Ana SayfaYazarlarFranco dünyaya hükümdar olmaz

Franco dünyaya hükümdar olmaz

 

[26 Ekim 2019] Gene yaklaşık iki hafta geçiverdi. Neyse ki dört gün tatil bir fırsat, ufak tefek bazı şeyler çiziktirmek için. Hazır, aşırı şişirilmiş harekât balonu da sessizleşerek sönerken (ona ayrıca geleceğim), burnumuzu Türkiye’nin kendi meselelerinden biraz olsun çıkarıp, etrafımızdaki dünyaya bakmak için.

 

Franco iyi bir tesadüf bu açıdan. Daha doğrusu, Franco’nun kendisi değil de, 2019’un 24 Ekim Perşembe günü anıt-mezarından çıkarılıp o kadar kamusal ve törensel olmayan bir yere, aile mezarlığına yeniden gömülmesi. En son, “Kurtarıcı”ların anlamadığı’nı yazmıştım, Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve Egon Krenz’in Sovyet nostaljisi, muadilinde “SSCB’nin son generali” diyebileceğimiz Anton Terentyev’in ise (mealen) “biz kurtarmıştık, şimdi neden biz gidiyorduk?” tarzı mırıldanmalarından hareketle.

 

O bir totalitarizm ve kurtarıcılık türüydü, Franco’nunki ise bir başka totalitarizm ve kurtarıcılık türü. İlginç olan şu ki, ikisi de ülkelerini ve hattâ bütün insanlığı birbirlerinden kurtarmıştı aslında. 1914-1918 kan banyosu sonrasında, ekonomide liberal kapitalizme ve politikada demokrasiye olan güven sarsılıyordu (bugün olduğu gibi). Demokrasinin yaşaması için gerekli olan “merkez” zayıflıyor; “ara zemin” parçalanıp dağılarak uçlara, kâh aşırı sol ve kâh aşırı sağa savruluyordu. İki dünya savaşı arasındaki dönemde, önce Kızıl Tehlike’ye, Beynelmilelci Yahudi-Bolşevik Konspirasyonu’na karşı Faşizm ve Nazizm yükselmiş; İtalya’da Mussolini (1922), Almanya’da Hitler (1933) iktidara gelmişti.

 

Franco ve Falanjizm, bu genel eğilimin İspanya uzantısıydı. O zamanlar İspanya, bütün Batı Avrupa’nın en geri ülkesiydi. Zayıf bir burjuvazinin yanında, asıl büyük toprak sahipliği hâkimdi ve ülkeyi, geçmişten kalma iki gerici, bağnaz kuruma: orduya ve Katolik Kilisesi’ne dayanarak yönetiyordu. Başka bir ifadeyle İspanya, 19. yüzyıla özgü Muhafazakâr – Liberal mücadelesinin tipik bir savaş alanıydı. 1920’lerde henüz askerî darbeler ile kralın monarşik diktatörlük denemeleri birbirini izliyor; 1931’de kurulan Cumhuriyet ise, geniş ama bütün iç çelişkileri ve karmaşık maksimalist “istemezük”leriyle birlikte son derece heterojen bir radikal-sol cepheye yaslandığından, içten içe fokurdayan karşı-devrim hazırlıklarına anlamlı ve tutarlı bir minimal demokrasi savunusuyla set çekemiyordu.

 

Kaynayan reaksiyon kazanı 1936 başlarında nihayet taşıverdi. Yüksek rütbeli generaller ayaklandı; olaylar hızla gelişti ve başlarına, Cebelitarık’ın öte yakasında, bir kısmı İspanyol sömürgesi olan Fas’ta konuşlanmış Afrika Ordusu’nun komutanı Francisco Franco (1892-1975) geçti. Liderliğini yaptığı cunta (Ulusal Savunma Konseyi), daha 1936 Ekim’inde kendisine (Führer ve Duce misali) Caudillo ünvanını bahşetti. Faşist ve Nazi rejimleri derhal Franco’yu, Sovyetler Birliği ise İspanya Cumhuriyeti’ni desteklerken, o sırada zaten Hitler’e karşı “yatıştırma” politikası gütmekte olan Batı demokrasileri (İngiltere, Fransa, ABD) tarafsız kalmaya karar verdi ve kendi aralarında anlaşarak Adem-i Müdahale Komitesi’ni (Committee for Non-Intervention) kurdu. Böylece İspanya İç Savaşı gerek 1930’ların bir mikrokozmosuna, gerekse ufukta gözüken İkinci Dünya Savaşı’nın genel provasına dönüştü. 1936’dan 1939 başlarına kadar sürdü ve her iki taraftan büyük bir şiddet boşalımına sahne oldu. Sadece bu üç yıl (daha doğrusu, iki yıl sekiz ay) içinde, kendi bölgelerinde Cumhuriyetçiler 50,000 kadar sivili, Frankistler de 130,000 kadar sivili taammüden katletti. Nice aydın da gitti aralarında, büyük şair ve piyes yazarı Federico Garcia Lorca dahil. Alman hava kuvvetlerinin (Luftwaffe) Kondor Lejyonu, 1939-45 arasında şehirlere ve sivil halka karşı uygulayacağı terör bombardımanı taktiklerini 1937’de küçük Guernica kasabasını yeryüzünden silmek suretiyle denedi ve sergiledi. Toplam ölü sayısı en az 500,000’i, bazı tahminlere göre belki iki milyonu buldu.  

 

 

İspanya İç Savaşı, o yıllarda bütün dünyada demokrasinin büyük ve kutsal dâvâsı haline geldi. Los Quatros Generales (Dört Alçak General) şarkısı birkaç kuşağın dilinden düşmedi. Robert Capa, yukarıda gördüğünüz Düşen Asker’i çekti (ya da Cerro Muriano muharebesi sırasında, 5 Eylül 1936’da çektiğini iddia etti). Ernest Hemingway’e Çanlar Kimin İçin Çalıyor’un, George Orwell’e Katalonya’ya Selâm’ın  ilhamını verdi. Cesar Vallejo ve Pablo Neruda’ya en güzel şiirlerinden bazılarını yazdırdı. Pablo Picasso’ya, teknolojik uygarlığın çıldırmışlığı karşısında atın çığlığı ve boğanın soğuk kayıtsızlığını resmettiği Guernica tablosunu yaptırdı. Bir başka Pablo’yu, ünlü çellist Pau Casals’ı Franco ölünceye kadar dönmeyeceği bir sürgüne gönderdi. Nâzım Hikmet, David Guest, Louis Aragon, John Dos Passos… Daha nice aydın seferberlikleri yarattı.

 

Olmadı. No Pasaran tutmadı. Sonunda geçtiler ve Madrid’e de, Barcelona’ya da girdiler. Yüzbinlerce insan kaçıp Fransa’ya sığınmaya çalışırken, Cumhuriyet yenildi, Franco kazandı ve koyu bir diktatörlük rejimi kurdu. Ardından, İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalma kurnazlığını gösterdi. Bu sayede, 1945’te bu sefer Sovyetler Birliği Doğu ve Orta Avrupa’yı Faşizm ve Nazizmden kurtarırken, Franco da hamileri Hitler ve Mussolini’yle birlikte yıkılmadığı gibi, 45-55 arasının izolasyon koşullarını atlatıp, Soğuk Savaş’ta komünizme karşı Batı açısından iyi bir müttefik haline dahi gelebildi. 1931-39 arasının — günlük hayat, aile, kadın-erkek ve çocuk ilişkileri, ya da inanç özgürlüğü dahil — her türlü demokratik kazanımının itinayla kökünü kazıdı. Bu arada, muazzam bir anıt da yaptırdı, kendine ve Milliyetçilere. Madrid’e 50 kilometre mesafede, bir Valle de los Caidos kurdurdu (İngilizce Valley of the Fallen; şehit sözcüğü bu şekilde kullanılabilir olmasa da, kabaca Şehitler Vadisi’ne karşılık gelmekte). Bir Katolik bazilikası ile üzerine dev bir haç dikili, taş yığını bir anıtı kapsıyor. (Bu taş ve beton üzerinden kudret fetişizmi, Faşist estetiğin tipik bir özelliği.) Kendisi de öldüğünde, 23 Kasım 1975’te büyük ve hâlâ son derece militarist, son derece Ortaçağ havasındaki bir devlet töreniyle buraya gömüldü.

 

İç Savaşın üzerinden 80, Franco’nun ölümünün üzerinden 44 yıl geçti. İspanya bugün olgun, demokratik bir cumhuriyet. Ancak geçmişe ilişkin bir konsensüs oluşamadı. Aşırı sol diye bir şey kalmadı sayılır. Ama aşırı sağ hâlâ mevcut. Ve hâlâ hacca gidercesine Şehitler Vadisi’ne gidip yitirdikleri faşizmi anıyor, Franco’nun mezarına çiçekler koyuyor ve önünde dua ediyorlar.

 

Daha doğrusu, çiçekler koyuyorlarDI ve önünde dua ediyorlarDI. Bundan iki gün öncesine kadar. Zira İspanya hükümeti sonunda yeter dedi, bir diktatörün ve diktatörlüğün bu şekilde kutsanmasına. Uzun süren bir dâvâ, yüksek mahkemeden de geçerek, Franco ailesinin aleyhine sonuçlandı. Başbakan Pedro Sanchez, geçtiğimiz Perşembe günü televizyonda yaptığı konuşmada “Çağdaş İspanya bağışlamanın ürünü, ama unutmanın ürünü olamaz” dedi. Aynı gün, sadece Adalet Bakanının, bir adlî tıp uzmanının ve 22 aile mensubunun katıldığı bir törende, mezarın üzerindeki 1.5 tonluk beton kapak vinçle kaldırıldı ve Franco’nun katafalkı çıkarılıp helikopterle Madrid’e götürülerek El Pardo mezarlığında yatan eşinin yanına defnedildi.

 

Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz. Türkiye’de de 12 Mart ve 12 Eylül generallerinin olamadığı gibi

- Advertisment -