Google'ın her sene düzenlediği Zeitgeist (Zamanın Ruhu) konferansı geçtiğimiz hafta sonu Londra'da gerçekleşti.
Konuşmacılar arasında İngiltere eski Başbakanı Tony Blair'den, Bayern Münih teknik direktörü Carlo Ancelotti'ye, Ürdün Kraliçesi Rania Abdullah'tan, günümüzün en popüler düşünürlerinden Alain de Botton ve Dan Ariely'e uzanan geniş bir skalada isimler yer aldı.
Konferansın amacı dünyanın farklı coğrafyalarından düşünürleri, siyasetçileri ve gazetecileri bir araya getirmek. Ve teknolojinin her alandaki etkisini tartışmak.
Bu seneki etkinlik Fransız seçimlerinin gölgesinde gerçekleşti. Seçimleri aşırı sağcı Le Pen'in kaybetmiş olmasına rağmen, Avrupa'nın geleceğine yönelik kaygı tüm konferansa hâkim olan bir duygu oldu.
Avrupa'nın kendini tanımladığı değerlerden uzaklaşması, içine kapanması, yabancı düşmanlığında kaybolmasının en temel göstergesi farklı Avrupa ülkelerinde yükselen ırkçı hareketler. Ana akım siyaset, makul düşünce marjinallik ve hamaset karşısında kaybediyor. Bu son yıllarda göstere göstere gelen bir tehlike.
Gerçek sorunlara, kalıcı çözüm üretmek yerine popülist siyasetçiler sahte düşmanlar oluşturup, korku siyaseti üzerinden prim yapıyor. Ekonomik ve siyasi problemlerin müsebbibi olarak göçmenler gösteriliyor ve Avrupalı sıradan vatandaşın kaygıları bu yapay düşmanlara kanalize ediliyor.
İşin ilginci bu eğilim tam da küreselleşmenin hızlandığı ve teknolojinin geliştiği bir dönemde yaşanıyor. Hem bir etki-tepki döngüsünde, hem de küreselleşme ve teknolojinin yardımıyla…
Avrupa'daki ırkçı partiler milliyetçi olmalarına rağmen, küresel bir iş birliği içinde. Bu iş birliği hem kendi aralarında gerçekleşiyor, hem de başka anti-demokratik rejimlerle. Avrupa'daki aşırı sağ partilerin Putin tarafından maddi ve manevi olarak desteklendiği sır değil. Aynı ırkçı partilerin örneğin kanlı Esad rejimine verdiği destek de öyle…
Teknoloji ise bir yandan dünyayı ufak bir köye dönüştürürken, diğer yandan bu tür nefret ideolojilerinin kitlelere ulaşmasını sağlayan bir araç olarak kullanılıyor.
Londra'da zamanın ruhu bu yüzden karamsar.
Batı bir yandan kendi geleceğini sorguluyor, lakin mevcut manzara kimseye pek de umut vermiyor.
Özellikle Suriye krizinin bölgede oluşturduğu tahribat bir yana, Avrupa'ya olan etkisi üzerine hâlâ kalıcı bir çözüm fikri mevcut değil. Suriye'de çözümün gerçekleşmemesi ve sonucunda gelen mülteci krizi Avrupa'da yükselen ırkçılığın en büyük mühimmatlarından biri.
Burada sorun çetrefilleşiyor: Avrupa'da yükselen ırkçılık için popülist ve demagog siyasetçilerin suçlanması normal ve tabii. Lakin Suriye krizinin bu hâle gelmesi sırasında iktidarda olan Avrupalı "makul" siyasetçilerin hiç mi suçu yok?
Enkazı suistimal edenler kadar, bu enkazı oluşturan aktörler de kabahatli değil mi?