Ana SayfaYazarlarHukukun temel ilkesizliklerine giriş

Hukukun temel ilkesizliklerine giriş

 

Geçen haftanın en ilginç olaylarından biri Silivri Adliyesi’nde yaşandı. İstanbul Barosu başkanlığına “Sen başkasına oy verirsin duruşmana Kavili gelir” sloganıyla giren,  savunma hakları için verdiği mücadelelerle tanınmış avukat Ömer Kavili, bir duruşma sırasında tutuklandı.

 

Tutuklanma gerekçesi;  “algı yapmak”,  “subliminal mesaj vermek”, ”halkın teveccühüne yön vermeye çalışmak”, “görünürde suç unsuruna rastlanılmasa da suç işlemek”, “ileride mutlaka silahlı mücadele yapacağı için terör örgütü sayılmak”, “adeta örgüt üyesi gibi davranmak” gibi Türkiye’nin son yıllarda tuhaf katkılar yaptığı hukuk literatürüne son hediyesi olarak kayıtlara geçti:  “…ters psikoloji ile müvekkilinin ve kendisini mağdur göstererek dosyada haklı çıkmaya çalışmak”

 

Bir avukatın dosyasında haklı çıkmaya çalışmasının tutuklanma nedeni olmasının absürtlüğü bir tarafa, “ters psikoloji” gibi “bana yan baktı” düzeyinde gerekçelerin adliye kayıtlarına girmesi, adaletteki trolleşme eğilimini göstermesi açısından ilginçti.

 

Ama Kavili, hukuk camiasında tanınan, siyasi eğilimi belirsiz, herkesin davasına koşan bir avukat olduğu için önceki hafta tahliye edildikleri günün ertesinde tekrar tutuklanan ÇHD’li avukatlara göre daha şanslıydı.

 

Haber duyulunca son bin yıldır herhangi bir konuda aynı şeyi düşünmemiş avukatlar meslektaşlarıyla dayanışma gösterdiler. Tutuklanma haberi Türk hukuk sisteminde bir üst mahkeme haline gelmiş sosyal medyadan da büyük tepki aldı.

 

Daha önce mahkemelerin tahliye ettiği kişileri bir kaç saat sonra yeniden tutuklatmış sosyal medya istinaf mahkemesinden bu kez tam tersi bir karar çıktı.

 

Ve avukat Kavili iktidara yakın bir avukat birliğinin girişimiyle, tutuklandığı akşamının sabahında, artık tutukluluğuna gerek olmadığına hükmeden bir mahkeme kararıyla serbest bırakıldı.

 

Bu fazlasıyla hızlı ve fevri işleyen adalet gecesinde tutuklanma haberine tepki verenlerden biri de Ankaralı bir ceza avukatıydı.

 

Özel olarak onu seçmemizin bir sebebi olmadığı için adına da gerek yok. Sadece Türkiye’nin neden bir türlü bir hukuk devleti olamadığı sorusuna cevap ararken bize yardımcı olacak.

 

Tecrübeli avukat, o gece bu tutuklama kararına karşı attığı tweetlerden birinde şöyle demişti:  “Hukukun üstünlüğünün olmadığı yerde YAŞAM olmaz. Olursa da ona YAŞAM denmez.”

 

Ankaralı ceza avukatının sosyal medya hesabında biraz dolaşınca, adaletteki sorunlardan, düşünce özgürlüğü ve demokrasideki eksiklerden oldukça rahatsız olduğu hemen görülebiliyor.

 

Yine sosyal medya hesabında dolaşınca sadece rahatsız olmakla da kalmadığı anlaşılıyor.

 

Örneğin iktidara muhalif olduğu anlaşılan bir hesap, muhtemelen Cumhurbaşkanı’na hakaret içeren paylaşımlarından dolayı ifadeye çağrıldığını, bu ifade sırasında Ankaralı ceza avukatının bürosundan kendisine yardım edildiğini söyleyerek, kendisine teşekkür etmiş.

 

Ceza avukatı da bu teşekkürün üzerine şöyle yazmış: “Madem insanız, o zaman düşünmek, idrak etmek ve düşüncelerimizi ifade etmemiz olağandır. Özgürlük ise, başkasında zarar vermediği sürece zaruridir. Yasalar ile belirlenmiştir. İfade ve düşünce özgürlüğü çerçevesinde, hakkında işlem yapılan herkese avukatlık yapmaya hazırız.”

 

Şu ana kadar her şey harika görünüyor.

 

Düşünce özgürlüğü için mücadele eden, devlet büyüklerine hakaret, fikir suçlarında yargılanan herkese hizmet vermeyi taahhüt eden Ankaralı bir ceza avukatı var karşımızda. Bu devirde büyük cesaret…

 

Ama en son attığı tweetle bütün büyü bozuluyor.

 

Konu; Anıtkabir’de çektiği videoda aptalca bir karşılaştırma yaparak, Atatürk’e ergence bir harekette bulununca tutuklanan 16 yaşındaki Safiye İnci’ye dün verilen 2 yıl 6 ay hapis cezası ve tahliye kararı.

 

Şöyle yazmış avukat bey: “Hani bir Safiye İnci vardı. Atatürk’e, Anıtkabir’de hakaret eden. Mahkeme sonuçlandı. Son sözünde “Çok pişmanım, özür dilerim” dedi ve bilinçli yaptığı bu fiilden ötürü, 2 yıl 6 ay hapis cezası hükmü yüzüne okunup, serbest bırakıldı. Denetimli, serbestlikle, aramızda…”

 

16 yaşındaki bir kızın aramızda serbestçe dolaşmasının yaratacağı büyük tehlikeye dikkat çeken tecrübeli avukatın karara tepkisi bununla da sınırlı kalmadı.

 

Daha sonra gururla paylaştığı mahkeme zaptından öğrendik ki meğer bu fikir özgürlüğü davalarını gönüllü kabule hazır avukat bey, bu davada Safiye İnci’den şikayetçi olanlardan biriymiş.

 

Videonun sosyal medyada dolaştığı gün “Safiyeincitutuklansın” hashtagiyle tweetler atmış, şikayetçi olmuş, müvekkillerini şikayetçi olmaları için teşvik etmiş, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu şikayetle ilgili işlem yapması için de takipçi olmuştu.

 

Ama bu siyasi ve ahlaki çelişkiler yumağında avukat bey yalnız değil. Safiye İnci’den şikayetçi olan diğer avukatlar ve şahısların yine sadece sosyal medya hesaplarına bakınca benzer ahlaki ve fikri çelişkilerden bolca görmek mümkün.

 

Safiye İnci’nin tutuklanmasını isteyip, Cumhurbaşkanı’na hakaret ettikleri için ODTÜ’lü öğrencilerin tutuklanmasını hararetle eleştirmişler. Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerine yönelik tutuklamalara karşı çıkıp, Nazlı Ilıcak ve Altanların hapislerde çürümelerini istemişler.

 

Ve anlaşılan bütün bunlar arasında büyük çelişkiler olduğunu da hiç düşünmemişler.

 

Türkiye’nin bir yargı sorunu olduğu açık ama tek sorun yargıda ya da yargı erkinin tarafsızlığı ve bağımsızlığında değil.

 

Türkiye’de kimse kendi aşireti dışındakiler için hukuk ve adalet istemiyor. Herkes sadece kendisi gibi düşünenlerin fikir özgürlüğünü savunuyor. Ve yine herkes sadece kendisine benzeyenlere karşı ahlaki sorumluluk hissediyor.

 

Böyle düşünen herhangi bir grup iktidara geldiğinde de bu ahlaki ve siyasi kriterlere göre davranıyor.

 

Aslında iktidar ve muhalefet blokları arasında hukuk, demokrasi, özgürlüğe bakış açısından pek fark yok. Tek fark imkan farkı.

 

O yüzden Türkiye’nin hukuk, demokrasi, özgürlük sorunlarının çözülmesi sadece bir iktidar sorunu değil.

 

Bir karar vermemiz gerekiyor.

 

Ya herkes için hukuku savunacağız ya da herkes için eşit bir şekilde hukuksuzluğu savunacağız. Fikir özgürlüğünde eşitliği içimize sindiremezsek, tutuklanmakta eşitliğe razı geleceğiz.

 

Yoksa bir toplumdan değil, ancak yan yana yaşayan aşiretlerden bahsedebiliriz.

 

Aşiretler arası rekabetten de demokrasi, adalet ve özgürlük çıkmaz. İktidarlar değişir ama hukuk, demokrasi, özgürlük sorunları değişmez.

 

Haklı olarak hiçbir bir grup diğerine güvenmez, kan davaları bitmez, diyalog kurulamaz, kısırdöngü sürer.

 

Seçimler de aşiretler arası bir nüfus sayımı olmaya devam eder…

- Advertisment -