Size, dün önüme şöyle bir metin geldi desem…
“Emperyalizmin ülkemizdeki işbirlikçileri, en başta da kendini firavun sanan Recep Tayyip Erdoğan’ın başını çektiği neo-liberal ve İslamofaşist AKP diktatörlüğü, işçi ve emekçi sınıflarını amansızca ezip sömürmenin yanı sıra, bütün halkımızı uyuşturup bilincini köreltmeye de çalışıyor. Bu amaçla başvurdukları yöntemlerden en önemlisi din ise, ikincisi de futboldur. Evet, günümüzde özellikle profesyonel futbol, gençliği devrimden uzaklaştırıp boş kariyer, şan ve şöhret hayalleri peşinde koşturarak ruhlarını yozlaştırmada baş rolü oynuyor. Beşiktaş gibi bazı en güzide kulüplerimizi, Çarşı’nın büyük Haziran Gezi direnişindeki payı nedeniyle, ya da Galatasaray’ı Arena stadının açılışı sırasında seyircisinin diktatörü yuhalamışlığından hareketle, bu suçtan belki bir nebze tenzih edebiliriz. Buna karşılık halkın yiğit devrimci evlâtları olarak, Türkiye’deki bütün faşist diktatör ve diktatörlüklerin en gözde takımı olan; nitekim Erdoğan’ın da desteklediği ve 17-25 Aralık 2013’te ortaya saçılan dinleme kayıtlarının da gösterdiği üzere, rüşvet paralarının bir bölümünü oğlu üzerinden yedirdiği; ayrıca, yıllardır Aziz Yıldırım gibi bir ordu ve silâh müteahhidinin dilediği gibi yönettiği; başka bir deyişle, beşinci bunalım aşamasındaki dünya kapitalizminin de en gerici güçlerini temsil eden Fenerbahçe’yi asla ve kat’a affedemeyiz. Kızıldere’de şehit verdiğimiz Mahir Çayan ve yoldaşlarını andığımız bu günlerde, 4 Nisan eylemini, başka çaremiz kalmadığı ve adalet aramanın bütün diğer yolları kapandığı için, bu halk düşmanı hırsız, hain ve alçakları cezalandırmak için gerçekleştirmiş bulunuyoruz. Yaşasın devrim! Yaşasın sosyalizm! Tam bağımsız Türkiye!”
Böyle düşünce deneyleri bazen yararlıdır; ufkumuzu açar, olayları çeşitli açılardan düşünebilmemize yardımcı olurlar. Bir dönem Ahmet Altan’ın “Atakürt” yazısı, turnusol (litmus) kağıdı yerine geçmişti örneğin. Yaldızlar dökülmüş, nice foyalar meydana çıkmıştı.
Tutun ki, o Karadeniz ev yapımı, seri numarasız av tüfeğinden atılan iri saçmalar, FB takım otobüsü tam viyadük üzerindeyken şoförü burnundan yaralamakla kalmadı; ya öldürdü ya kör etti.
Tutun ki o da hemen önüne kapaklanmak yerine, şuursuzca debelenir ve sağına soluna hamle yaparken yanındaki güvenlik görevlisini de devre dışı bıraktı.
Öyle veya böyle, tutun ki kimse direksiyona el atamadı, frene basamadı. Koca otobüs şarampole ve oradan takla ata ata daha aşağılara yuvarlandı. Hattâ belki benzin deposu alev aldı ve infilâk etti. Şimdi gazetelerin kıyısından dönüldü diye yazdığı büyük facia sonucu, enkazdan faraza 22 ölü, 16 ağır yaralı çıkarılabildi.
Derken, tutun ki olaydan dakikalar sonra, twitter, facebook ve bütün diğer sosyal medya aracılığıyla kamuoyuna, her eski solcu, yeni ulusalcının beş dakikada kolayca yazabileceği yukarıdaki bildiri servis edildi. Üstünde, aynen Adliye baskınındaki gibi, örgüt bayraklarını kendilerine maske yapmış iki gencin bu sefer av tüfekleriyle ateş eden renkli fotoğrafı yer aldı; altına DHKP-C imzası çekildi.
Daha iyisi, tutun ki olay dünkü sınırları içinde kaldı, ama yukarıdaki bildiri gene de gönderildi.
Merak bu ya. Acaba hedef bir savcı değil de Fenerbahçe futbol takımı olunca kim ne tavır alacaktı? Mirgün Cabas “kulüplerdeki yozlaşmanın üzerine gitmezsen böyle olur” mu diyecekti örneğin?
Ahmet Şık orman içinde kaçanlara gene cep telefonuyla ulaşıp röportaj yapacak; Cumhuriyet gazetesi acındırıcı, apolojetik “çaresizlik” söylemini belki doğrudan bildiri metninden alıp manşete çıkaracak; sağda solda “sizi seviyoruz” mesajları dolaşacak mıydı? HDP bileşenlerinden Ezilenlerin Sosyalist Partisi adına en azından bir adet “devrimci kardeşlerimiz” tweet’i yollanacak (ama sonra silinecek); bizzat HDP merkezi gene işi hem otobüstekilere geçmiş olsun (veya belki taziye), hem de aynı anda pusuyu kuran ve sonra belki kuşatılıp çatışmada öldürülenlere taziye dilemek noktasına vardıracak mıydı?
Nâzım’ın bir Galip Usta’sı vardır; tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur.