Putin’in Rusya’sının 24 Şubat’ta Ukrayna’ya haksız saldırısı üzerine attığım twitte, Putin’in bu savaş başlatarak elde ettiği “başarılar” arasında NATO’ya bir can simidi atmak olduğunu da söylemiştim. Yandaş medya ile büyük ölçüde Avrasyacıların hakimiyeti altında olan sözde muhalif ancak dış politika söz konusu olduğunda kraldan fazla kralcı olan diğer medyada Rus taraftarlarının her gün saçtıkları propagandadan bıkmış olan insanlarımız bu twiti birkaç gün içinde 10.000 defa retwit etmişti. Takipçi sayım da aynı zaman içinde birkaç misline çıkmıştı.
Oysa ifade ettiğim görüşün bir özelliği yoktu. Malumun ilamından ibaretti. Ancak bizim gözü dönmüşler, her taşın ve her kötülüğün altında Batıyı ve NATO’yu görme alışkanlığının etkisiyle savaşın sorumluluğunu Ukrayna’ya ve NATO’ya yüklemeye kalkmışlardı. ABD’nin NATO’yu genişletip Rusya’yı kıskaç altına almak gibi bir hedefi bulunduğunu, savaşın sorumluluğunun da Putin’de değil, Ukrayna ve onu tahrik eden NATO’ya ait olduğunu anlatıp duruyorlardı. Hala da bu söylemlerinde devam ediyorlar. Anketlere bakılırsa da halkın önemli bir çoğunluğunu ikna etmiş durumdalar. Halk ne yapsın ki? İktidar ve muhalefet dünyanın çeşitli bölgelerindeki 30 kadar parlamentoya ve o ülkelerin halklarına doğrudan hitap etme imkânına sahip olan Zelenski’ye Türkiye’de o imkânı sağlamamakta ısrar etmek suretiyle sempatilerinin kimden yana olduğunu açıkça göstermiş bulunuyorlar. İktidarın kendine mahsus sebeplerden dolayı Putin’i idare etmek istemesi çok şaşırtıcı değil. Ancak muhalefetin de aynı çizgide olması epey düşündürücü. Dış politikada ve birçok başka alanda farklı bir çizgi tutturamayan ve program oluşturamayan muhalefetin iktidarı nasıl kazanacağını ve halkı onlara oy vermeye nasıl ikna edeceğini, kendilerinin düşünmesi gerekir herhalde.
Bugünkü konumuz o değil zaten. İsveç ve Finlandiya’nın savaş başladıktan sonra NATO’ya gösterdikleri ilgiye değinmek istiyorum bugün. Öyle anlaşılıyor ki, iki ülkenin halkı ve yöneticileri bizdeki Avrasyacıların propagandasından haberdar olmamış, olmuşlarsa da ikna olmamışlar, savaşın sorumluluğunun NATO’da olduğu iddiasını kabul etmemişler, çünkü her iki ülkede de geleneksel tarafsızlık politikasının terk edilerek kısa zamanda NATO ittifakına katılmaları konusu birdenbire gündeme gelmiş bulunmaktadır.
Her iki ülkenin yakın tarihi incelendiğinde NATO’ya yakınlaşmalarının ne kadar büyük bir devrim teşkil ettiği anlaşılmaktadır.
İsveç son defa 1813 yılında bir savaşa katılmış, Napolyon’a karşı ittifakın bir parçası olarak ona karşı savaşmıştır. O tarihten itibaren Birinci ve İkinci Dünya savaşları da dahil Avrupa’nın sahne olduğu hiçbir mücadeleye katılmamıştır. Tabii bu tarafsızlık politikasını yürütmek her zaman kolay olmamıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın kıta Avrupa’sına egemen olduğu dönemde işgal ettiği Norveç’ten Sovyetler Birliğine karşı mücadelesinde müttefiki olduğu Finlandiya’ya bir tümen Alman askerinin İsveç toprakları üzerinden trenle geçmesine göz yummak zorunluluğunda kalmış, çelik gibi bazı stratejik maddelerin de Nazi Almanya’sına ihraç edilmesini kabul etmişti. Ancak savaştan sonraki dönemde Avrupa’daki yapılanmanın dışında kalmış, NATO’ya katılmadığı gibi bir zamanlar onun sivil ayağı olarak görülen AB’ne dahi soğuk savaş devam ettiği sürece girmemiştir. Yine de uzak görüşlü olan İsveç hükümetleri ABD ile zımni bir işbirliği yürüterek ahdi bir yükümlülükleri olmamasına rağmen savunma standartlarını ABD ve NATO’nunkilerle uyumlaştırmışlardır.
Finlandiya’nın kaderi İsveç’inki kadar mutlu olmamıştır. 1809 yılından itibaren Rus İmparatorluğunun başlangıçta otonom, ancak zaman geçtikçe daha sıkı kontrol altındaki bir parçası olmuş, bağımsızlığını ancak 1917 Rus devrimlerinden sonra kazanabilmiştir. Bolşeviklerin destekledikleri Finlandiyalı komünistler ile “Beyaz”lar arasında 1918-20 arasında devam eden kanlı bir iç savaştan bağımsızlığını koruyarak çıkan Finlandiya 1939-40’da bu defa Stalin’in yönettiği Sovyetlerin saldırısına uğramış, bugün Ukrayna savaşını andıran bir şekilde Sovyet saldırısına karşı kuvvetli bir mukavemet göstererek Sovyetleri yenilgiye uğratmıştır. Sonraki dönemde Nazi Almanya’sı ile yaptığı ittifak ona pahalıya mal olmuş, kazandığı toprakları 1944’te fazlasıyla iade etmesiyle sonuçlanan kısa bir savaştan sonraki dönemde, Sovyetlere yakın ama yine de bir uydu olmayacak kadar bağımsız bir siyaset takip etmiştir. Soğuk savaş döneminde Finlandiya Sovyetlerin dışarıya açılan penceresi olarak ekonomi ve ticaret bakımından onunla yoğun bir ilişkiye girmiştir. İsveç’ten bir adım öteye giderek, NATO ve AB’ne girmediği gibi Finlandiya ileri bir demokrasi ve hukuk devleti olmasına rağmen bu dönemde Avrupa Konseyine dahi girmekten çekinmiştir.
Soğuk savaş sonrasında, her iki ülke 1995 yılında Avrupa Birliğine birlikte katılmıştır. Birkaç yıl sonra İsveç’teki görevim sırasında katıldığım bir toplantıda o zamanki Dışişleri Bakanı Anna Lindh’e sorduğum bir soruya cevaben İsveç’in NATO’ya katılmasının söz konusu olmadığını, ancak AB üyesi olarak ülkenin tarafsızlık politikasının evrimden geçmek durumunda olduğunu, bir AB üyesine veya (ülkemizi kastederek) aday ülkeye olası bir saldırı halinde İsveç’in tarafsız kalmayacağını söylediğini hatırlıyorum. Sanırım o dönemde Finlandiya’nın yaklaşımı da farklı değildi.
Demek ki Putin’in ve ülkemizde onun sözcüleri olan Avrasyacıların iddialarının aksine NATO Rusya’yı tahrik etmek ve onu kıskaca almak için planlı bir eyleme girmemiş, hiçbir ülkeyi kendi iradesi olmadan ittifaka katılmaya zorlamamıştır. Aksi varit olsaydı, en azından silah sanayisi epeyce güçlü olan İsveç’i ve savaş hazırlığı bakımından ileri seviyede bulunan ve Rusya ile 1300 kilometreye yakın hududa sahip Finlandiya’yı NATO’ya olacak önemli katkılarından dolayı üye yapmak isteyecekti.
Bu durum Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından sonra ani olarak değişmiştir. Daha üç ay önce, Finlandiya Başbakanı Sanna Marin, ülkesinin kendisi iktidarda olduğu sürece NATO’ya katılmasının söz konusu olmadığını söylerken, savaşın başlamasıyla yaklaşımı birdenbire değişmiştir. 2 Nisan tarihinde yaptığı bir açıklamada Rusya’nın “olduğunu sandıkları komşu olmadığını” ülkenin ilkbaharda NATO üyeliğini karara bağlaması gerekeceğini söylemiştir. Aslında Rusya’nın Ukrayna’ya ilk saldırısını düzenlediği 2014 yılından sonra Finlandiya ve İsveç NATO ile işbirliğini ve ortak tatbikatları arttırmıştı.
Kamuoyu yaklaşımı da her iki ülkede de süratle değişmiştir. Son zamanlara kadar her iki ülkede de NATO üyeliği çoğunluğun desteğine sahip değilken, her ikisinde de son haftalarda yapılan anketlere göre, halkın çoğunluğu NATO üyeliğine taraftar bulunmaktadır. Gerekli parlamento süreci tamamlandıktan sonra Finlandiya’nın 29 Haziran’da Madrit’te yapılacak NATO zirvesinden önce üyelik müracaatını yapması beklenmektedir. Rusya’nın son günlerde savurduğu tehditler, hava sahasını ihlaller ve siber saldırılar tabiatıyla ters etki yapmış ve Fin halkı ve hükümetini NATO üyeliğine daha çok itmiştir.
Rusya ile hududu bulunmayan İsveç’te tartışma daha yavaş ilerlemektedir. Son anketler NATO taraftarlarının %51’i bulduğunu göstermekte ancak bu oran önceki ankete göre kısa zamanda 9 puanlık bir artış göstermektedir. Parlamentoda NATO üyeliği lehinde bir çoğunluk olduğu anlaşılmaktadır. Zaten gözlemciler güvenlik ve savunma konusunda İsveç’in Finlandiya’dan ayrılmak istemeyeceğini, bu alanda ileri giden işbirliklerinden uzaklaşmayacağını öngörmektedirler.
Genel beklenti sürecin hızlı işleyeceği yolundadır. Hatta her iki ülkenin üyelik süreçleri tamamlanmadan ve NATO’nun Beşinci Maddesinin sağladığı güvenlik şemsiyesinin altına girmeden geçecek süre içinde geçici bir düzenlemeyle Rus tehdidine karşı bir güvence oluşturulacağı ihtimali şimdiden gündeme gelmiştir.
Neticede, Putin’in bu konu ile ilgili hesabı da yanlış çıkmıştır. NATO’yu Rusya hudutlarından uzaklaştırmak için başlattığı Ukrayna savaşı onu NATO ile 1233 kilometre uzunluğunda yeni bir hudutla baş başa bırakacak gibi.
Tabii bu durum bizdeki iflah olmaz Putin hayranı Avrasyacılara fikirlerini değiştirtmeyecektir. Ancak halkın çoğunluğunun onlar gibi düşünmediği anketlerden anlaşılmaktadır. Şüphesiz NATO üyeliğimizin değeri de Ukrayna savaşı nasıl biterse bitsin daha iyi anlaşılacaktır.