Suriye’de son bir ayda yaşanan gelişmeleri tekrar hatırlamakta fayda var. 12 Aralık’ta Erdoğan, Fırat’ın doğusuna kısa bir süre içinde operasyon yapacaklarını duyurdu. 14 Aralık’ta Erdoğan ile Trump görüştü. 19 Aralık’ta Trump, kendi ülkesi de dâhil bütün dünyada sürpriz olarak karşılanan Suriye’den çekilme kararını açıkladı. 21 Aralık’ta Erdoğan, yeni gelişmelerden ötürü planladıkları operasyonu bir müddet ertelediklerini belirtti. 2018, böyle kapandı.
2019, Trump’ın yeni bir hamlesiyle açıldı. 13 Ocak’ta Trump “güvenli bölge” fikrini gündeme getirdi. Türkiye, daha önce kendisinin dillendirdiğinden bahisle, bu fikri sahiplendi. Rusya da buna itiraz etmedi. Dışişleri Bakanı Lavrov, 20 millik bir güvenli bölge oluşturulmasını desteklediklerini ifade etti. Böylece güvenli bölge, Suriye’de karar verici konumda olan ülkelerin üzerinde uzlaştıkları bir fikir haline geldi.
Doğru adım
Bir güvenli bölgenin oluşturulması, başta Kürtler olmak üzere Suriye’de yaşayan insanlar için doğru yönde atılmış bir adım olur. İki açıdan: Evvelâ, bölge bir operasyon ve çatışma sahnesinde dönüştüğünde, kaçınılmaz olarak ölümler ve kitlesel göçlerle karşı karşıya kalınır. Menbiç’te patlayan tek bir bombanın bile insanların korkularını ayaklandırdığını ve onları hareketlendirdiğini gördük. Geniş kapsamlı bir operasyonun yapılması halinde ise göçün büyük bir dalgaya dönüşeceği izahtan vareste olsa gerektir. Bu nedenle, sağlam bir güvenli bölge insanların hayatını kaybetmesini ve yerinden yurdundan olmasını engelleyeceğinden önemlidir.
Saniyen, güvenli bölge sahayı soğutarak siyaseti öne çıkarabilir. Bölgeyi dıştan gelecek saldırılara kapatırken politikaya alan açabilir. Çatışmanın olmaması, bölgedeki güçlerin tansiyonunu düşürebilir. Güvenli bölgenin işlemesi için gerekli olan işbirliği ve anlayış, tarafların aralarındaki meseleleri konuşarak halletmesine fırsat tanıyabilir.
Hülâsa, doğru kurgulanmış bir güvenli bölge hem ölümün ve göçün önüne geçebilir, hem de siyasi zemini güçlendirebilir. Ancak böyle bir bölgenin ne şekilde ve kim/kimler tarafından kurulacağı, korunacağı ve yönetileceğine dair ayrıntılarda bir berraklık yok. Telâffuz edilen üç farklı öneri var. Türkiye, Rusya ve ABD tarafından ileri sürülen bu önerilerin her biri, bir diğerinden farklı bir içeriğe ve güç kompozisyonuna sahip.
Kimin güvenli bölgesi?
Türkiye, bölgenin kontrolünün kendisinde olmasını istiyor. Ankara, kendisine yönelik tehlikeyi bertaraf etmek için bunun bir zorunluluk olduğunu belirtiyor. Ayrıca Türkiye, El Bab ve Afrin’deki varlığını misal göstererek bölgenin yeniden imarının da en iyi şekilde kendisi tarafından yapılabileceğini iddia ediyor. Cumhurbaşkanı sözcüsü Kalın, ABD ile bu noktada anlaştıklarını açıklamıştı.
Ancak ABD’den bu netlikte bir doğrulama gelmedi. Keza, Türkiye’nin söylemlerinin Rusya ve Suriye’yi tatmin etme ve onlar tarafından benimsenme ihtimali de bulunmuyor. Rusya, Türkiye’nin sahada bu derece etkin bir güç kazanmasını istemez. Zaten Suriye de hemen diş gösterdi ve “işgal” sayacağı böyle bir girişime karşı koyacağını söyledi.
Rusya, güvenli bölgenin Suriye rejimine bırakılmasını savunuyor. Burada Rusya’nın tavrı tutarlı, zira daha önce Amerika’nın çekileceği yerlerin rejim güçlerine devredilmesini önermişti. Moskova’ya göre güvenliği sağlayacak en iyi çözüm buydu.
Lâkin buna da Türkiye ve ABD’nin soğuk bakacağı belli. Çünkü bu, hem — rejim ve PYD gibi iki hasmını bir araya getireceğinden — Ankara’nın güvenlik endişelerini artırır. Hem de sahada dizginleri tamamen Moskova ve Şam’ın eline vereceğinden, Washington’un Suriye’nin geleceğindeki belirleyicilik kapasitesini düşürür. Dolayısıyla iki ülke de buna razı gelmez.
Uluslararası gücün kontrolünde güvenli bölge
ABD ise, iki koldan hummalı bir faaliyet yürütüyor. Trump yönetimi güvenli bölge konusunu bir taraftan Türkiye ile diğer taraftan da Fransa ve İngiltere ile çalışıyor.
Türkiye ile yapılan müzakerelerin odak noktasında iki konu var: Biri, PYD/YPG’nin sınırdan uzaklaştırılması. Diğeri ise ağır silahların PYD/YPG’den geri alınması. Suriye politikasının tayininde Trump üzerinde etkili olduğu görülen Senatör Graham, Ankara’daki temaslarında bu yönde mesajlar verdi. Graham hem kendileriyle birlikte IŞİD ile savaşan PYD/YPG’ye borçlu olduklarını ifade etti. Hem de PKK’nin uzantısı olduğu açık olan PYD/YPG’nin Türkiye’nin başını ağrıttığını bildiklerini söyledi. Graham’a göre, iki ülkenin yetkilileri bu sorunların çözümü için bir plan üzerinde mesai harcıyorlardı.
ABD, Fransa ve İngiltere ile de güvenlik bölgesindeki askeri rollerini görüşüyor. Son bilgiler, ABD’nin; Türkiye, Fransa ve İngiltere’nin beraber hareket edecekleri bir model geliştirmeye çalıştığına işaret ediyor. Buna göre, her üç ülkenin askeri güçleri kent merkezlerine girmeyecekler ve kırsal bölgelerde birlikte devriye görevi yapacaklar. Güvenlik, bu dört ülkenin işbirliği ve koordinasyonuyla sağlanacak.
Meşruiyet ve caydırıcılık
Bu modelin iki önemli üstünlüğü var: İlki, Paris ve Londra mevcut şartlarda Suriye’den çıkmanın yanlış olduğunu düşünüyor. Türkiye de masada güçlü olmak adına mutlaka sahada bulunmaktan yana. Dolayısıyla her üç aktör de kendilerine verilecek rolleri üstlenmekten imtina etmez.
İkincisi, güvenli bölgenin tek bir ülke tarafından değil birçok ülkenin katıldığı uluslararası bir güç tarafından denetim altında tutulması, bölgeyi askeri ve hukuki bakımdan daha güçlü kılar. Zira uluslararası bir güce dayanma, bölgeye hem daha fazla meşruiyet sağlar hem de orayı saldırılara karşı daha korunaklı bir hale getirir.
Gerek aktörlerin heveskârlığı ve gerek uluslararası camiada kabul edilme şansının yüksek olması nedeniyle ABD önerisinin hayat bulması, diğerlerine oranla, daha mümkün gözüküyor. Planlandığı gibi işlemesi durumunda güvenli bölge, ABD’nin de hedefine uygun olarak, Türkiye ile PYD/YPG arasındaki gerilimi daha alt bir seviyeye çekip yeni bir diyaloga da kapı aralayabilir.
(*) Kürdistan 24, 23.01.2019
http://www.kurdistan24.net/tr/opinion/ae58eada-113c-426e-b2aa-69d5c07b3071