Ana SayfaYazarlarHak yerini buldu

Hak yerini buldu

[2 Kasım 2015] 24tv’nin seçimlerden önceki son — ben Yunanistan’a gideceğim için normalden bir gün öne, 28 Ekim Çarşamba akşamına alınan — “Açık Görüş” programında, 28 Ekim Çarşamba akşamı Zeynep Türkoğlu’yla anketlerdeki durumu konuşmuştuk. Tabii hiç benim alanım değil. Üç aşağı beş yukarı herkesin bildiği veya bilir gözüktüğünü tekrarlamaktan öteye geçemedim. AKP ve CHP’de küçük de olsa çıkış, MHP ve HDP’de ise iniş var dedim. CHP konusunda, bir yanım renksiz ve köşesizliğini, hattâ “Atatürkçü rejim bekçiliği”ni “restorasyon”culuk biçiminde sürdürebileceğini kaydederken, diğer yanımla güya “olumlu”luğuna alelusul yüzde 27 vermekten kendimi alamadım.  Seçmenin (devletçi-milliyetçiliğin pususuna yattığı için) MHP’yi ve (PKK’nın tekrar silâhlı mücadeleye rücu etmesine kol kanat gerdiği için) HDP’yi cezalandıracağını söyledim, ama ilkini yüzde 12’ye değil ancak 14’e, ikincisini de yüzde 10 küsura değil ancak 12 küsura indirebildim. Asıl hatâmı (hemen herkes gibi) AK Parti konusunda yaptım. Yüzde 43-44’ten fazlasını telâffuz etmeye cesaret edemedim.

Bayram tatilinde, başta da belirttiğim gibi burada değildim. 31 Ekim gecesi otelde bir yığın televizyon program arasında gezindim. Hemen hepsi aynı şeyi söylüyordu: “Şiddet dolu” bir ortamda yapılan bu seçimlerde, Türkiye’yi daha fazla “istikrarsızlık” beklemekte… Kerli ferli Yunan siyaset adamları ve yorumcuları, çok olgun ve bilir havalarda, kâh o ekran kâh bu ekran, çok olgun ve bilir havalarda “Erdoğan’ın politikaları”nın herşeyi nasıl çıkmaza ve yıkıma sürüklediğini anlatıyordu.

Pek öyle çıkmadı sanırım. Bu sabah durup geriye baktığımızda, “AKP’de bölünme yaşanacak, iç savaş çıkacak, NATO müdahale edecek” noktalarına kadar uzanan bu tür sözümona tahlillerin, Hasan Bozkurt’'un son yazısındaki ifadeyle “dilek kutusuna atılan notlar”a benzediği açıklık kazanıyor.

 

Zira ilk turda AKP’yi uyaran seçmen, bu sefer devirmeci cepheye muazzam bir ders vermiş oldu. Yüzde 8 küsur gitmişti; neredeyse tamı tamına yüzde 8 geri geldi. 7 Haziran’da anti-AKP’ciler zafer çığlıkları atarken, Türkiye’nin önünde bir uçurum açıldı. Önce “restorasyon” uğrunda bir “yüzde 60’lık blok” özlemi devreye sokuldu. Bu uğurda HDP’nin MHP’yle yanyana gelmesi dahi istendi. İkinci aşamada, tek tek ve birlikte bütün muhalefet partileri ya baştan ve kökten, ya zaman içinde, AKP ile koalisyonu reddetti. AK Parti’nin nihaî çöküşüne gitmekte olduğu havası yayılmaya çalışıldı. Bu arada PKK “yeni devrimci halk savaşı”nı başlattı. Güvenlik güçlerinden ve sivil halktan birkaç yüz insan öldürdü. Bu bile “Erdoğan’ın tekrar mutlak çoğunluk sağlamak için başlattığı savaş” olarak lanse edildi. HDP’nin en yüksek oy aldığı yerlerde, YPG-H’nin “asayiş” gücüne dayalı “özyönetim” ilânları başladı. Aynı sıralarda dış kuşatma da doruğa ulaştı. Batının en ciddî bazı gazeteleri, bazen özel muhabirler yollayarak, bazen yerel (ve tabii solcu) kadroları aracılığıyla, bu “özyönetim”leri ve şehir gerillasını göklere çıkardı. PKK’lı gençlerin “haklı” öfkesini, kararlılığını, örgütlülüğünü öve öve bitiremedi. Hazırlıkları aşılmaz ve yenilmez gibi sunuldu. Hendeklerin ardında başladığı rivayet edilen “yeni hayat” bir halk cenneti gibi terennüm edildi. Bazı Türk solcuları (öğretim üyeleri dahil) Özgür Gündem’e “haklı şiddet”I öven anakronistik, çağını şaşırmış yazılar döşenmeye koyuldu. Bir noktada polis ve özel harekât, bu “özyönetim” bölgelerine (yeri gelmişken belirtelim ki ordudan minimal destekle) girmeye başladı. Serbestiyet’te Abdullah Kıran’ın işaret ettiği açık katliam dâvetine icabet edilmedi. Bunun için, orantısız değil, belki tam tersine eksik güç kullanıldı. Çatışma oldu, katliam olmadı. Buna rağmen Demirtaş ve ekibi “tankla, topla” gelen “katliam”ları dilinden düşürmedi — ve şimdi, seçim sonrasında da aynı havada; ama hani, nerede? Derken Diyarbakır ve Suruç’un üzerine Ankara’daki bombalama geldi. Demirtaş bu sefer “katilsiniz, alçaksınız, her yerinize kan sıçramıştır” nutukları attı. İş “Beyaz Toros”lara geldiğinde, AKP’yi bu sefer JİTEM’in faili meçhullerini, adam kaçırıp işkenceye götürmelerini “daha lüks arabalar”la sürdürüyor olmakla suçladı. Yalanın tırmandırdıkça inandırıcılığı yitirdi (ama farkketmedi ve/ya geri dönemedi). Bir başka gelişme ekseninde, PKK ve HDP seçimlere katılmak ile boykot etmek arasında belki birkaç defa gitti geldi. Bu olasılığın ön hazırlığı olarak, “Erdoğan bu sefer de seçimleri yaptırmayacak, yapılsa bile seçim olmayacak” iddiası dillendirildi. Sol web sitelerinde cumhurbaşkanı kastedilerek “güzellikle gitmezse ne yapmalı” yazıları artış gösterdi. Uluslararası kamuoyuna yönelik “işte görüyorsunuz, Türkiye yönetilemiyor” mesajları da tırmanış kaydetti. İlk defa, “çökmüş devlet” (failed state) ifadeleri kullanılmaya başladı. Bundan neredeyse bir kesinlik olarak söz eden ilk makale Asia Times Online’da çıktı. Hemen aynı anda, Türkiyeli 100 öğretim üyesinin imzasıyla Merkel’den gelmemesini isteyen, gelmesinin ise yerel siyasete karışıp Erdoğan’a ve AKP’ye destek vermek demek olacağını öne süren bir bildiri yayınlandı. Ardından, ülke içi ve dışından 200’e yakın öğretim üyesi ve aydının imzasıyla bir şikkâyet bildirisi daha piyasaya sürüldü. (i) Ankara katliamında devletin parmağı olduğuna dair “ciddî” iddiaların BM bünyesindeki bağımsız komisyonlarca soruşturulması; (ii) bütün dünya ülkelerinin Türkiye’yle ilişkilerini gözden geçirmeleri; (iii) “otoriter ve gayrimeşru” (italikler benim) bir rejime karşı “direnen Türkiye halklarına” (= PKK’nın savaşına) herkkesin destek vermesi; (iv) özgür ve hiesiz olmayacağı imâ edilen seçimler için de uluslararası bir denetim sağlanması… istendi. Açıkçası, kriz, demokrasisizlik, yönetilemezlik ve dış müdahale propagandası son âna kadar sürdürüldü ve böyle uç noktalara vardırıldı.

 

Peki, ne oldu şimdi? Neresindeyiz, bütün bu dezenformasyonun, bu bilgi ve tahlil kirliliği yığışmasının? Demokrasi işledi. Neredeyse sıfır problemli bir seçim yapıldı. Katılım olağanüstü yüksek oldu ve yüzde 86’ya ulaştı. Hile karıştı diyen tek bir yorum göremiyorum (Pazartesi saat 11:30 itibariyle). Oynak bir seçmen kesimi, AKP’nin iktidar olamamasının barış ve istikrar açısından ne ağır sonuçları olabileceğini, zira muhalefetin yıkıcılık dışında hiçbir şey vaat etmediğini, şu beş ay boyunca kendi tecrübesiyle görüp anladı. Bu yüzden, 7 Haziran’da AKP’den giden oylar sadece MHP’den değil, ısrarla “geri gelmez” denen (örn. Bekir Ağırdır) HDP’den de geri geldi. MHP 39, HDP 21 koltuk kaybetti. AKP ise bu 60 milletvekilliğinin neredeyse tamamını (58’ini) alarak 358’den 316’ya çıktı. Hem oy oranı, hem milletvekili sayısı açısından esas itibariyle 2011 düzeyine ulaştı.

 

Her şey bir yana, ahlâkî açıdan iyi oldu. Doğrusu pek ummuyordum ama, sonunda hak yerini buldu. Gerisini ayrıca konuşalım.    

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik