Cizre’de 21 kişinin kaybedilmesi ve keyfi infazının faillerinin cezalandırılması amacıyla açılan bu dava, geçmişle yüzleşmeyi sembolize ediyordu.
Dava, 2009’da Diyarbakır’da görülmeye başlandı. Savcılık sanıkların cezalandırılmasını istedi. Ardından dava güvenlik gerekçesiyle Eskişehir’e taşındı. Savcılık yeni bir mütalaa verdi ve sanıkların beraatını talep etti. Mahkeme de bu talebe uydu ve hakkında 9 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası istenen Temizöz ile birlikte diğer sanıkların da beraatına karar verdi.
Diyet
Karardan sonra davayı yakından takip eden Av. Gülçin Avşar ile konuştum. Avşar, Temizöz Davası’nın faili meçhul yargılamaları arasında en fazla delile sahip dava olduğunun altını çizdi. Bu davada gizli tanık ifadeleri, sanık itirafları ve fiziki delillerin örtüştüğünü belirtti. Bunca delile rağmen beraata hükmedilmesini “hukukun katledilmesi” olarak yorumladı. Avşar’a göre, eğer bu davada beraat verildiyse, halen görülmekte olan diğer faili meçhul davalarında başka bir kararın çıkması beklenemezdi.
Gerçekten de Temizöz Davası, bir ilk değil. Son dönemde 1990’larda devlet görevlilerinin işledikleri suçlarla ilgili birçok davada (Kemal Alkan ve Ali Osman Akın, Musa Çitil, Mete Sayar) beraat kararı verildi ve insanlık suçu işledikleri iddiasıyla yargılanan askerler temize çıkarıldı.
Burada siyasi iktidarın tavrının belirleyici olduğu açık. AKP, Gülen Cemaati ile kavgaya tutuştuktan sonra müesses nizamın aktörleriyle yakınlaştı, onlarla işbirliği yaptı. Ardı ardına gelen beraat kararları, bu işbirliğinin diyeti gibi. Ama AKP unutmamalı ki, faili meçhullerin üzerini örtmek, masumların kanına girenlerin hesap vermesini engellemek kimseye hayır getirmemişti. AKP’ye de getirmeyecek.