Biz onları sadece haberlerden tanıyoruz; ateş edilirken, kontrol noktalarında bekletilirken, çocuklar vurulurken. Filistin’de gündelik hayat çalışması yapmak istediğinizde de sadece işgali konuşabiliyorsunuz. 1929’da toplanan ilk Arap Kadın Kongresi’nden Avrupalı feministlerin beklentisinin aksine kadınların erkeklerle olan mücadele eksenine dair bir karar çıkmamıştı. Tersine Filistin için mücadele eden erkekleri destekleme ve mücadeleye katılma kararı alınmıştı. Filistinli kadınların mülteci kamplarında işgalciler tarafından uğradıkları taciz ve saldırılar karşısında sessiz kalan kadınlarla, sadece kadın kimliği üzerinden bir işbirliği tesis etmek elbette düşünülemezdi. Durum üç aşağı beş yukarı aynı haleti ruhiye içinde devam ediyor.
Ayşe Böhürler 11 Eylül 2001’den sonra Müslüman Dünyanın kadınlarını ele alan çok geniş çaplı bir belgesel çalışmasına imza attı. Aslıhan Eker ve Süreyya Önal ile birlikte yıllar boyu verdikleri emeğe yakînen şahidim. Kendimize dair bilgiyi bile başkalarının üretmesini karşısındaki çaresizlik hissine, Böhürler’in 13 ülkeden 200 kadınla görüşerek gerçekleştirdiği bu çalışma en büyük cevap ve her türlü takdiri hak ediyor.
ABD, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan edince bu çalışmanın Filistin bölümünü Kadem’de Böhürler’in de katılımıyla yeniden izleme fırsatımız oldu. Belgesel küçücük bir Yahudi çocuğun “Gidin ülkemden sizi burada istemiyorum” demesiyle başlıyor. Haberler dışındaki hayata bakmak demiştik, bu hayat da çatışmadan birgün önceki ya da birgün sonraki hayat. Yüzlerce yıldır orada yaşayan insanların kimliği ve vatandaşlık hakkı yok. Bütün eziyetlerin başı bu. Gazeteci Macide el Batah, komşunuz erkek kardeşiniz köşeye çekilip dövüldüğünde sessizce seyrederken ne hissediyor olabilirsiniz diyor, gündelik hayattan sual edilince. Bir evi okulu ya da oyun alanını ikiye bölen, tam ortadan geçen duvar ve şehit olan çocuklardan bahsediyor. Ailesinin dört yüz yıl öncesine gidebiliyor o da birçok kadın gibi. Bırak git denildiğinde bunu kabul etmelerinin imkansız olduğunu söylüyorlar. Yahudilerle yaşamak sorun değil Batah’a göre, problem olan şey işgal. Harvard’dan kabul alıp eğitimini orada yapmış ve Arafat’tan sonra cumhurbaşkanı adayı olmuş. Fakat siyasetteki ufku da işgalin içinde bir ülkenin adayı.
Mavi kartları olmadığı için Kudüs’e giremeyen eşlerinin yerine, kadınlar dağlardan aşarak şehre inip mahsullerini satmaya çalışıyor. Ailelerin ayakta kalması için sarfettikleri olağanüstü çaba yormuş onları. Açık hava hapishanesi Filistin’den bir daha dönemeyecekleri için çıkamadıkları gibi, içerde de bir yerden bir yere gidemiyorlar. Mesela Ramallah ile Betlehem arası arabayla on dakika ama Macide yasak yüzünden arabayla annesini kız kardeşini görmeye gidemiyor.
İmece usulü gerçekleşen bir düğünde kayınvalide altın takamamanın, gelini hoşnut edecek bir şey alamamanın üzüntüsü içinde. Evlatları tutsak, köyden çıkamıyor, hayal kuramıyorlar. Yorgunum, gördüklerimden çok yorgunum diyor genç bir kadın. Başka bir kız çocuk bizim içme suyumuzu kesiyorlar sonra duvarın arkasındaki yerleşimci sitesinin havuzunu dolduruyorlar o suyla bu katlanılacak gibi değil diyor. Kadın destek ve dayanışma derneği başkanı Mohe Ebu Dayyah Shamas ‘işgalden iyileşmenin’ zor olduğunu söylüyor haklı olarak. Bütün bu yapılanlar karşısında Filistinli gençlere ahlaki standartları muhafaza etmelerini telkin etmek kolay değil. Taşlarla boş mermi kovanlarıyla oynayan, geleceğini de işgalin belirlediği çocuklardan söz ediyoruz. Shamas’a göre bu ağır koşullar radikalizmi de artırıyor. İşgal içe kapanmayı zihinlerin de işgalini getiriyor ki en tehlikelisi bu. Ev içi şiddeti de artırıyor yaşananlar. Fakat buna sıra gelmesi çok zor. Özgüven yitimini durdurmak için stres ve güçlüklerle baş etme, teslim olmama terapileri yapıyorlar. Ruhların hayatta kalması için umudun sürmesi elzem. Hristiyan bir piyano öğretmeni olan Nadia, Müslüman öğrencilere zorluklarla geldiği Edward Said Müzik Akademisi’nde ders veriyor.
Zahire Kemal yüksek öğrenimdekilerin yüzde kırkının kız öğrenciler olduğunu açıklayarak teselli buluyor. Evli ve çocuklu genç kadınlarla doluymuş üniversiteler. İlk kadın bakan olan Kemal, eğitimin sürmesini hayatta kalmakla eşanlamlı görüyor. Nihai özgürlüğün sağlanamadığı yerde teslim olmamayı sağlamak gerekli ona göre.
Filistin’de de bütün İslam dünyasında olduğu gibi kadını aşağılayan telakkiler mevcut. Shamas ve arkadaşları dini tartışmalara girmeden, sadece temel hakları ileri sürerek çözüm üretmeye çalışmışlar. Eşit biçimde eğitim, hizmet alma, çalışma, istediğiyle evlenme hakkının İslamla çelişmediğini söylemekle yetiniyorlar. Ürdün Mısır ve İsrail kanunları arasında bütün hakları eriyip giden kadınlar özgür olacakları günlere saklıyorlar nice insani taleplerini.