12.4.2019] Bir tarihçi olarak, tarihin tekerrürden ibaret olduğunu kabul etmem mümkün değil. Ama nedense, son beş yıldır, belki 2014’ten bu yana, kendimi habire aynı yazıları yazmak, aynı uyarıları yapmak ve aynı metaforları kullanmak durumunda buluyorum.
Bunun son örneği, “Pirüs zaferi” meselesiydi. 16 Nisan 2017 başkanlık sistemi referandumunun ardından, Buyurun size katıksız bir “Pirüs zaferi” yazısını yazmışım (17 Nisan 2017). İki yıl geçti; 31 Mart yerel seçimleri geldi. Bu sefer de 16 Nisan 2017 “Pirus zaferi”nden, iki yıl içinde ağır bir yenilgiye başlıklı bir şeyler kaleme aldım (1 Nisan 2019).
Cuma akşamı, gene 15 saat ders verdiğim, sınav yaptığım, dört beş uzun toplantıya girip çıktığım, büyük bir gezi organizasyonuyla uğraştığım… özetle, aslında bu yaşta kaldırmakta biraz zorlanmamı gerektirecek yoruculukta bir hafta daha sona ererken, üstüne üstelik bir de yazı yazmaya çalışır buldum kendimi. İktidar sözcüleri ve medyasından bir takım alıntılar derlemiştim, önceki günlerde. Ekrana bakıyor ve aşağıdaki paragrafları nasıl kullanırım, kullanmalı mıyım, kullanmaya değer mi, yani çok âşikâr değil mi, çocuk mu kandırıyorlar, insanlar görmez mi ne olup bittiğini… diye düşünüyordum.
* * *
Genel yayın yönetmenliğini Nuh Albayrak’ın yaptığı Star gazetesinin manşeti: “SANDIKTA DARBEYİ KİM ÖRGÜTLEDİ?” (3 Nisan 2019) Haberin içinden: “Üst aklın örgütlü oyunu — Organize bir şekilde büyükşehir oylarının yok sayılmasını sağlayan tutanakları hazırlayanlar, oyları başka partilere yazan kişiler ve usulsüzce geçersiz sayılan on binlerce oy üzerinde incelemelere yönelik itirazlar yapılırken bu işin arkasında kim ya da hangi örgütlerin bulunduğu ise araştırılıyor.” (3 Nisan 2019)
Aynı gün Star’da, köşe yazarı Fadime Özkan: “FETÖ ya da birileri belli ki oy çalmış, kaydırmış, uydurmuş ama AK Parti müşahitleri de ayakta uyumuş!” (3 Nisan 2019)
Yeni Haber web sitesi: “Skandal kararın arkasında FETÖ parmağı! İl Seçim Kurulu Başkanı Gürdal'ın eşi FETÖ savcısı çıktı! (…) İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için bazı İlçe Seçim Kurulu kurullarınca alınan yeniden sayım kararı Cumhuriyet Halk Partisi'ni panikletti. CHP, İstanbul İl Seçim Kurulu’na başvurarak sayımların tedbiren durdurulmasına ilişkin karar aldırdı. Ancak İl Seçim Kurulu Başkanı Müberra Gürdal'ın FETÖ hakimi Mehmet Gürdal'ın eşi olduğu ortaya çıktı.” (3 Nisan 2019)
Sabah gazetesi başyazarı Mehmet Barlas: “Cumhurbaşkanı günde sekiz miting yaparken AK Partili görevliler sandık başında uyudular mı? (…) İnanılır gibi değil ama bu bir gerçek işte. Sandık başında Binali Yıldırım'a verilen oylar hem sıfırlanmış, hem de bunlar Ekrem İmamoğlu'nun hanesine yazılmış. (…) İşin kötüsü bu kuşku, daha da boyutlu bir komplo kuşkusuna altyapı olmaktadır. Ya gerçekten örgütlü bir yapı İstanbul seçimlerine dönük bir çarpıtmayı tezgâhladıysa ne yapacağız?” (4 Nisan 2019)
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz: “Bu kadar ince işçiliği çıkarmak kolay mı? Biz, 'Sandığın başında bir şeyler oldu' diyoruz. En yetkili kişiyi belirlerken bu kadar usulsüzlük yapılmışsa bunun adı nedir? Nedir bu? Bunun adı şaibedir. Ama şöyle de diyebiliriz; organize bir usulsüzlük var. Organize bir suistimal var. Hata ötesi. Nereye elimizi atsak elimizde kalıyor. Araştırdıkça vahim verilere ulaşıyoruz. Birileri çok özel planlamış diye düşünüyoruz. Birileri bu işi kapatmaya çalışıyor ve çamura yatıyor.” (5 Nisan 2019)
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik: “Doğru bilgi verildiği zaman gerçek gazeteciler bunu doğru bir şekilde değerlendirecektir. Ama kara propaganda merkezlerine karşı yapacağımız çok fazla bir şey yok. Onlara karşı da görüşlerimizi kayda geçirmiş olacağız.” (6 Nisan 2019)
* * *
Kendileri hesabına sıkıla sıkıla okudum, okudum… ve çalışma odamın sessizliğinde, For Brutus is an honourable man (Çünkü şerefli bir insandır Brutus) dizesi geçti aklımdan. İsteksiz dalgınlığımdan birden uyandım. Biliyorsunuz, Shakespeare Julius Caesar piyesinde Mark Antony’ye söyletir bunları, Sezar’ın katilleri hakkında. İyi de, ben başka bir yerde anlatmamış mıydım bu öyküyü? Ne vesile olmuştu acaba?
Girdim arşivime; arayıp buldum. Gene o 2017 yılıymış. Büyükada’da gözaltına alınan insan hakları aktivistleri, dört buçuk ay tutuklu kaldıktan sonra toptan salıverilmiş. Fakat medya şaheserler yaratmış o arada. Bu da beni Brutus’un şerefi’nden söz etmeye zorlamış (26 Ekim 2017). Son kısmından aktarıyorum.
Şimdi de abartıyor olabilir miyim üstelik? Sosyal medyada bazı mesajlar dolaşıyor, “ne bağırıyorsunuz, beraat mı ettiler?” diye. Doğru. Shakespeare’in Mark Antony’sinin Brutus ve Sezar’ın diğer katilleri için söylediği gibi, hepsi şerefli insanlardır kuşkusuz (For Brutus is an honorable man, / So are they all, all honorable men). Geride bıraktığımız 137 gün boyunca hep suçlamış ve mahkeme başlamadan, iddianame bile hazırlanmadan yargılayıp bitirmişlerdi tutukluları. Çok, çok önemli bağlantıları vardı; görünce şaşacak, diyecek hiçbir şey bulamayacaktık. Kâh casustular, kâh terörist. Harita başında eylem planlamış, Türkiye’yi bölüp paylaştırmayı tasarlamışlardı. Olur böyle şeyler. Vicdanların sızlaması gerekmez. (…) Çünkü tabii, şerefli bir insandır Brutus; zaten ben de onun dediklerini çürütmeye çalışmıyorum (And, sure, he is an honourable man. / I speak not to disprove what Brutus spoke).
* * *
Bugün de hepsine inanmaya hazırım. Bugün de onların dediklerini çürütmeye çalışıyor değilim. Sadece kendi kendime konuşuyor; Refik Durbaş’tan esinlenerek, “Şerefsizlik hep bana mı düşer usta, şeref hep başkalarına?” diye mırıldanmaya devam ediyorum.