Çanakkale savaşında şehit düşen kimi askerlerin künyelerinde Halep Şam Rakka Hama Humus yazdığını biliriz. Bu künyeler aslında aramızda sınırlar olsa da Suriye halkına neden kayıtsız kalamayacağımızın ve nasıl ortak kader birliği içinde olduğumuzun en büyük kanıtı.
Beşinci yılına giren iç savaşta Rusya’nın da bombalamaya başlamasıyla birlikte insanlık krizi vahim bir boyut kazandı. Muhaliflerin denetimindeki bölgelerde İdlib, Halep kent merkezleri, Şam Hama Humus, Dera Lazkiye kırsalı ekim ayından beri Rusya tarafından bombalanıyor.
Reyhanlı sınırındaki Atme Mülteci Kampına 70 bin kişi daha ulaşmış. Dağlara taşlara kurulan çadırlar yeterli olmadığından hala dışarıda yatanlar var. El Cezire’nin haberine göre yağışlar yüzünden herkes çamur içinde yaşıyor ve salgın hastalıklar baş göstermeye başladı özellikle çocuklar arasında.
Geçen hafta yönetmenliğini Emre Karapınar’ın yaptığı yapımcılığını ise İnsani Yardım Vakfı’nın üstlendiği "Rağmen" belgeseli gitmenin de kalmanın da bedelini ortaya koyuyor. Halep’in kenar mahallerinden birinde ıssızlığın ve yalnızlığın ortasında dört küçük çocuğuyla yaşam mücadelesi veren bir kadın mesela. Ulaşım için olduğunu düşündükleri ve geçerken ilgiyle baktıkları uçakların günün birinde onlara bu korkunç acıları yaşatacağını hiç düşünmemiş.
Kocası öldürülen yeğenini kazdığı mezara defnedecekken vurulmuş. Çocuklar babalarının ölümünden sonra korku duvarını aşmışlar, saklanmayı da bırakmışlar artık, bomba seslerinin arasında metruk şehrin paslanmış salıncağına biniyorlar, anneleri ise su ekmek ve temiz hava peşinde. Mültecilerin yaşadıkları sıkıntıları bildiğinden bombalara razıyım ben, kimseye sığınmak istemiyorum diyor.
Halepli anneye göre sadece evler aileler bedenler değil asıl zihinler yerle bir oldu. Çocukların oyunları şiddet dolu, bir başka Halep sakini ise oyuncak olarak artık füze ve kurşun kapsüllerinin dolaşımda olduğundan bahsediyor.
Yapayalnız bir delikanlı yıkılmış bir evin içinde. Babasının şehit edilmesinden sonra döndüğü evlerinde onun besleyip büyüttüğü konuştuğu güvercinlerin paramparça görüntüleriyle kahrolmuş. Evi onarmaktan sağlam bir köşesine sığınmaktan söz ediyor. Akşam yatarken sabaha sağ uyanıp uyanamayacaklarını bilmediklerini söyleyen ama eski mahallemiz tekrar varolacak şehrimiz bir yerden başlayıp yeşerecek umudunu kaybetmeyen insanlar.
Sonra evinin önünde otururken füze düşmesi sonucu etrafa dağılan parçalarla bir anda iki bacağını kaybeden adam. Takma bacaklarıyla evini onarmak için harekete geçmiş ve eski günlerine dönene kadar mücadele edeceğini hayata tutunacağını bildiriyor. Yakınımızdaki El Maara’ya dün iki varil bombası atıldı derken mütevekkil.
Halep’i tanımak imkansız. Taş devrine dönmüş güzelim şehir. Defalarca gittiğim, hüzünlü sarı rengine meftun olduğum, Unesco tarafından dünya kültür mirası ilan edilen şehir sanki Nuh Tufanından geçmiş, insanın insana yapabileceklerine dair muhayyileyi fazlasıyla aşıyor yaşananlar. Yol diye bir şey kalmamış, göz yaşları kurumuş olan şehrin yıkıntıları arasında birkaç motosiklet dolanıyor, biri de bizim iki bacağı birden takma olan kahramanımıza ait.
Belgeselde müziğinden kamerasına kadar her şey çok iyi. Fakat gönül isterdi ki sosyal alanlara, sivil örgütlere, savaşın sebepleri sonuçları kanaat önderi olan insanların mülahazaları üzerine daha çok bilgi edinebilelim. Bu çalışmanın güzel bir ilk olduğunu daha kapsamlı çalışmalarla devam edeceğini düşünüyorum.
Bir de dünyanın dört yanına dağılan göçen mülteciler var. El Cezire Türk’te Ayşe Karabat, Sümeyye Ertekin ve Güray Ervin’in Türkiye’deki Suriyeliler çalışmasına bakarsak mimar mühendis öğretmen eczacı nice meslek sahibi insanlar kimliksiz işsiz ve geleceğini kurma konusunda endişeleri var.
Üç yaşındaki Adnan Assan mesela, mimarlık eğitimi yarıda kalmış annesi, tıp okuyan teyzesi ekonomist babası Halep’ten Türkiye’ye gelmiş. Bebekler hakkında merak edilen ne zaman diş çıkaracak yürüyecek konuşacak meraklarının ötesinde can yakıcı soruları var ailesinin; nerede yaşayacak tutunacak ve hangi toplumun üyesi olup hangi dili konuşacak. O Suriyeli anne babadan Türkiye’de doğmuş 200 bin çocuktan biri.
Romatoloji uzmanı doktor denkliği olmadığından işini yapamıyor, tekstil mühendisi bir kadın emlakçinin yanında çalışmaya razı olmuş cüz’i bir ücretle.
Şam’da avukatlık bürosu olan varlıklı bir adam ise yeraltında tekstil işlerinde çalışmış işçi olarak. Aldığı paranın azlığı yüzünden Güngören’den Bağcılar’a yaz kış yürümüş ailesine bakmak için. Hastalanınca bir avukatın yanına girmiş şimdilerde ama tercüman olarak.
Halep’te inşaat mühendisi olarak nice projelere imza atan bir Suriyeli İstanbul’da bir fırının muhasebesine bakıyor. Kendi işimi yapmak isterim iş bulmak isterim ama Türkiye bizi kabul etti, yardım etti daha fazla bir şey nasıl isteyebilirim ki diyor. Eşi mimar ve o da çalışamıyor.
İdlip’de hem eczanesi hem de ecza deposuyla kazandığı bütün malv arlığını kaybeden genç bir adam da 12 yıllık eczacılık birikimiyle bir akrabasının fırınında çalışıyor ve geçinemiyor. Suriye’de ekonomi okumuş Türk Suriye İşadamları derneği yöneticisi 45 yaşındaki işadamı ise hala iş bulamamış ve oldukça perişan. Kalkınma Yolu Derneği işsiz Suriyelilere iş bulmak için kurulmuş ve başvuranlar arasında mühendisler doktorlar mimarlar hemşirelerden badana boyacılara birçok meslek erbabı var.
Okula gidebilen çocukların uyum ve dil problemi, Suriye müfredatına uygun Arapça okulların ise paralı ve uzak olması bir problem fakat okulsuz kalan 400 bin çocuğu düşününce zorluklara göğüs germek daha tercih edilebilir. Okul dışı çocuklar büyük bir toplumsal travmaya dönüşmeden elbirliğiyle bir seferberlik başlatmamız gerekiyor.
Kimlik ve statü karmaşasına bir an önce son verilmesi lazım. Burada doğanlardan başlamak suretiyle artık gidecek bir ülke kısa vadede olmadığına göre vatandaşlık verilmesi gerekebilir. Sultanahmet’te Yazarlar Birliğinde açılan Arapça Kitap Fuarına gösterilen rağbeti, Suriyeli öğrencilerin öğretmenleriyle sınıflar halinde fuara gelişini görmek etkileyiciydi. Artık şehirlerimizin bir parçası Suriyeliler.