Sözcü gazetesinin 26 Kasım tarihli manşetinde bir ‘yüzüne vurma’ haberi vardı. Gazete, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllar önce söylediği bir cümleyi hatırlatıyordu okurlarına: “Başımıza bir şey geldiğinde hemen ‘dış güçler’ deriz…”
Manşet cümlesi, haberin devamında şöyle açımlanıyordu:
“Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ekonomik kriz ve Dolar/TL kurunun yükselmesinde yabancı müdahale olduğunu ifade etmesinin ardından geçmişte yaptığı açıklamalar yeniden gündeme geldi. Erdoğan’ın, AKP’nin iktidara geldiği yıllardaki sözleri sosyal medyada büyük ilgi gördü.
“Videoda Erdoğan ‘Bizde bir âdet var, ülkede başımıza bir şey geldiği zaman hemen ‘dış güçler’ deriz, ‘yabancılar’ deriz, ‘şu’ deriz, ‘bu’ deriz’ diyor.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “sosyal medyada büyük ilgi gören” sözlerinin altına girilen yorumları tahmin edebilirsiniz. Bunların tamamında iki Erdoğan arasındaki çelişkiye dikkat çekiliyor, ‘lahana turşusu-perhiz’ benzetmelerine baş vuruluyordu.
Çoğunun Sözcü okuru olduğunu varsayabileceğimiz sosyal medya kullanıcıları tabii ki haklıydılar bu karşılaştırmayı yapmada, fakat bir şartla: Bu açıdan kendilerini de dürüstçe gözden geçirdikten sonra…
Ne var ki bunu yapmaları çok zor; çünkü o sahnede kendilerinin de -bu defa tersten- Erdoğan’a atfettikleri çelişkiyle malûl olduklarını görecekler.
Sosyal medya yoktu ama internet zincirleri vardı
Türkiye, her şeye açık o çalkantılı 2007’ye yaklaşırken, politik mücadelenin ulusalcı-laik cenahından peydahlanan ve internette yıldırım hızıyla dolaşan “uyanın, yoksa mahvolacağız” içerikli galeyan halinde e-mail zincirleriyle tanıştı.
Uyanılmadığı takdirde ‘mahv’ın mukadder olduğunu söyleyen bu zincirlerin ana konusu “Türkiye’yi bölmek ve parçalamak isteyen dış güçler”di. Çoğunun içeriği deli saçmasıydı ama inanmak istedikten sonra mesele kalmıyordu ve inanmak isteyenlerin sayısı milyonları buluyordu.
Şimdi dönüp bunları tarayamam, zaten gerek de yok; Türkiye’nin bir döneminde, CHP ve tabanı dahil ulusalcı-laik kesimlerin içine girdiği bu ruh hali herkesin malumu; bugün de “olmadı öyle bir şey” diye ortaya çıkacaklar kendilerini komik duruma düşürür. Yine de biri bitmeden öbürü başlayan bu kampanyalardan en unutulmazını, durup durup tazelenen birini burada hatırlatmak isterim.
Benzerleri gibi o da “lütfen bu mail’i ulaştırabileceğiniz her yere ulaştırın ki vatanın nasıl bir tehlike karşısında olduğu anlaşılsın” ön notuyla dolaşıma sokulmuştu. Zincirde, Türkiye-Avrupa Birliği ortaklık sözleşmesinde, Türkiye bölünürse AB’nin Kürdistan’la görüşmelere devam etme hakkının olduğuna dair bir maddenin olduğu iddia ediliyordu.
Hatta bu “içerik” dönemin İstanbul Barosu Başkanı tarafından genel kurulda da dile getirilmiş, o konuşma Baro’nun internet sitesine de yerleştirilmişti.
Ayrıntıları, hadise tazeyken kaleme aldığım eski bir yazımdan özetliyorum:
2005: Hikâyemiz başlıyor…
Danıştay’a saldırıdan (17 Mayıs 2006) iki hafta sonra, Aktüel dergisi için, devletteki uzun çalışma döneminin ardından avukatlığa başlayan istihbaratçı stratejist Ertuğrul Güven’le bir söyleşi yapmıştım. Derginin 1-7 Haziran 2006 tarihli sayısında yayımlanan söyleşinin “halkı galeyana getiren gelişmeler” faslı şöyleydi:
Ertuğrul Güven: Bakın, mesela bana yeni gelen bir mail’i size okumak istiyorum; Brüksel Zirvesi sonuç bildirgesinden madde 23: “Müzakerelerin yalnız Türkiye’yle değil, diğer devletlerle de yapılabileceğini… Müzakereler sırasında Türkiye birkaç devlete bölünürse veya güneydoğu bölgesinde bir Kürt devleti kurulursa, yeni bir karara gerek olmaksızın onlarla da müzakere yapılacağına…” İşte bu tür şeylerin yol açtığı bir imaj, bir korku var Türk halkında.
Aktüel: Bu korku biraz da suni bir şekilde yaratılmış bir korku değil mi? Verdiğiniz örnek mesela… Biliyorsunuz, internet pek de güvenilir bir mecra değil. Okuduğunuz mail’i aylar önce Erciyes Üniversitesi’ni ziyaret eden AB yetkilisi Olli Rehn’e bir öğrenci sormuş, o da şu cevabı vermişti: “Muhtemelen korsan bir belgeden aldınız bu ifadeyi, 17 Aralık belgesinin 23. paragrafında böyle bir ifade yok. Elinizdeki metin sahte bir belgedir. O tip belgeler gelirse, hemen bilgisayarınızdaki ‘sil’ tuşuna basın. Çünkü bunlar Türkiye ile AB arasındaki durumu doğru bir şekilde yansıtmıyor.
Ertuğrul Güven: Olabilir. Ben de tetkik etmedim henüz.
Ben çok şaşırmıştım bunu duyunca… Düşünün, karşımdaki bir stratejistti, uzun yıllarını devlette istihbarat alanında çalışarak geçirmişti ve bu kişi Türkiye’yle Avrupa Birliği arasında müzakerelerin başlatılması kararının alındığı 17 Aralık 2004 tarihli sonuç bildirgesinde böyle bir maddenin olamayacağına dair bir şüphe geliştirmek ve bilahare bildirgenin “23. madde”sine bakmak yerine, bu “belge”yi karşısındaki gazetecinin üzerine boca ediyordu.
O âna kadar, bu deli saçmasının sadece internetteki birtakım yeni yetmeler arasında dolaştığını düşünüyordum. Meğer kazın ayağı öyle değilmiş.
Kampanya, dördüncü yılında sönümleniyor
“Lütfen yurtseverlik görevinizin gereği bu durumdan herkesi haberdar edin… Türkiye üzerine oynan oyunları herkes öğrensin” uyarısıyla servise konulan bu “teşhir” kampanyası, 2008’e gelindiğinde neredeyse tamamen sönümlenmişti. Çünkü bir süreden beri artık “hedef kitle” bile homurdanmaya başlamıştı. Şu türden tepkiler (ben bunu duyurdum.com diye bir siteden aldım) artık birçok yerde görülebiliyordu:
“Yurtsever olmak ile sağa sola böyle mail forward etmek arasında nasıl bir bağ var ki? Hiç mi işiniz gücünüz yok? Hadi bunu yazanın yok, okuyan adam internette 3 dakika araştırma yapsa bunun uydurma olduğunu zaten görecek. Yani AB’nin bizi yiyip bitirmek istediği çok aşikâr da, madem buna karşı durup savaşacaksın, adam gibi yap be adam!! Bizi salak yerine koyma! Önce oku, öğren, adam ol, ondan sonra bir işe kalkış.”
Eylül 2009: İkinci dalga
Artık çok yıpranmış olan “sonuç bildirgesi” komplosu bir, bir buçuk yıl boyunca hiç duyulmadı. Fakat Eylül 2009’da internette aynı içerikle ikinci bir kampanya daha başlatıldı. İnanmayacaksınız ama, bu da “tuttu…” O kadar ki, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, “böyle bir şey yoktur” diye açıklama yapmak zorunda hissetti kendisini (16 Eylül 2009).
“Muammer Bey’in gözdesi”
“Sonuç bildirgesinin 23. maddesi” hezeyanı, bu açıklamadan bir ay sonra İstanbul Barosu’nun düzenlediği (21 Ekim 2009) “Cumhuriyet, Demokrasi, İnsan Hakları” panelinde bayrak gösterdi; hem de baro başkanı Muammer Aydın’ın konuşmasında… Şu cümleler, baro başkanının paneldeki konuşmasının haberleştirildiği baronun resmî sitesinde yer aldı:
“AB Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesine de değinen Av. Muammer Aydın, Türkiye üzerine oynanan oyunlara dikkat çekmek için Bildirgenin Başkanlık Fikirleri bölümündeki 23. maddeyi katılımcıların dikkatine sundu. 23. madde şöyle: ‘Müzakerelerin yalnız Türkiye ile değil diğer devletlerle de yapılabileceğini, müzakereler esnasında Türkiye birkaç devlete bölünürse veya Güneydoğu Bölgesinde bir Kürt Devleti kurulursa, yeni bir karara gerek olmaksızın onlarla da müzakereler yapılacaktır.’”
“Tehlikenin farkında ve bilincindeyiz”
Başkan, konuşmasında 23. maddeyi “katılımcıların dikkatine” sunarken tehlikenin büyüklüğüne binaen dramatik bir dil tutturmayı da ihmal etmemişti:
“Bugün Türkiye’de iki kutsal kavram üzerinde oyunlar oynanmaktadır. Bu kavramlardan ilki ‘demokrasi’, ikincisi ise ‘insan hakları’dır. Cumhuriyeti yıkmaya, ya da rejimi değiştirmeye yönelik her karanlık amaç, bu iki kavramın gölgesinde sürdürülmektedir. Nitekim, geçtiğimiz hafta yapılan AB Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesinde… (…) İstanbul Barosu olarak tehlikelerin farkında ve bilincindeyiz. Yönetimde olduğumuz süreçte de bu konularda duyarlı olmayı sürdürdük ve görevimizi yapmaktan asla kaçınmadık.”
İşte Türkiye bir zamanlar böyleydi.
Yani, bakmayın şimdi çağdaş-seküler kesimlerin, her musibetin altında bir ‘dış güç’ arayan iktidar propagandasıyla dalga geçmelerine… “Bizi bölmek ve parçalamak isteyen dış güçler” söylemi bir zamanlar onların tekelindeydi.
Kendin ettin kendin buldun; şimdi gülünç bulduğun her taşın altında ‘dış güç’ arama mugalatasının, “bunlar da nasıl inanıyor iktidarın bu yalanlarına” diye düşündüğün insanlar üzerinde bu kadar etkili olmasında senin payın yok mu sanıyorsun?