“Bahaneleri bırakın. Bosna'ya şimdi yardım edin.
Bosna'da korkunç olaylar oluyor, daha kötüleri ile de tehdit ediliyor. Saraybosna sürekli bombardıman altında. Gorajde kuşatılmış durumda ve düşmesi muhtemel. Ve eğer bu gerçekleşirse, büyük bir katliamdan korkuluyor. Binlerce Sırp askeri başka bölgelerden mültecilerle dolmuş olan Saraybosna'ya girebilir… Bu Sırpların “etnik temizlik” politikası, Hitler ve Stalin'in barbarlığını birleştiren ve Sırp olmayan nüfusu yok etmeyi amaçlayan politikası… Saraybosna'daki Aliya İzzetbegoviç hükümeti meşru ve uluslararası tanınırlığı olan Bosna Cumhuriyetinin hükümetidir… Türkiye'de ve Müslüman dünyasında [Bosna konusunda] büyüyen bir endişe var. Bosna'daki Müslümanların katli kendi başına korkunç bir olay olmakla birlikte, bu çatışmanın yayılma riski de var… [Sırbistan] bu ana kadar Batının ilgisizliğinden güç aldı… Açık bir askerî müdahale tehdidi Sırbistan'ı saldırganlığına son vermeye zorlayabilir… Tereddüdün şimdiye kadar bedeli ağır oldu. Bu acil bir meseledir…”
1992 yılının Ağustos ayında ABD'yi, kendi ülkesini ve Avrupa'yı göreve çağıran ve bu satırları New York Times gazetesinde yayınlatan, İngiltere'nin eski başbakanı Margaret Thatcher'dı.
Avrupa göbeğinde yaşanan bir kıyıma sessiz kalırken, demir lady bunu içine sindiremiyordu.
1993 yılında Thatcher İngiliz hükümetine sert eleştirilerde bulunacaktı aynı konuda. "Sadece insani yardım yetmez, Bosna'daki sorunu kökten çözmek lazım" diyecekti: “Bu politika ile devam edemeyiz, yani insanlara yemek gönderirken, katliamlara terk edemeyiz.” İngiliz hükümetine katledilen Müslümanlara yardım etme çağrısında bulunacaktı. Bu yardım çağrısı silah göndermek, full hava desteği ve sahada asker olacaktı.
İngiltere'de İşçi Partisi'nin yeni genel başkanı olan Jeremy Corbyn ise müdahaleye karşı çıkacak, Bosna ve Kosova'da yaşananların bir soykırım olmadığını savunacaktı. Bu görüşleri bugün de değişmiş değil.
Marx haklıydı. Tarih tekerrür ederdi, ilkinde trajedi, ikincisinde ise komedi olarak.
Batı kamuoyu mülteci krizi ve haberleri ile Suriye meselesini hatırlarken, bu insanların kimden kaçtığını unutmayı tercih ediyor.
Suriye'de yaşanan insani krizi konuşurken, bu insani krizin ana sebebi olan siyasi yüzünü konuşmuyor.
Rusya, Suriye'de askerî olarak sahaya inmişken. Esad'ın yardımına koşmaya devam ederken. Rus askerleri Tartus'ta Esad ordusuna eğitim verirken yakalanmışken, Rusya'dan Esad isterse asker göndeririz açıklamaları yapılırken, tarih tekerrür ediyor.
Batı kamuoyu hem ABD'de, hem de Avrupa'da derin bir liderlik krizi içinde. Bölgede “batının değerlerini” savunan Türkiye'nin pozisyonunu işine öyle geldiği için marjinalize etme eğiliminde.
Tıpkı Bosna'da yaşandığı gibi ilgisizliğin ve tereddüdün bedeli, maliyeti ağır oluyor.
Bir katliamın ortasında Avrupa'nın ihtiyacı olan ise, Corbyn'den ziyade, yeni bir demir lady gibi görünüyor.