Ana SayfaYazarlarGerçeğe dönüş

Gerçeğe dönüş

Dünyaya ve ülkeye salt AKP ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden bakan ve medyada sesi gür çıkan bir kesim var. Gezi Olaylarından ve 17-25 Aralık Operasyonlarından sonra bu kesim kemikleşti. Hani nerdeyse evrendeki bütün kötülükleri AKP ve Erdoğan’dan bilir hale geldiler. Sabah Erdoğan ile uyanıp, gece Erdoğan ile uyudular. Bütün davranışlarına AKP ve bilhassa Erdoğan nefreti yön verdi. Satırlarında gizlemeye gerek duymadıkları bir öfke, bir kin, bir nefret okundu. Analizleri (!) bir fikri tartışmaktan ziyade giderek bir iç dökmeye, nefreti kusmaya dönüştü.     

 

Bu kesimin tek bir hedefi var: Erdoğan’ı indirmek ve AKP’yi hükümetten düşürmek. Bunun için herkesle işbirliği yapabilirler. Herhangi bir kaygıları, tutarlılık diye bir dertleri yok. Geçmişte “düşman” gördüklerinin aniden “dost” olduklarını keşfediyorlar. Dün selam vermediklerine, gördüklerinde yüzlerini çevirdiklerine, aynı ortamda nefes almaktan hicap duyduklarına karşı tavırları ışık hızıyla değişiyor. Bugün onları hevesle kucaklıyor, iltifata boğuyor ve “yol arkadaşları” olarak tesmiye ediyorlar. Kısa bir süre öncesine kadar “hain, bölücü” sıfatlarla şeytanlaştırdıkları ve tükürükleriyle boğmaya çalıştıkları Kürtlere şimdi “baş tacı” muamelesi çekiyorlar. Daha dün Cumhuriyet’in dibini oyduğunu düşündükleri Gülen Cemaati’ne bugün kol kanat geriyorlar.

 

Siyasi körlük

 

Bu kesimin nefret dozu çok yüksek. Bu da onları siyaseten körleştiriyor. Zira aynen aşırı ve abartılı sevgide olduğu gibi aşırı ve abartılı nefret de var olanın görülmesini engelliyor. Erdoğan nefreti de, bu kesimin gerçek yaşam ile bağını kopardı ve onları olmadık hesapların içine soktu.  7 Haziran’dan sonra yaşananlar, bu çerçevede ibretlik derslerle dolu.

 

AKP’nin seçimlerden tek başına iktidar olmasına yetecek bir sayıyla çıkmaması AKP nefretinden başı dönenleri sevince gark etti ve harekete geçirdi. Hemen bir hayal kurdular ve o hayale ciddi ciddi bel bağladılar. Buna göre; CHP, MHP ve HDP’nin milletvekili sayısı AKP’den fazlaydı. Bu üç parti AKP’ye karşı yekvücut olarak davranacak ve birlikte bir hükümet kuracaklardı. Bir devri sabık yaratılacak, üçlü koalisyon hükümeti Erdoğan ve AKP’yi lime lime edecek, geçmişin intikamı alınacaktı. Hızını alamayan kimileri bununla da yetinmiyor, içerdeki yargılamayı yeterli bulmuyor ve Erdoğan’ı Lahey’e kadar gönderiyordu.    

 

Düşün sonu

 

Bırakılsa daha çok hayal kurulacaktı ama MHP, Meclis Başkanlığı seçiminde gösterdiği tavırla buna bir “dur” dedi. Bahçeli, başkalarının yazdığı senaryoya itibar etmedi, üçlü ittifakı elinin tersiyle itti. Kendisine ve partisine öngörülen rolü oynamadı. Ajandasını ortaya koydu, adayını destekledi. MHP’nin bu seçimi üç gerçeğin anlaşılmasını sağladı.

 

İlki, AKP’siz bir hükümetin kurulamayacağıdır. Gerçi 7 Haziran akşamı çıkan sonuçlar buna işaret ediyordu. % 41 oy alan ve 258 milletvekili çıkaran bir partinin içinde yer almayacağı bir koalisyonun kurulamayacağı daha baştan açıktı. Çünkü AKP’nin karşısında birbirinden tamamen farklı üç parti var. Bazıları bu üç partinin milletvekili sayılarını bir kâğıda alt alta yazdıklarında koalisyonun kurulacağını zannediyorlardı.  Oysa partiler, kâğıt üzerinde durdukları gibi durmazlar. Her birinin bir kimliği, bir tarihi, bir sosyolojisi ve bir stratejisi var. Evet, siyaset esneklik barındırır ve dinamizm gerektirir. Fakat bir parti de bütün bir birikimine sırt çeviremez. Dolayısıyla, mesela MHP’nin tüm geçmişini bir kalem de silip HDP ile aynı şemsiyenin altında buluşmayacağı belliydi. Gerçek hayatta bunun yeri yoktu. Bunun hayalini kuranların ise sükût-u hayale uğramaları kaçınılmazdı. Nihayetinde öyle oldu.

 

‘Yüzde 60’lık Blok’ Efsanesi

 

İkincisi,  Kılıçdaroğlu’nun dillendirdiği “% 60’lık Blok”un çökmesidir. İşin doğrusu, böyle bir blok zaten hiç yoktu. Her şeyden önce, matematik olarak ortada % 60’lık bir bloktan söz edilemezdi. Üç partinin toplamı % 54’tü. Kılıçdaroğlu, Meclis dışında kalan altı puanı ve AKP’nin bir puanını da kendi hanesine yazıyor ve bir torbaya atıyordu. Bunu yaparken de kimsenin rızasını almıyor, herkes adına konuşma yetkisini kendinde görüyordu. Siyasi gerçeklik bir yana, siyasi nezakete de aykırı bir tavırdı bu.

 

% 60’lık Blok söylemi, AKP’ye oy vermeyen herkesi harekete geçiren güdülerin aynı olduğunu ve bunların aynı siyasi idealleri taşıdığı varsayımına yaslanır. Oysa böyle bir durumdan bahsedilemez. CHP, MHP ve HDP’nin AKP karşısında ortaklaştığı noktalar  (yolsuzluk, Cumhurbaşkanı’nın konumu, gibi) olabilir ama bu onların kendi aralarındaki derin farklılıkları kapatmaz. Örneğin çözüm süreci, vatandaşlık tanımı, anadilde eğitim, vb. konularda MHP ve HDP’nin aynı düşündüğü söylenebilir mi? Bu itibarla sadece matematik açısından değil, içerik açısından da bir bloktan bahsedilemezdi.

 

Nitekim Bahçeli bunu gördü ve “% 60, boş bir laftır” diyerek ilk günden tepkisini ortaya koydu. Kılıçdaroğlu’nun, kendisine Başbakanlık önermesini ise “siyasi rüşvet” olarak niteledi ve anında reddetti. “Kılıçdaroğlu, Başbakanlığı kimden almış ki bana bahşediyor” sözüyle Kılıçdaroğlu’na siyasi tabelayı hatırlattı. Yani MHP bu sürecin her adımında CHP’ye boş formüllerle ve küçük ayak oyunlarıyla mesafe alamayacağını gösterdi.

 

% 60’lık Blok’a dair altı çizilmesi gereken bir nokta daha var: Bu söylem, toplumun % 60’ını % 40’ın karşısında konumlandırıyordu. % 60’a olumlu özellikler atfediyor, kötülükleri ise % 40’a reva görüyordu. Bloklaştırmanın, cepheleştirmenin, ötekileştirmenin dik alasıydı. Gezi Olayları sırasında Erdoğan, aldığı oya atıf yaparak “% 50’yi içeride zor tutuyoruz” demişti. O vakit, siyasetçilerin toplum içine nifak sokan bu tür söylemleri kullanamayacağını ifade edilmiş ve Erdoğan haklı olarak eleştirilmişti. Ancak Erdoğan’ı eleştirenlerin önemli bir bölümü, Kılıçdaroğlu’nun % 60’lık Blok ifadesinde herhangi bir sorun bulmadılar. Aksine onu destekler bir havaya girdiler. Bu da Türkiye’de ilkelerin siyasi hesaplara ne kadar kolay kurban edildiğinin bir göstergesi olarak kayda geçti.

 

Çözümü MHP ile yürütmek

 

Üçüncüsü, HDP’nin ayaklarını yere basmasını sağlamasıdır. HDP, seçimde ve sonrasında 2.5 yıldır süreci birlikte yürüttüğü AKP’yi sürekli bir biçimde tefe koyarken, İmralı Heyeti’nin üyesi Sırrı Süreyya Önder varlığını çözüm sürecinin yokluğuna adayan MHP’ye göz kırptı ve “Biz çözüm sürecini MHP ile de yürütebiliriz” diye bir açıklama yaptı. HDP yönetimi, seçim gecesi ilk açıklamasında AKP ile koalisyon kurmayacaklarını söyleme ihtiyacı hissederken CHP+MHP+HDP koalisyonu hakkında uzunca bir süre sessiz kalmayı tercih etti.   

 

Buna karşın MHP ilk andan itibaren HDP’ye karşı dilini çok sert tuttu. MHP yöneticileri HDP’nin içinde yer alacağı veya dışarıdan destekleyeceği hiçbir koalisyon projesinin içinde yer almayacağını kesin bir dile açıkladılar. HDP’yi bir siyasi parti olarak görmediklerini söylediler. HDP ile isimlerinin aynı cümlede geçmesini kendileri için zül addedeceklerini belirttiler. Demirtaş’a yönelik tahkir edici ifadeler kullandılar. Meclis Başkanlığı seçiminde de HDP –maalesef- Baykal’a oy verirken, MHP kendi adayının arkasında durdu.

 

MHP’nin HDP ile aleni veya zımni hiçbir karenin içinde görünmemek için gösterdiği çaba, HDP’nin de bazı şeyleri daha berrak görmesini sağladı. Demirtaş, net bir biçimde MHP’li bir koalisyona destek vermeyeceklerini söylemek mecburiyetinde kaldı. Bundan sonra HDP içinde artık hiç kimsenin “Biz çözüm sürecini MHP ile de yürütebiliriz” yollu anlamsız cümleler kurma olanağı da kalmadı. Sürecin ancak AKP ile devam ettirilebileceği açığa çıktı.

 

Kısacası MHP doğal ve kendisinden beklenen bir politik hamle yaptı. Bununla da herkesin gerçeğe dönmesini sağladı. Partilere, gerçek sınırlarını ve güçlerini hatırlattı. Kurdukları hayale kendilerini fazlaca kaptıranlar MHP’nin bu son derece normal hamlesi karşısında donup kalsalar da, kızıp köpürseler de, yitip giden hayallerin arkasında ağlasalar da siyaset bu gerçek koşullar içinde şekillenecek.

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik