Türkiye'deki “akademik ve entelektüel arkaplanı olan siyasetçi örnekleri”ne baktığımızda, bu arkaplanın genelde bu kişilere (ve ülkeye) olumlu katkı yapmadığını görebiliyoruz. Sorun; “entelektüel arkaplanlı olmanın, gereksiz (veya zararlı) oluşu”yla değil, “bizim toplumdaki entelektüel görünümlü siyasi kimliklerin, sadece şekilsel anlamda entelektüel/akademik oluşu”yla ilgili bence…
Evet, önümüzdeki gerçeklikten, “liderlikte, akademik/entelektüel profile gerek olmaması” sonucunu çıkartmıyorum. Evet, önümüzdeki olumsuz örnekler, beni “eğitimsizler tarafından yönetilmek daha iyi” noktasına getirmiyor. “Eğitimli cehaletin iktidarı”na ne kadar karşıysam, “düz cehaletin iktidarı”na da o kadar karşıyım.
“İçi doldurulamamış, pratikte iflas etmiş entelektüellik(?)” (aslında yeniden “eğitimli cehalet” de diyebilirdim, ama bu cümlede biraz daha kibar olmayı seçiyorum) örneklerine geçersek…
En güncel ve tipik örnek Davutoğlu… Davutoğlu'nun kaderi, aslında tüm yakın Türkiye tarihini anlatıyor… Ama bu yazı bir Davutoğlu yazısı değil, o nedenle diğer örneklere geçiyorum. Ekmeleddin İhsanoğlu'nun yabancı dilleri, Devlet Bahçeli'nin ekonomistliği, Doğu Perinçek'in hukukçuluğu, Tansu Çiller'in akademisyenliği, Deniz Baykal'ın hiç fena görünmeyen cv'si ve “prezantabl” oluşu, Ecevit'in “Robert Kolejliliği” ve şiir çevirmeni oluşu… Bunlar bize ne kattı? Sanırım koca bir HİÇ…
İyi eğitimli (?) ve mağrur Anadolu çocuklarının hayalciliği de, iyi eğitimli (?) ve şımarık İstanbul çocuklarının züppeliği de, Ecevit gibi (İstanbullu olmakla birlikte) “ara-örnek” sayılabilecek kişilerdeki “romantik-isyankarlık” da… Hepsi, aynı “hiçlik” duvarında patlayıp iflas etti…
Bu noktada laik-muhafazakar ayrımı yapmayı da gerekli bulmuyorum, “içi doldurulamamış şekilsel eğitimin” her iki tarafa da aynı oranda darbe vurduğunu düşünüyorum.
Şunu da ekleyeyim: Saydığım (ve benzeri) insanların bazılarının siyasetimize kattığı olumlu değerler belki varsa bile; bunların da, onların entelektüel/akademik olmayan taraflarından kaynaklı olduğunu söylemek mümkün. Mesela Devlet Bahçeli akademisyen tarafını unutup sokak ülkücüsü şiirselliğinde konuşabildiğinde daha etkili olabiliyor. (Gerçi ben kendimi o durumda da Bahçeli'ye yakın hissedemiyorum, bu da ayrı konu…)
Bütün bu örnekleri incelediğimizde; “entelektüel donanım”ın, olumlu bir etki yapmak şöyle dursun, genelde hayalciliği, hırsı, öfkeyi, fanatizmi, abartma eğilimini, benmerkezciliği arttırdığı, yani siyaset arenasına tam bir “eğitimli cehalet” getirdiği izlenimi oluşabiliyor. Eğitimle orantılı olarak mantıksızlığın da arttığı izlenimi oluşabiliyor.
“Dış politika uzmanı”nın en çok dış politika konusunda saçmalayabildiğini, ekonomi doktorası yapmış siyasetçinin “ekonomi” sözcüğünü yanlış telaffuz edebildiğini, “en eğitimli ve vizyonlu milliyetçi” olarak sunulan Ekmeleddin İhsanoğlu'nun İstiklal Marşı'yla Çanakkale şehitleri şiirini karıştırabildiğini ve bunlar gibi türlü türlü ironik olayı defalarca yaşayıp gördük. Tabii bu sorunsalın sadece siyasetçileri değil, gazetecileri ve başka birçok meslek grubunu da kapsadığını unutmayalım.
Oysa ki, “iyi teori”, beraberinde “iyi pratik” de getirebilmeli… Normal olan, teori ne kadar iyiyse, pratiğin de o kadar iyi; teori ne kadar kötüyse, pratiğin de o kadar kötü olmasıdır.
“Sözde iyi eğitim”in alternatifi, “açık cehalet” olmak zorunda değil… “Gereksiz akademik jargon”un ve “gereksiz tarihsel nutuklar”ın alternatifi, “sokak ağzı hitap” olmak zorunda değil… “Eğitimini gerçekten özümseyebilmiş, içselleştirebilmiş yeni bir insan tipi”ne ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Aslında bu yazıyı “ihtiyaç duyulan yeni insan tipinin duyurusunu yaparak bitirmeyi” de istemezdim. Böyle törensel şeyleri normalde sevmem.
Ama gerçekten yeni bir insan tipine ihtiyacımız var, bu açık: Ne “eğitimiyle övünen-aşırı egolu-aşırı heyecanlı-aşırı teorisyen”, ne de “cehaletiyle övünen-aşırı egolu-aşırı heyecanlı-aşırı pratisyen”… Teori ile pratik arasında sessiz bir denge kurabilen, teori ve pratiğin birbirini sessizce tamamlayan değerler olduğunun farkında olabilen…
Konunun kapsam ve karmaşıklığı ortada, tek bir yazıyla halledilemeyeceği de ortada, şimdilik söyleyebileceklerim bu kadar…
Son olarak şunu ekleyeyim: Her siyasi partinin kendi kadrosundaki “iyi eğitimli”leri parlatıp, diğer partilerdeki “iyi eğitimli”lerle dalga geçmesini de, ayrıca sorunlu buluyorum. Bu konu ile hep birlikte hesaplaşmak zorundayız. Kesinlikle partilerüstü bir sorun olarak hepimizin hayatında var olan “eğitimi içselleştirememe sorunu”nu, hep birlikte aşmak zorundayız.