Geçen hafta İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, hak ettiği kadar ilgili çekmeyen bir karar verdi.
Başsavcılık, 31 Mart seçimlerinde usulsüzlük yaptıkları iddiasıyla, Yüksek Seçim Kurulu’nun İstanbul seçimlerini iptal ederek haklarında suç duyurusunda bulunduğu Anadolu Yakası’ndaki 10 ilçenin İlçe Seçim Kurumu müdürleri ve yedi seçim kurulu memuru hakkında “takipsizlik” kararı verdi.
YSK’nın 6 Mayıs 2019 tarihli İstanbul seçimlerini iptal kararında haklarında suç duyurusunda bulunduğu Avrupa yakasındaki İlçe Seçim Kurulu müdürleri ve memurları hakkında da benzer bir soruşturma yürütülüyor.
Ayrıca yine YSK’nın haklarında suç duyurusunda bulunduğu İlçe Seçim Kurulu başkanı olan hakimlerin soruşturmasına da HSK bakıyor.
Ama bu verilen takipsizlik kararı diğer soruşturmaların da akıbeti hakkında bir fikir veriyor. Yine de burası Türkiye, belki de İstanbul’un yerli ve milli Anadolu yakasında olmayan usulsüzlük, dış güçlere daha yakın olan Avrupa yakasında oldu denir, belli olmaz.
Bazı gazetelerde haber dahi olmayan bu kararın ne anlama geldiğini anlamak için çok gerilere değil, bundan sadece 6 ay öncesine gitmek yeterli.
2 Nisan 2019 gününe.
31 Mart seçimleri olmuş, İstanbul’da sandıkta Binali Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu başa baş çıkmış, gece Anadolu Ajansı veri akışını kesmiş, 1 Nisan günü YSK Başkanı çıkıp resmi olmayan sonuçlara göre seçimi İmamoğlu’nun kazandığını açıklamıştı.
Türkiye siyasi tarihinin en acayip kampanyası 2 Nisan günü başladı.
Çoğunu hatırlayacaksınız. Nasıl unutabilir ki Türkiye’nin üç ayı bunlarla geçti. Neler duymadık ki.
Bir kaç tanesini hatırlayalım:
“Bu meselenin arkasından farklı şeyler çıkacak. Sandık başkanlarından FETÖ’den ihraç edilen var mı? Muhtemelen bir stratejik akıl, belli kesimleri güçleri birleştirdi.”
“Karanlık ve kirli bir organizasyonla karşı karşıyayız Bu karanlık organizasyon FETÖ’yü bile aşar.”
"Biz sandık başkanları üzerinden yürütülen bir organize usulsüzlük olduğunu düşünüyoruz. Yoksa bu kadar 19 bin gibi bir rakamı dışarıdan kimse bulmayı düşünmezdi ve kimse bu kadar sandık başkanlığı yapma engeli olan birilerini sandık başkanlıklarına yerleştirmezdi. Demek ki bir tezgah var, bir organizasyon var."
“FETÖ'nün aktif rol aldığını gösteren belgeler var. Bu iş CHP’ye yarasın diye yapıldı. Usulsüzlükler kasıtlı bir şekilde yapılmıştır. Sandık başkanları üzerinden usulsüzlük var.”
“Yani şu anda bizim bu şekilde tespit ettiğimiz 2675 oydan bahsediyorum. Şu anda bunlar YSK'da sıfır olarak görülüyor. Bu işi hangi memurlar neye göre yapıyorlarsa hukuki noktada ne yapılması gerekiyorsa yakın olarak takip edeceğiz ve uygulayacağız.”
“Sandıkta darbeyi kim örgütledi. Türkiye tıpkı Gezi kalkışması, 17/25 Aralık, 15 Temmuz’da olduğu gibi 31 Mart’ta da sandık üzerinden darbeye maruz kaldı. Organize hırsızlık ve hile yöntemiyle oylar üzerinden milli, irade teslim alınmak istendi. AK Parti’ye çıkan binlerce oy birleştirme tutanakları ile YSK’nın sitesinde sıfır olarak işlendi. Kirli ittifak yürüten organize çete hile ve hırsızlıkla sandıkta millet iradesine darbe yaptı.”
“Şunu söylemem mümkün tam burada, gerçekten demokrasi tarihimizin en büyük şaibelerinden birisidir desem herhalde fazla abartmış olmam.”
“Kayıt dışı aktörler var, bu iş organize bir iş. Bu iş sadece CHP'ye gönül verenler tarafından yapılacak bir iş de değil."
“31 Mart'ta Türkiye'ye, seçimler üzerinden, açık bir darbe yapıldı. Bu, seçim hilesi ve yolsuzluk değil, çokuluslu müdahaledir. Operasyon FETÖ ve kripto PKK'lılar üzerinden yürütüldü. Ama arkasındaki akıl, 15 Temmuz aklıdır.”
“İstanbul'da seçim yolsuzluğu değil, ucu dışarılara uzanan, çok geniş bir orgütlü suç var. Planlamanın arkasındaki ağ, şebeke bir an önce ortaya çıkarılmalı. Milli Güvenlik ekseninde bir soruşturma derhal açılmalı.”
“Karşımızdaki suç örgütü sadece FETÖ'den ibaret değil. Onun legal ve illegal partnerleri de ortaya çıkacak. PKK ve diğer sol örgütleri FETÖ, Saadet ve İYİ Parti'yle birlikte CHP çatısı altında birleştiren dış kaynaklar da deşifre olur inşallah.”
Freni boşalmış, atış serbest pozisyonu almış siyasetçilerin, onlardan daha gözünü karartmış gazetecilerin “organize hırsızlık”, “sandığa darbe”, “şaibe”, “çünkü çaldılar”, “FETÖ” okları, CHP dışında bir yeri işaret ediyordu; İl ve İlçe Seçim Kurulları ve onların atadığı sandık başkanlarını. Çünkü bu iddia edilen ‘organize hırsızlıklar’ ancak seçim kurulları da ‘şebeke’nin içindeyse mümkün olabilirdi.
Hedefteki ilk isim 7 ilçede oyların yeniden sayımını, CHP’nin itirazı üzerine durduran İstanbul İl Seçimi Kurulu’nun hakime başkanı Müberra Gürdal oldu. Onun suçu, yedi ilçede oyların sayımı kararını, CHP’nin itirazı üzerine durdurmak oldu.
Önce “Sandıklardan AK Parti lehine karar çıkınca İstanbul İl Seçim Kurulu skandal bir karara imza attı. İstanbul İl Seçim Kurulu'nun aldığı sayımı durdurma kararı ise 'CHP'yi mi koruyorlar' sorusunu akıllara getirdi” türü yayınlarla hedef gösterildi.
Sonra açıkça adıyla hedef yapıldı. AK Parti’nin zaferlerle çıktığı seçimlerde de seçim kurulu başkanlığı koltuğunda oturan tecrübeli hakimin hakkında sosyal medyada “eşi FETÖ’cü, Balyoz davasında hakimlik yapmış” bilgileri dolaşıma sokuldu.
O kadar dolaştırıldı ki sonunda haberleri bizzat HSK Genel Sekreteri yalanlayan bir açıklama yapmak zorunda kaldı.
Sonra yine İl ve İlçe Seçim Kurulları oy sayımlarıyla ilgili kritik kararlar verirken, bu kez iktidara en yakın gazete son dakika olarak “İstanbul’da seçimlere usulsüzlük karıştırdığı tespit edilen 30 sandık başkanı gözaltına alındı” haberi geçti.
Bu haber de daha sonra yalanlandı ama sopanın ucu gösterilmiş oldu.
İl ve ilçe seçim kurullarına yönelik baskı ve taciz kampanyası öyle bir hal aldı ki, seçimin yenilenme kararından hemen sonra, herhalde bunu bir daha yaşamak istemeyen İstanbul İl Seçim Kurulu Başkanı Gürdal emekliliğini istedi.
Ama emekliye ayrılarak bile bu karalama kampanyalarından kurtulamadı. Bir süre sonra, iki hakime hanımla birlikte yeniden sayım tartışmalarının sürdüğü günlerde Çağlayan Adliyesi’ne girerken ve koridorlarda dolaşırken ki güvenlik kamerası görüntüleri, iktidara yakın medyaya servis edildi, sanki kararlarını CHP’yle görüşerek, onların müdahalesiyle alıyorlarmış gibi gösterildi.
Ama baskıların hedefinde sadece il ve ilçe seçim kurulları yoktu. Yüksek Seçim Kurulu’nun seçim iptaliyle ilgili kararını açıklamasından önceki gece Anadolu Ajansı son dakika olarak “İstanbul'da seçimlerde usulsüzlük iddiasıyla sandık kurulu başkan ve üyeleri hakkındaki soruşturmada 43 şüphelinin FETÖ'yle irtibatı tespit edildi” haberini geçti.
Ertesi gün YSK, o güne kadar dillendirilmiş, organize hırsızlık, Büyükçekmece, Maltepe, FETÖ iddialarını temelsiz bulup, seçimi 754 sandıkta memur olmayan sandık kurulu başkanı ve üyesinin görev yapması yüzünden iptal etti.
YSK, bu görevlendirmeleri neden yapmak zorunda kaldıklarıyla ilçe seçim kurullarından gelen cevapları “itibar edilmemiştir” ve “izah edilememiştir” diyerek reddetmek kalmadı, üstüne bir de ilçe seçim kurulu başkanları, seçim müdürleri ve diğer memurlar hakkında suç duyurusunda bulundu.
Haklarında, ‘İlçe seçim kurulları soruşturulmayacak mı’ ‘Hakiminden memuruna kim varsa tek tek alınıp bu çete tüm bağlantılarıyla deşifre edilmeli. FETÖ müdür yoksa başka bir şey mi bu millet bilmek istiyor” yazıları yazıldı.
Önce İlçe Seçim Kurulu müdürleri, savcılıklarca şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldılar. İfadeleri ve isimleri ertesi günkü gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlandı. Haberlerde haklarında böyle bir iddia olmasa da içinde “FETÖ”, “şaibe” geçen cümleler kullanıldı.
O kadar hedef gösterildiler ve itibarları lekelendi ki Şişli İlçe Seçim Kurulu Başkanı Ahmet Vedat Güneş ve Şişli İlçe Seçim Kurulu Müdürü Hatice Çelebi, bugüne kadar görülmemiş bir şekilde, YSK’ya sitem dolu birer dilekçe yazarak görevden aflarını istediler:
“Bizler görevimizi yasalara göre yerine getirmekteyiz. Nitekim, 31 Mart Yerel Seçimlerinde de yasalar ve önceki seçimlerde yapılan uygulamalar doğrultusunda sandık kurulları oluşturulmuştur. Buna rağmen, terör ve organize suçlara bakan Cumhuriyet Başsavcılığınca örgüt üyesi gibi şüpheli sıfatıyla ifadelerimizin alınması, görsel ve yazılı basında isimlerimizin deşifre edilmesi, kamuoyunda haksız bir algı oluşturduğunu düşünmekteyim. Biz seçim müdürlerinin haklı olduğumuza bu soruşturmadan aklanarak çıkacağımıza inancım tamdır…Ancak bilinen bir gerçek vardır “Bir şeyin şüyuu vukuundan beterdir.” Gerçek olmayan iddiaların gerçekmiş gibi söylenmesi toplumda ciddi bir algı yaratmakta ileride telafisi mümkün olmayacak haksız ithamlara sebebiyet vermektedir. Benim aileme, çocuklarıma bırakabileceğim en büyük hazine mesleğimi onurla yapıp emekliliğimi istediğimde tertemiz bir sicille sonlandırmaktır. Bu sebeple öncelikle isimlerimizin deşifre edildiği yayınların kişilik haklarımıza saldırı niteliğinde olması sebebiyle durdurulmasını ve tekzip edilmesini arz ediyorum. Yine bu yayınların kamuoyunda bıraktığı izler nazara alındığında “Soruşturma geçiren İlçe Seçim Kurulu Müdürleri” ile yeniden seçime gidilmesinin ne denli yerinde olduğunu sizlerin takdirinize arz ediyorum.”
“…ya bilgi noksanlığı ya da kötü niyetle yapılan açıklamalarda seçim görevlileri hakkında siyasetin her cephesinden hırsız, suiistimalci, çeteci gibi ifadelerle saldırıların yapılması insan ve merhametle izah edilebilir değildir…bu kadar kötü sıfatlarla töhmet altına sokulan ilçe seçim kurulu hakimi ve personelinin görevden alınarak yerlerine iyi niyetli namuslu dürüst hakim ve personel atanarak seçim yaptırılması aynı zamanda ülke menfaati gereğidir.”
Ve bütün bunlardan sonra ikinci kez seçim oldu. Sonuç malum. “Çünkü çaldılar” denen 14 bin fark, 800 bin farka çıktı.
Ve bu seçimden aylar sonra Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı sadece aylarca linç edilmiş seçim kurulu yöneticilerini aklamakla kalmadı, YSK’nın, Türkiye’nin demokrasi siciline leke olarak sürdüğü seçim iptaline gösterdiği gerekçeleri de yeterli bulmadı:
“Cumhuriyet Başsavcılığımız yetki alanında kurulu olup kanuna aykırı görevlendirme yapılan sandık sayısının genel sandık sayısına oranının düşüklüğü, kanuna aykırı görevlendirme yapılan sandıklar bünyesinde gerçekleşen işlemlerde seçim sonucunu etkileyecek ölçüde usulsüzlük bulunmaması, kanuna aykırı görevlendirilen kişilerin şüpheliler ile herhangi bir bağının olduğuna dair somut bir tespitin yokluğu, mülki amirliklerce gönderilen personel listelerinin ihtiyacı karşılamaması, şüphelilerin suç kastıyla hareket ettiklerine dair kamu davası açılmasını gerektirecek yeterlilikte delil bulunmadığı anlaşılmıştır.”
Yargının bile aylar sonra yetersiz bulduğu gerekçelerle seçim iptal etmenin ülkeye neye mal olduğunu ise geçen gün ilginç bir şekilde Hazine ve Maliye Bakanı açıkladı:
“Büyümede geçtiğimiz sene YEP çerçevesinde koyduğumuz yüzde 2,3’lük hedefin biraz uzağında kalacağız. Özellikle ikinci çeyrekle birlikte yaşanan, tekrar seçimle ötelenen ekonomideki bir çeyreklik kaymanın büyümeye etkisini bu yıl görmüş olduk.”
Peki, bütün bu olanların yıllardır sadece işini yapmaya çalışan seçim kurulları çalışanlarına maliyeti?
Ülkenin en iyi yaptığı iş olan seçimi, yıllardır başarıyla yürüten bu insanlar, sandıktan bu kez istenilen sonuç çıkmadı diye olur olmadık ithamlara maruz kalıp, durup dururken şüpheli hale sokuldular, itibarlarıyla oynandı. Üstelik hizmet ettikleri devlet tarafından.
Bu takipsizlik kararının açıklanmasından sonra aylarca onları suçlayanların çıkıp bir şey demesini bekliyor insan.
Tabii bu normal insanlardaki mahcubiyet duygusuna dayanan bir beklenti.
Aylarca çaldı, hırsız, FETÖ dedikten sonra bütün iddiaları boş ve yalan çıkınca, uzun bir süre mahcubiyetten adını ağzına almayacaklarını zannettiğimiz İmamoğlu’nu, 90’larda laik medyanın “Tayyip” takıntısına benzer biçimde, takıntı haline getirmişlerden, ‘adama haksızlık yapmayın’ demeye bile ‘eziklik’ diyen asla mahcup olmayan bu yenilmez armadadan ne beklenebilir ki?
Çıkıp hiçbir şey olmadıysa bari sizden özür dileyelim demelerini mi?
Gerçekten çok naifiz galiba…