Hızla kentleşen, sosyoekonomik sıçrama yaşayan ve aynı zamanda melezleşen bir ülkede toplumsal kesimlerle siyasi partiler arasında ‘kalite mütekabiliyetini’ sürdürmek başlı başına bir sorun. Siyasetin taşıyıcılığı toplumun değişen kalite algısını yansıtma becerisine bağlı. Aksi halde partiler için tek çıkış yolu büyük tehditler yaratmaktan ya da kavga ortamları üretmekten geçiyor. Çünkü ancak bu durumlarda toplum kalite talebini bir kenara bırakarak ona sunulan siyasete razı oluyor.
Son iki yıl AKP’nin de diğer partilerin peşine takılıp kolay yolu seçmesine tanık oldu. Yurtiçi ve dışında giderek yalnızlaştığını gören iktidar, bu duruma verdiği içe kapanmacı tepkiler üzerinden daha da yalnızlaştırıldı. AKP gibi kendi kimliğinin ötesine geçebilmiş bir kitle partisi için doğru tercih etkileşim ve işbirliği alanını genişletmekten geçiyordu. Ne var ki partinin varoluşsal tehdit karşısında ‘sert durma’ ve kavgadan kaçmaması kararı verilirken, söz konusu alan genişletme gereği tümüyle unutuldu. Nitekim içe kapanma giderek AKP’nin entelektüel zemininde bir zihinsel tıkanmayı ifade etmeye başladı. Bir süre sonra artık her şey bir ‘üst akıl’ın dizaynı, yaşanan her olay Türkiye’ye karşı yürütülen bir planın parçası olarak sunulmaktaydı. Haziran seçimi süreci bu tezi iyice katmerleştirerek bir ortak duygu, neredeyse AKP’li olmanın psikolojik ölçütü haline getirdi. Bu ruh hali içinde, HDP’nin barajı geçme ihtimali ile birlikte, AKP yönetimi muhtemel bir bıçak sırtı seçim sonucu durumunda fire vermeme mantığıyla davrandı. Sonuç aday listelerinde liyakatin yerini sadakate terk etmesiydi… Sadakat ise ikircikli bir ilişki biçimiydi, çünkü adaylar tek tek merkeze sadık olsalar da birbirlerine karşı değillerdi. Nitekim birçok seçim bölgesinde kendi listelerindeki kişilerin seçilmemesi için kulis yapan adaylara, bazı adaylar seçilmesin diye çalışmayan teşkilatlara rastlandı.
Bütün bunlar olurken AKP’nin kimlik dışı bakabilen seçmen tabanı küresel normları özümseme eğilimi göstermekte, zihnindeki kalite çıtasını yükseltmekteydi. Dolayısıyla seçimlere yaklaşıldığında parti ile söz konusu seçmen arasındaki ‘kalite makası’ açıldı. Partinin klasik nitelikteki üst kurulları bu noktada bir dezavantaja dönüştü. Çünkü çoğulcu ve bireyselleşmiş tabanı anlamak ve ona hitap etmek gerçekten de özel bir kalite hassasiyeti gerektiriyordu.
Böylece AKP giderek kendi doğal entelektüelini kullanamayan, dışındaki entelektüel dünyaya ise ulaşamayan bir görüntü çizmeye başladı. İşin kötüsü parti içine ve çeperine yerleşmiş bir kısım aydın var olan durumu olumlamak ve meşru kılmak üzere öne çıktı. Birçoğu medyada olmak üzere AKP’yi savunmak adına kalitesizliğe sahip çıkmış oldular. Seçime iyice yaklaşıldığında ise söz konusu yaklaşımın önünde artık tabanı bir tür kalitesizlik etrafında konsolide etme alternatifi kalmıştı.
Bu süreç AKP içindeki kalite odaklarının etkisiz kalmasına neden oldu ve seçim sonucunu doğrudan etkiledi. Şimdi yeni bir seçimin eşiğinde bu partinin yeniden kendisine bakması, kalite makasını kapatmak üzere hamle yapması gerekiyor. Yoksa diğer partilere benzemekten kurtulamayabilir.