Mısır’da 3 Temmuz 2013 darbesinden sonra tutuklanan Mursi idam cezası aldı. Halkın yarısının oylarıyla seçilmiş cumhurbaşkanı, daha politikalarını tam olarak ortaya koyamadan, ağır suçlamalara muhatap oldu. Hakkındaki iddialar kendi programını farklı kesimlere kabul ettirmeye çalışmak, İhvan adlı bir cemaatten talimat almak, ülkeyi otoriter bir rejime doğru götürmek.
Yıllardır Hüsnü Mübarek’in demir yumruğu altında yaşayan aydınların 25 Ocak 2011’de başlayan halk ayaklanmasıyla özgürleşmeleri, seçilen ilk cumhurbaşkanına da muhalefet edebilmeleri çok ironik aslında. Başlangıçta bu iddiaları destekleyen kimi liberaller, Arap milliyetçileri ve solcular otoriterliğin ne olduğunu bir kez daha yaşıyorlar şimdi. Tahrir ve Adeviye meydanlarında ve birçok şehirde binlerce insanın üzerine ateş açıldı, üniversite öğrencileri idam edildi, sabah namazı esnasında bile katledildi baskılara itiraz edenler.
Muhammed Mursi’nin Gazze’de Hamas ile iletişim içinde olması da bir diğer suçlama. Hamas da Filistin’de seçimi kazanmış bir parti ve komşuların ilişkisi gayet doğal. Belli ki sürekli gözlük takan General Sisi, İsrail’in gözleriyle bakıyor ülkesine ve dünyaya. Yönetimi ele geçirince ilk iş refah kapısını kapatarak Filistin halkının feryatlarına kulak tıkadı.
Bu arada ülke dışında yaşayan Yusuf el Kardavi’nin de idam cezası alması hiç hayra alamet değil, darbelere karşı duran herkes özellikle de alimler hedefleniyor.
Seçilmiş ilk cumhurbaşkanının devrilmesi Türkiye’nin geçtiği süreçleri hatırlatıyor ister istemez. Ne yazık ki kimsenin tecrübesi kimseye yaramıyor.
İdam kararları dünyada yine ‘derin endişe duyduk, izliyoruz, üzgünüz’ gibi timsah gözyaşları ifadeleriyle karşılandı. Her zamanki gibi stratejik ve ekonomik çıkarlar, İslami eğilimleri olan elitlere düşmanlık insanlık onurunun önüne geçti.
İnsan hakları İzleme Örgütü (HRW), kararı maskaralık olarak değerlendirerek idam cezası alanların yeniden yargılanıp serbest bırakılmasını talep etti de bir insan sesi duyuldu Türkiye’nin sesinden başka.
Mursi, İhvan ikliminde yetişmiş biri. Bu gizli kapaklı bir şey değil, sonuçta herkes bir inanç ve kültür zemininden gelir, önemli olan yöneticilerin toplum kesimlerine eşitsizlik ve adaletsizlik yaşatmamak için azami gayreti göstermesi. Mursi iddia edildiği gibi bu yönde bir zafiyet göstermişse misal, kıyasıya eleştirilir, tartışılır, yazılır çizilir, bir dahaki seçimde oy kaybına uğrar vs. Darbeyi gerekçelendirmek, övmek, haklı bulmak ahlaki bir problem ve vahim sonuçları Türkiye’de fazlasıyla yaşandı, yaşanıyor.
Peki nedir Mursi’nin mensubu olmakla suçlandığı, terör örgütü diye ilan edilip kapatılan İhvan’ın fikriyatı?
İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler), Hasan el Benna (1906-1949) ve arkadaşları tarafından kuruldu. 1882’ de başlayan İngiliz işgali 1922’ de tek taraflı bağımsızlık ilanıyla son bulmuştu görünüşte ama fiili durum değişmemiş, hükümranlık yerli işbirlikçilere devredilmişti sadece.
Benna esaret ve işgal günlerinde geçirmiş ilk gençliğini. Sağlam bir dini eğitimin ardından üniversite eğitimi de görmüş ve kendini özellikle İslamın temel esasları üzerine yetiştirmişti. Kuzey Mısır’da Süveyş Kanalı kıyısındaki İsmailiye kentine öğretmen olarak atandığında gördü ki bu güzel sahil şehrinde İngiliz ordu karargâhı ve İngilizce eğitim veren Hıristiyan okulu her şeyin üzerinde. Şehirde Mısırlıların giremediği sadece İngilizlere ait mıntıkalar var. Bu durumda Benna’ya göre inanan her insanın gözünden yaş gelmemesi imkânsızdı. Sevdiği Cami caddesinin adı değiştirilmiş, Rişar adı verilmişti. İngilizler varlıklı Mısır halkı ise yoksuldu. “Bu durum karşısında sorumluluk duyan bir genç olarak ölmeyi yaşamaktan daha çok arzu ediyordum” der bir konuşmasında.
Sonunda mücadele etmeden özgürlüğün gelmeyeceğine inanan birkaç arkadaşıyla birlikte 1928’de İhvan’ı kurar. Beyannamenin başlangıcında yeni kurulan cemiyet “sınırlı fakat yeryüzünün atmosferinden daha geniş, bütün şahsi arzulardan uzak” olarak tarif edilir.
Camilerde ve salonlarda yaptığı konuşmalarda hükümeti ve İngiliz ordusunu sert bir dille eleştirmeye başlar Benna. Belli bir güce erişip seslerini duyurmaya başladıklarında ABD ve İngilizlerin de baskısıyla bütün arkadaşları tutuklanır kendisi ise alıkonur ve zamanın yöneticisi Kral Faruk’un sarayında baskılara maruz kalır, bu çalışmalardan vazgeçtiği takdirde hükümette bakan olarak görev alacağı söylenir. Reddedince de 1948’de öldürülür.
İhvan ilk kez kapatılmıyor, tarihi nice çalkantılarla dolu. Halk bir yolunu bulup onu tekrar açıyor. Seyyid Kutub’un bir makalesinde yazdığı gibi zalimler geç kalmıştı, Hasan el Benna’nın kurduğu yapı artık yıkılma eşiğini geçmiş, sağlam bir mefkûreye dönüşmüştü.
Hiçbir şekilde silahı şiddeti ve gösterileri tercih etmeyen, en büyük güç olarak ahlaki gücü önceleyen bu hareketin içinden önemli insanlar yetişti; Seyyid Kutub, Muhammed Kutub, Zeynep Gazali, Emine Kutub, Abdulkadir Udeh, Ahmet Neccar, Ebul Hasan en Nedvi, Said Ramazan, Yusuf el Kardavi ve daha nice önderler.
Hepsinin ortak görüşüne göre mezhep imamları arasında görülen farklı görüşler dinde bir ayrılma ve bölünmeye sebep teşkil edemezdi. İhtilaflı meselelerde ilmi araştırmalar yapılmalı ama bu kin ve düşmanlığa yol açmadan taassuptan uzak olmalı. Dini saha ile akli saha görüş ayrılığına düştüğünde zanna dayanan delil kesin olan delile uygun şekilde yorumlanırdı mesele.
Haftada bir gün toplanan üyeler için zorunlu kılınan sekiz şey vardı. Kültür dersleri düzenlemek müzeleri gezmek, ay ışığında yürüyüşe çıkmak, spor yapmak, dağ ve ova yürüyüşleri yapmak, bisiklete binmek, nehir veya denizde yüzmek, haftada bir gün oruç tutmak, haftada bir gün gece zikir ve dua ile meşgul olup sabah namazını topluca bir camide kılmak.
Peki, cihad bu hareketin içinde nasıl yer buluyor? Allah cihadı düşmanlık yapılması ya da şahsi menfaatlerin peşinden gidilmesi için değil, barışın ve hidayetin korunması için emretmişti. “Sakın bir kavme olan düşmanlığınız sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adaletle hükmedin, zira adalet takvaya daha yakındır” deniliyor Maide 8. Ayette.
Benna ölümü bir sanat olarak tarif ediyor ve ölümün de yaşamın da şereflisinin arzu edilmesini istiyordu. Atalarının bir olmasından dolayı bütün insanları kardeş kabul eden dava, insanlığın ortak davasıydı ve insanlar takva ve iyilikten başka bir nedenle diğerinden üstün olmazdı. Kibir enaniyeti getirir, enaniyet de itimadı ortadan kaldırırdı. İnsanlar kardeşlik bayrağı altında birbirlerini iyi bir kalple tanımaya çalışmadıkça huzur olmazdı yeryüzünde. Bu noktada “ırkçılık davası güden bizden değildir, ırk için ölen de bizden değildir” diyerek yanlış yönelimlerin üstünü çiziyordu Peygamberimiz.
İslamın temel insani hedeflerini barışçıl bir yolla duyurmak, yaşam biçimini özgürce kurmak isteyen Müslüman tipi, savaşı, şiddeti, silahı tercih eden gruplardan daha düşmanca karşılanıyor Batı’daki siyasi mahfillerde.
Çocukluğundan itibaren “bir mum sönünce ışığı nereye gider” sorusunun peşine takılan, “sizi rahatsız etmeye geldim” diyerek cari din anlayışlarını, Batı felsefesinin çıkmazlarını sorgulayan Ali Şeriati (1933-1977) Londra’da öldürüldü.
Filistin davasını eşsiz Hanzala tiplemesiyle dünyaya duyurmaya çalışan, insanlığın utancını Hanzala’nın gözünden bize göstermek için kırk bin karikatür çizen Naci el Ali (1937-1987) yine sürgün olduğu Londra’da öldürüldü. Hasan el Benna Kahire’de vuruldu. Yafa’da doğup evlerinden çıkarılmış olan Raci el Faruki (1921-1986) ve eşi Lamia el Faruki (1926-1986) birlikte çok güzel kültürel çalışmalara imza atıyorlar, İslam medeniyetinin meş’alesini taşıyorlardı. İslam Kültür Atlası mesela, çok kıymetli bir eser sanatla ilgilensin ya da ilgilenmesin her insan için. Pensilvanya’daki evlerinde öldürüldüler. Zikredilen isimler ilk anda akla gelenler, öyle çok ki sayı…
Bu şehitler İslamı gerçekten hakkıyla temsil edebilen, İslamın insanlığa yönelik iddiasını imkânını taşıyabilen insanlar ve kendine uygar diyen dünyanın yönetici elitleri bu profilden hoşlanmıyor, çünkü medeniyetler çatışması hissiyatından çıkamıyorlar uzun yıllardır. Seçilmiş bir yönetici olarak Mursi’nin idamına bu kadar kayıtsız kalmak insanlık onurunun, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin, Birleşmiş Milletler’in çoktan çökmüş olmasından başka ne ile açıklanabilir?
Ortadoğu’da hâlâ ana tercihler şiddet döngüsünden yana. Batı’da ve Doğu’daki bu akıl ve vicdan tutulması nereye kadar bakalım.