Çok savururuz şu sinirli cümleyi: “Türkiye’de istifa müessesesi işlemez”… Sonra; bir kazanın ardından intihar eden Japon mühendisten başlar, sekreterinin yolsuzluğundan sorumluluk duyup istifa eden Alman Bakan’ın erdeminden çıkarız.
Yanlışın sorumluluğunu üstlenmek; davranışımızın sonuçlarıyla dürüstçe yüzleşmek… İstenen budur değil mi?
Peki, bu şikâyetin altında “sivil bir kibir” de fark etmiyor musunuz? Sorumluluğu hep dışında aramak, sadece siyasilere ve bürokrasiye ait bir gelenek mi bu ülkede? Ezici çoğunluğumuzun kişiliklerine rengini veren bir kültürel koddan söz ediyor olabilir miyiz?
Aslında bu yazı “siyaset” dışından yürüyüp gidebilir. Günlük hayatımızın içinde cirit atan sayısız örnekleri sorgulayabilir.
Fakat bana bu soruyu şimdi sordurtan şey, darbe girişiminden sonra, bazı muhalif insanların “Biz haklıydık. Bu felaketin bütün sorumluluğu sizde. Bizim hiçbir suçumuz yok” temalı bağırışlarıdır.
* * *
İçeriğine birazdan gireceğim. Ama önce şunu soruyorum kendime: Yaşanılan bir travmadan; birçok can yakarak uçurumun kenarından dönülen bir felaketten hemen sonra; aslında tehlikenin geçip geçmediği bile henüz belirsizken, bir insanın aklına ilk ve en kuvvetli gelen sözler nasıl bunlar olabilir?
Nasıl bir kişilik özelliğidir bu; üzerinde düşünmeye değmez mi?
Üstelik suçlananlar ne kadar hatalı olurlarsa olsunlar; canlarını ortaya koymuş, sokaklara çıkmış, tehlikeyi hayatlarını kaybederek püskürtmüş olanlardır. Her şeyi bir yana bırakalım bir parça insani nezaketten payını almış; yüreğinde tırnak kadar acı paylaşma duygusu taşıyan; azıcık minnet, şükran duyabilmeyi öğrenmiş bir insanın aklına ilk nasıl, kendisini kurtarana dönüp “ben demiştim, dinlemedin, ben değil sen suçlusun” diye bağırmak gelir?
Elbette bu muhasebenin de zamanı olacaktır. Fakat hemen bir gün sonra, koyu bir düşmanlık duygusuyla, darbeyi önlemiş insanlara parmak sallamakla; darbe karşısında aynı safta olanların eleştirisi arasındaki farkı da hepimiz tanırız kuşkusuz.