Parti kapattırma sevdası
11 Ocak 2019
Partiler anayasal demokratik düzenin vazgeçilmez unsurlarıdır… denir; ama ülkemiz kapatılan siyasi partiler mezarlığı durumundadır.
Ancak siyaset yine de kendi yolunda yürümeyi sürdürür. Kapatılan partilerin yerini, aynı çizgide yenileri alır.
Bu kısır döngü, demokrasimizi örseleyerek devam eder gider.
Olağan dönemlerde savcılar, Anayasanın yasaklarla ilgili hükümlerinden biri ya da birkaçını ileri sürüp dâvâ açardı. Anayasa Mahkemesi de dosya üzerinden görüşerek partileri kapatırdı.
Her parti bir gün kapatılmayı yaşardı
Ömrümüz askeri darbe ve muhtıralarla geçti. Böyle dönemlerde aşağı yukarı bütün partiler aynı akıbete uğradı. Sıkıyönetim komutanlıkları partilerin faaliyetini durdurdu; sıkıyönetim mahkemeleri de işlemi tamamlayarak partileri kapattı.
Daha sonra devreye Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) girdi; böylece parti kapatmalar aralıksız sürdü.
Mesele parti kapatmakla da bitmedi. Genel başkanlar, merkez yöneticileri, kurucular, il ve ilçe yöneticileri ve hattâ rastgele üyeler yıllar boyu cezaevlerinde kaldı.
Her ideolojik ve siyasal gelenek bundan payını aldı dediysek de, topun ağzında olanlar daima ve ağırlıkla sol, sosyalist, inanç ve etnik temelli partiler oldu.
Şaşırtan olay
Devletin partileri kapatması, son yıllarda yapılan yasa ve Anayasa değişiklikleriyle eskisine nazaran epeyce zorlaştırılmışken, şimdiye kadar olmayan bir şey gerçekleşti: Bir siyasi parti başka bir siyasi partiyi kapattırmak için Yargıtaya baş vurdu.
Kapattırmak için uğraşan ne iktidar, ne de ana muhalefet partisi. Kayda değer bir seçmen desteği olmayan, küçük bir fraksiyon partisi bu işe kafayı takmış durumda.
Önceki yıllarda kendi siyasal geleneğinin partileri de kapatılmış olan bu örgüt, gözüne kestirdiği diğer partiyi kapattırmak için daha önce ardarda tam üç kez Cumhuriyet Savcılığı’na başvurdu.
Kapatılması talep edilen parti, zaten bugüne kadar kurmuş oldukları partilerin hemen hepsi muhtelif gerekçelerle kapatılan; başkan, yönetici ve üyeleri ağır cezalara çarptırılan, gün yüzü görmeyen bir siyasal geleneğin partisi: Altı milyonu aşan oyuyla ve TBMM’deki 60’a yakın milletvekiliyle Türkiye’nin üçüncü büyük partisinden, Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) söz ediyorum; diğer bir ifadeyle, adı, ülkenin en ağır sorunuyla birlikte anılan partiden…
HDP’yi kapattırmak için uğraşan Vatan Partisi’nin (VP) dayandığı siyasal gelenek, geride kalan yıllarda kendi partilerinin de kapatıldığını unutmuş görünüyor. Halbuki bu fraksiyonun Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP) ve Sosyalist Parti (SP) isimli iki eski partisi de bildik gerekçelerle devlet tarafından kapatılmış, yöneticileri yıllarca ceza çekmişti. Yani devlet onlara da pek ayrıcalıklı davranmamıştı.
Bu geleneğin kurduğu partiler sektirmeden bütün seçimlere giriyor ama pek mühim bir oy da alamıyor. Son partileri VP dahil, aldıkları oy hiçbir seçimde yüzde 0.5’i geçemedi.
Parlamentoda temsilcileri de yok. Buna rağmen ülkenin büyük partilerinden birinin kapatılması için olanca enerjileriyle uğraşıyorlar.
HDP’ye faul hesabı ve siyasal etik
31 Mart 2019 yerel seçimlerine giderken VP, “devletin bağımsızlığına, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğüne aykırı faaliyetlerin odağı haline geldiği” iddiasıyla HDP’nin kapatılmasını istiyor.
Anlıyoruz ki VP, HDP’nin genel başkanları ve milletvekillerinin tutuklanıp mahkûm olmasını, belediyelerine kayyım atanmasını, sayısız yönetici ve üyesinin tutuklanmasını ve bu partinin siyaseten yok farz edilmesini dahi yeterli bulmuyor. Bölge halkının desteğinin halen sürdüğünü düşünerek seçim sonuçlarından derin endişe duyuyor. Bu yüzden illâ kapısına kilit vurulmasını istiyor. Ona gönül veren Kürt seçmenleri, partilerin demokrasilerdeki vazgeçilmez yerini, çoğulculuğu, tarihten devraldığımız toplumsal mozaiği… hiç mi hiç umursamıyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) döneminde çıkarılan bir kanunla, partiler bariz terör odağı haline gelmedikçe kapatılamıyor. Yalnızca ilgili eylemden sorumlu yöneticilerin ceza alması öngörülüyor.
VP gibi bir partinin HDP’yi eleştirmesinde, demokratik siyasetin olağan ölçüleri bakımından bir sorun yok. Her parti kendi görüş zaviyesinden diğerlerini eleştirebilir ve onlarla rekabete girebilir.
Ama büyük bir seçmen topluluğunun partisini özel bir gayretle kapattırıp seçime öyle gitmeye çalışmak, olağan demokratik ahlâkın kaldıracağı şey değil. Bir partinin ortaya çıkıp, seçime, 6 milyon oy alan başka bir partinin kapatılarak gidilmesini istemesi, talep sahibi ve üstelik solcu olduğunu iddia eden siyasi parti için üzüntü verici bir durum.
Yakın tarih neler söylüyor?
Yazımı, partiler arası mücadele ve rekabette siyasal zarafet örneği sayılabilecek, 1990’larda yaşanmış bir olayı anlatarak noktalamak istiyorum.
Ülkemiz o sırada büyük acılar yaşıyordu. PKK’nın silâhlı eylem ve baskınları, devlet kaynaklı “faili meçhul”ler, köy ve kent yakma ve yıkmalar herkesi derin endişelere sevk ediyordu. Gazetecilerin vurulduğu, işadamlarının öldürülüp cesetlerinin oraya buraya atıldığı, ölüm listelerinin havalarda uçuştuğu karanlık yıllardı.
Ülkenin ilk yasal komünist partisi olan Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP), programında yer alan bir madde nedeniyle Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştı. Kapatmaya gerekçe olarak gösterilen madde şöyleydi: ”Kürt sorunu ancak bir süreç içinde çözülebilir. Bugün öncelikle Kürtler üzerindeki politik ve askeri baskıya son verilmeli, Kürt yurttaşların can güvenliği sağlanmalı, olağanüstü hal durumuna son verilmeli, korucu sistemi dağıtılmalı, Kürt dili ve kültürü üzerindeki yasaklar kalkmalı, sorun özgürce tartışılabilmelidir. Anayasada Kürtlerin varlığı tanınmalıdır.”
VP’nin o zamanki öncülü SP’yi kapatmak için de dâvâ açılmıştı. Parti programının Kürt sorununun çözümüyle ilgili “Demokratik Federal Emekçi Cumhuriyeti” başlıklı bölümünde, ”Kürt Milleti, kendi kaderini tayin hakkına kayıtsız şartsız sahiptir. Eğer isterse ayrı devlet kurabilir. Emekçilerin çıkarı, demokratik bir halk devrimiyle tam hak eşitliği ve özgürlük temelinde, gönüllü birliği gerçekleştirmededir. Ayrılma hakkı, gönüllü birliğin her zaman vazgeçilmez koşuludur” dendiği için kapatılmak isteniyordu.
Kürt yurttaşların ilk partisi olan Halkın Emek Partisi’nin de (HEP) kapatılması için dâvâ açılması yönünde cumhuriyet savcılıklarında hummalı bir çalışma başlatıldığı yönünde haberler duyuluyordu.
Parti var… parti var!
Bunun üzerine, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin ünlü hocası ve eski TİP milletvekili merhum Prof. Dr. Sadun Aren’in genel başkanlığını yaptığı Sosyalist Birlik Partisi’nin (SBP) İstanbul İl Örgütü, 10 Mart 1992’de bir karar alarak “Henüz vakit varken barışa bir şans” sloganıyla bir kampanya başlattı.
Aren’in liderliğindeki SBP, TBKP ve SP’nin program ve görüşlerini benimsemese bile, kapatılma girişimlerine karşı çıktı. Onların, düşüncelerini ifade etme hak ve özgürlüklerini savundu.
Devletin bu partileri kapatma tavrına karşı çıkmak adına SBP İstanbul İl Başkanlığı, bu iki partinin kapatılmaya gerekçe gösterilen program bölümlerini olduğu gibi kendi karar defterine aktardı.
Aldığı bu kararı, yönetici ve üyelerinin imzasıyla Anayasa Mahkemesi, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı, TBMM Başkanlığı ve Cumhuriyet Başsavcılığı ile Mecliste bulunan siyasi partilerin genel başkanlarına gönderdi.
SBP, partilerin kapatılmasına karşı çıkıp, “düşünce özgürlüğünün gereğini yerine getirmek bir suçsa, o zaman bizi de yargılayın” dedi.
Evet, partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Ama hakikaten parti var… parti var!